Gülsen Feroğlu

Hevalım! öyle bir masal yaz ki, bir Ahmet Kaya şarkısı gibi kalbin sesi dile düşsün; özgürce...yazarken, Stockholm sendromu kıskacındaki Türkiye’de, belki sonu barışa varacak öyle bir masalı yazmanın henüz vakti de değildi.

Ama 24 Haziran seçim sürecinde, bir süreliğine de olsa, öyle bir masalı yazabilme ihtimalinin eşsizliği, seni mutlu kılarken Hevalım, seçimin sonuçlanmasıyla yaşadığın hayal kırıklığı; ne ilk, ne de sondur; bu diyarda.

Her seçimde yaşandığı üzere iktidara muhalif kesimlerin beğenmediği sonuçlar ekranlarda aktığında “ 16 yıl yetmedi, bir 5 yıl daha Tayyib’e katlanmamıza neden bu cahillere tahammül edemiyorum. Tası tarağı toplayıp doğru Ege’ye ...Avrupa’ya...” sitemli telefonların, açılan biraların, şarapların yoldaşı da “döviz 5 TL, bir kilo soğan 5,95 TL’yi görmemiş gibi yine seçtiler diktatörü....” sözcükleridir.

Sonra günlerce sürecek “ kültür düzeyi yüksek bizler; bu cahiller daha iyi bir hayat yaşasınlar diye çırpınırken meğer onlar hayatlarından memnunlarmış, ....dip dalga denilen de Tayyip dalgasıymış.......”lı tahliler... tahliler...Paylarına hep düşmesinden yakındıkları kaybetme fırtınalarının ortasında “bir kere ya bir kere de yenildiğini görseydik şu Tayyip’in ne vardı....” burukluğunda, kendilerini “suskunluk sarmalı”nı aşamayan toplumun mağduru hissiyle doldurup daha...daha kızarken, sığınacakları sayısız nedenler, bahaneler bulmayı da ihmal etmeyeceklerdir.

Oysa aylardır sabah, akşam birlikte yatıp kalktıkları seçimi destekledikleri partinin, ittifakın kazanma hayalini dalından koparıldığı ân solan hanımeliye dönüştüren, seçim sonuçlarının muhaliflere yaşattığı yas, gerçeğin ta kendisidir.

O gerçek; Ortadoğu’da ideolojisi faşist devletleri yönetenlerin yalnızca yaşam biçimine, davranışına, düşüncesine müdahale etmekle kalmayıp; her alanda tek tipçiliği, devlete, lidere biatı kurumsallaştırmaları yüzünden, sürekli kavga, savaş, şiddet, yoksulluk altında bırakarak paranoyak ruh edindirdikleri bireyler sayesinde, yıllarca iktidarda kaldıklarıdır.

Öyle ki partileri, bürokrasiyi, STÖ’lerini, sendikaları, ..., ..., yönetenler; kazanma, kaybetme olasılığını taşıyan her olguda konumlarını garantileyeceğinden, planlı biçimde başta asparagas haberlerin mekanı yapılmış sosyal medya, her biri bir partinin sözcüsü kesilmiş anchorman’lı TV’ler, yazarlar, troller, anket firmaları eliyle, kendisini sahiplenmiş biatçı kitleyi; bol saplantılı, takıntılı bir hale koymaktan çekinmemişlerdir.

Bireylerin nasıl şizofrenik bir hale getirildiğinin kanıtı da; karşılığı olmayan ama istedikleri bir durumu algı yönetimiyle var eden, besleyenlerin “CHP’nin %25 oyu cepte, SP’nin AKP’de gizli en az %5 oyu, İP, HDP’de barajı aşar, bu iş tamam, RTE The End” propagandası yüzünden; anketçi H. Bayrakçı’nın “çarmıha gerilmekten korktuğu”, gazeteci H.Mahalli’nin de “kitleyi motive etmek için...” manipülasyon yaptıklarını, seçim sonu itiraf etmelerinde saklıydı.

Bu şizofrenik hal; her seçimin sonucunun muğlaklığına, İnce’nin “oyumu %30-35 bandında hesaplıyorum” demesine rağmen elde somut veri de yokken, mitinglerdeki toplama kalabalığa bakarak “seçim 2. tura kalıyor” saptamasını gerçek algılattığından; seçimin sonucunu “İnce kaçırıldı, tehdit edildi”yle yadsıyacak kadar özdeşleştiği lidere, partiye aklını, vicdanını armağan etmiş bireylerin de nedenidir.

Böylece bireyler; aynı partiyi destekledikleri, aynı düşünceyi, tavrı, yaşantıyı paylaştıklarıyla kurdukları sanal ortamın gerçekliğinden şüpheye düşmeden, olamayacak; “doların yükselmesi Reis’i yıkmak isteyen dış mihrakların komplosu”; şehir efsanesi “oy çalarak yine kazanacaklar”lı onlarca olayı olduran obsesiflikte, ülkeyi iç savaşa sürükleyebilecek eylemlere hazır, nazır bir psikolojide debelenip duracaklardır.

