Mesut Onatlı / Demokrat Haber

 

“Rakımı da içerim orucumu da tutarım.” “Camiye de giderim meyhaneye de.” “Namazımı da kılarım istediğimle de yatarım…” “Onun yeri ayrı bunun ayrı…” “Kime ne?” Evet bize ne? Bize ne de Anadolu İslamı veya Türk İslamı, bu halet-i ruhiyeye sahip, hayata tümüyle bu pencereden bakan bir toplum inşa etmeye başladıysa durup üzerinde düşünmek icap ediyor. Özellikle Ramazan ayı enteresan bir hal almaya başladı. Yeme, içme, cinsellik perhizinin yanında içki içmeme, camiye gitme dinden uzak kimselere bile sirayet ediyor. Yeme, içme, seks perhizi iftara kadarken içki içmeme ve camiye gitme bayrama kadar sürer. Perhiz sürecinde gözler, zihinler hep perhizin biteceği andadır. Zirve ise Bayram sabahıdır. Hastalanıncaya kadar yiyip içilecektir, bir oh çekilecek, bir dahaki Ramazana kadar görevimi yaptım, kutsandım edasıyla dilediklerince yaşayacaklardır. Buraya kadar da kime ne? Bize ne?

 

RAMAZAN ATEŞKESÇİLERİ

Bize özgü Müslümanlarımız (nitekim hep %99’dur) en son barış istemini de bu aya indirgemeye başladı. Evet, bayramlar barışmaya vesiledir ama koca bir Kürt Sorunu için barış istenci de sadece bu ayda dillendirilerek barış sağlanabilir mi? “Ramazan ateşkesçileri” denilebilecek kişiler türedi birkaç yıldır. “Hey çatışanlar, bakın kutsal Ramazan ayı geliyor. Ateşi kesin bari bu ayda insanlarımız ölmesin…” minvalinde bir çağrı yaparlar. Bir “Taraf Balıkçı” bir “Radikal Hukukçu” “Ramazan’da ateşkes olabilir.” diye Ramazan ateşkes topunu patlatırlar önce sonra “olsun, olsun…” diye imza kampanyaları başlar. Ateşi hemen kesin de değil. Ramazan gelince. