“Ben yıllardır şiir yazamıyorum. Bu durum, bu dilden anlayan kimseye birçok şey söylemeli...”

 

Salih İzzet Erdiş, bilinen adıyla Salih Mirzabeyoğlu, yaşadıklarının vahametini son çare bu sözlerle anlatmaya çalıştı. 12 Şubat 2010’da Bolu F Tipi Cezaevi’nden avukatı aracılığıyla ‘halden anlayacaklara’ böyle seslendi. İBDA-C örgütünün lideri olmak suçundan mahkûm. Örgüt isminin benzerliği (THKP-C) kadar, cezaevinden seslendiği ‘dil’ de bugüne kadar sosyalistlerden duymaya alışık olduğumuz bir dil. 1 Mayıs ’ta ‘sosyalist Müslümanlar’ı görünce herkes şaşırıverdi ama ‘bu dilden anlayan’ları o çok daha önce şaşırtmıştı aslında.

 

Tam da açılan soruşturmayla 28 Şubat’ın mağdurlarını konuşmaya başlamışken, üstüne 1 Mayıs ’taki sürpriz eklenince bir Mirzabeyoğlu portresi ‘farz’ oldu. 28 Şubat mağdurları derken, daha çok ‘legal siyasi’ figürlerden bahsediliyor. Üstelik bugün birçoğu devlet katında.

 

KÜRT İSYANI SÜRGÜNÜ

Mirzabeyoğlu ise yaklaşık 14 yıldır hapiste. Bunun son 11 yılı hücrede. Bu hazin ‘kader’ ona dedelerinden kalmış bir miras sanki; “Mutki aşireti reisi Hacı Musa Bey, onun oğlu İzzet Bey, onun oğlu Hacı Muammer Bey ve onun oğlu Salih Mirzabeyoğlu (...) Bizim aile, babaannem, babam ve halam, Muş’tan Konya’ya mecburi iskânla sürgün geliyorlar...” (Tilki Günlüğü kitabından)

 

1950’de Erzincan’da doğan Mirzabeyoğlu, ilk, orta ve liseyi Eskişehir’de okuyor. 15 yaşındayken Necip Fazıl Kısakürek’le tanışıyor. Büyük hayranlık duyduğu Kısakürek’in fikirleriyle ilerliyor. Çok sayıda makale ve kitapla İslami Büyük Doğu Akıncıları akımının (kendinden zuhur diyalektiği) felsefi altyapısını oluşturuyor. Fikirleri etrafında ‘İBDA’ grupları oluşuyor. Hiyerarşik irtibata girmeyen gruplar şeklindeki bu yapılanmalar İslam devleti kurma mücadelesine girişiyorlar. Üstelik arada Mahir Çayan, Deniz Gezmiş gibi sosyalist devrimcilere selam çakıyorlar.

 

İKİ TABANCA, BİR POMPALI

Türkiye’nin siyasi tarihindeki illegal ve marjinal örgütlere göre oldukça küçük sayılabilecek bu gruplar, 28 Şubat’ın ‘şeriat ve irtica tehdidi olduğu yönünde algı yaratarak siyasete şekil verme harekâtı’ için paha biçilmez malzeme oluyor. İşte ‘28 Şubat mağduru Mirzabeyoğlu’ hikâyesi burada başlıyor:

29 Aralık 1998 sabahı, çocuğunu okula götürmek için evden çıktıktan sonra gözaltına alındı. ‘Hüce evinde yakalandı’ diye yazıldı. Terör örgütü İBDA-C’nin lideri olduğunu kabul etmesi istendi. Sadece fikirlerini yazdığını söylese de, polis “Aslanım, kimse kitaplarını okumayacak. Buradan savcının önüne ne giderse o” dedi. 4 Ocak 1999’da tutuklandı. Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüsle suçlandı. Silahları ise iki tabanca ile bir pompalı tüfekti.

 

DGM’YE ‘NOEL BABA’ HEDİYESİ

6 ay boyunca duruşmalara katılmadı. 25 Ocak 2000’de sabaha karşı, Metris Cezaevi’ne büyük bir operasyon yapıldı. Bir tutuklunun öldüğü bu operasyona verilen ad pek manidardı: “ Noel Baba.” (19 Aralık’ta başlayan, sosyalistlerin katledildiği operasyona da “Hayata Dönüş” adı verilmişti.)

 

Mirzabeyoğlu adliyeye getirildiğinde, ağır işkenceden geçtiği anlaşılıyordu. Ayakta zor duruyordu, saçı sakalı zorla tıraş edilmişti. Yüzü kanlıydı. Medya olayı, ‘Metris’in üç aslanı yolunmuş tavuk’, ‘Tıraş olurken yüzünü kesti’, ‘İşte bu kadar’, ‘Kafasını jandarmanın copuna çarptı’ gibi başlıklarla verdi.

 

BU ÖRGÜTE BİR LİDER LAZIM!

Operasyonun gerisi ‘olağanüstü’ mirası 28 Şubat brifinglerinde bir kez daha ‘update edilmiş’ olan yargıya kalmıştı. Mirzabeyoğlu, mahkemenin ilk hâkimine, “Ben bıçak yaparım. Onunla isteyen ekmek doğrar, isteyen insan” dese de, 2 Nisan 2000’de, yeni gelen hâkim tarafından “İdam” kararı verildi. Mirzabeyoğlu “Tiyatro bitti” dedi. Yargıtay onadı. Dosya ön sırayı kapıp Meclis’e bile gönderildi. O ara idam kaldırılınca, ceza ‘ağırlaştırılmış müebbet’e çevrildi. Davanın ilk hâkimi emekli olduktan sonra, DGM hâkimliği sırasında hep baskı gördüğünü itiraf edecekti. İkinci hâkim (emekli olduktan sonra müdafiliğini yaptığı Ergenekon sanıklarının “En iyi Kürt ölü Kürt’tür” sözünü mahkemede “Kürtlerin öldürülmesini temenni etmek suç mu?” diye savundu.) “Hata yapmış olabilirim” diyecekti.

 

Artık cezaevi günleri başlamıştı. Önce Kartal F Tipi sonra Bolu F Tipi... Bir kez intihara teşebbüs etti. ‘Zihin kontrol (Telegram) yöntemi’ne kadar varan işkenceler gördüğünü söylese de duyan olmadı. Üç ay önce annesi vefat ettiğinde (22 Ocak 2012) Bursa’daki cenaze törenine katılma talebini de duyan olmadı. Tıpkı, dosyasındaki tuhaflıklara, adaletsizliklere bakan olmadığı gibi. Oysa ki daha gözaltına alınmadan 4 ay önce, Adana Devlet Güvenlik Mahkemesi Mirzabeyoğlu’nun yakalanması için İstanbul Başsavcılığı’na yazı göndermişti. İstanbul “Kendisi kitap basan, dergilerde makaleleri çıkan bir şahıs. İstanbul hudutları dahilinde hiçbir örgütsel faaliyete katıldığı, talimat ve emir verdiği bilgisi yoktur” diye yanıt vermişti.

 

Mahkeme kararında ise şöyle denildi: “Kumandan Kod Salih İzzet Erdiş’in örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlere doğrudan doğruya katıldığı tespit edilememiş olmakla beraber... Lidersiz bir örgüt düşünülmediği gibi, örgüt mensuplarının gerçekleştirdiği eylemlerden de örgüt liderinin sorumlu tutulmaması eşyanın tabiatına aykırı düşer...”

 

MAZLUMUN DİLİNDEN DERSİMLİ ANLAR

Hukuk, yani hak ve adalet duygusunu yaralayan bu karardan sonra unutuldu Salih Mirzabeyoğlu. 28 Şubat adaletsizliğinden bahseden günün ‘siyasileri’ bile hatırlamak istemezken, üstelik ‘o dilden’ anlayanların katledildiği Sivas’ı İBDA’cıların dergisi ‘Taraf’ övmüşken, geçen hafta Dersimli milletvekili Hüseyin Aygün hatırlatmaya çalıştı onu. Tıpkı, Mirzabeyoğlu’nun mürşidi Necip Fazıl’ın herkesin sırtını döndüğü Dersim katliamını tüm çıplaklığıyla ortaya koyması gibi. Çünkü zulme uğrayanlar, mazlumun dilinden en iyi anlayanlardır. Çünkü “Bir kişiye yapılan haksızlık tüm topluma yöneltilmiş bir tehdittir” ve “Haksızlığa karşı susarsanız, hakkınızla birlikte onurunuzu da kaybedersiniz.” (Radikal/Özgür Topuz)