Kaybetme olasılığını da dışlamış bu bireylerin; adaylarına oy vermeyenin tercihini “sürü mantığı yoksa İnce dururken niye Erdoğan’ı seçsin...”, “...PKK’nın kolu HDP’ye baraj aştıran CHP’nin ihanetini...”yla yerden yere vurmalarından taşan öfke; karşıtında varlığını eleştirdiği ötekileştirmeyi yaygınlaştırarak, her seçimi bir adayın kazanmasına, kaybetmesine endeksleyip; hayatı boğan işsizlik, eğitim, taciz vari sorunların gündeme getirilmesini de ötelettirecektir.

İşte bu paradoksu aşamadığından “ülkeyi yöneteceğim kadro, çözüm önerilerim” somutluğunu iteleyerek “hakkından gelse gelse bu gelir” imajını güçlendirecek rakibi Erdoğan’la aynı kavgacı “eyyyy Recep ”li; aynı intikam yüklü “yıkacağım, canlı yayında yargılayacağım”lı dille tabanını tatmin ederek keyiflendiren İnce’de, istemeden, oy devşirmeden seçimi kazanamayacağı mütedeyyin seçmeni “en azından Reis’in icraatını biliyorum”la bloklaştıracaktı.

Üstüne “adam ne derse o, çıt çıkıyor mu? biz maşallah, hemen çen, çen; yok bu nasıl milletvekili listesi, niye önseçim yok” söylemleriyle diktatör ilan ettikleri RTE’nin otoriter idaresine öykünme, bireylerin eğer istedikleri kişi ülkeyi yönetirse, yapılacak baskıları, haksızlıkları meşru sayacaklarının da göstergesi olacaktı.

Tablo buyken insanları ürküten de, istisnasız herkesi etkisi altına almış faşizme, otoriter liderliğe sevdanın varlığını müesses nizamı yerine lidere, kişilere bağlayarak o liderin, kişilerin seçim kaybetmeleriyle tüm olumsuzlukların düzeleceği pompalandığından; destekledikleri ittifak zarar görmesin diye 37 aydının yakılmasını “...pencereleri açmadıklarından dolayı öldüler”le izah eden dâhilikteki T.Karamollaoğlu’nu; “önce Erdoğanı devirelim, sonra...”yla sineye çekecek kadar kişiliğinden, ilkelerinden ödün verdiren bir nefreti barındıran bir zihniyetin damarlarda çağıl çağıl akmasıdır.

Vicdanı, erdemi çıkara göre tırpanlayarak şeytan’la işbirliğini dahi yadırgatmayan bu zihniyet; yalanın alkışlandığı, emeğin, liyakatin hiçlenerek dolandırıcılığın ticari başarı sayıldığı bu savruk; İçişleri bakanının “HDP’li P.Buldan’ı”, Bahçeli’nin “kader mahkumu” nitelediği mafya lideriyle gazetecileri alenen tehdit ettiği bu çeteci; Cumhurbaşkanı adayını hapiste tutan bu adaletsiz; müesses nizamı da kalıcılaştırmıştır.

Böylesi bir ortamın kapana kıstırdığı Türkiye’nin bahtsızlıklarından biri de; gel gitli uygulamalarıyla bezdiren AKP’yi iktidardan etmenin yolunu 16 yıl sonra ancak AKP’nin milliyetçi, muhafazakar çizgisine yaklaşmada bulduğundan; faili meçhullerle anılan Akşener, “Madımak’ı katliam vasıflandırmayan....” Karamollaoğlu’yla ittifaktan çekinmeyen, vizyonsuz bir ana muhalefet partisine sahipliğidir.

Şimdi sizce de bireylerdeki “niye Tayyip’e oy veriyorlar” saplantısını “Kılıçdaroğlu’na hangi nedenle oy veriliyorsa o yüzden”le noktalayarak, seküler, demokratik bir ülkenin müesses nizamın değiştirilmesiyle mümkünlüğünü açığa çıkarmış bu seçimi kaybedişi; yarını kazanacak başlangıca çevirmenin vakti değil midir?

Geleceği, yılları yine heba etmemek adına uzlaşmanın, diyalogun sihrini hatırlayarak, ön şartsız bir ateşkesin adımını atanın tek bir Kürt, Türk gencinin hayatını yitirmesini önlediğinden “kazanan” sayılacağı o vakit de; farklığına dokunmadan vicdanlı, adaletli iyi insanlarla kurulacak; hep de yeni şeyler söylemiş “Sol” bir ittifak ancak geçmişe dair yaralayıcı her şeyi de yerle bir edebilecektir.

Bavê min, bir zamanların “çözüm sürecinin” mimarı Reis’in meydanlarda “....Kandil’de ..... terörist etkisiz hale getirildi”yle yurttaşlarının öldürülmesini kutlamasıyla adı bilinmeyen o evlatları kaybedenlerin yüreklerine vurduğu hançerin akıttığı oluk oluk kan “gözyaşlarını, acıyı dindiremiyorsa kazanmak neye yarar ki “ kederini savururken havaya, gece de solar.

Size yine “keşke”yle başlayan cümleler kurdurturmuş hayat denilen şey de, belki de “sen bu kurşunu yine mi yedin Türkiye” hüsranlı kaybedişlerle ordan oraya savrulmaktır. Peki ya bu savrulmalarımız, acılarımız hiç bitmezse? Süre...akıyor mu? Yoksa yeni mi başladı?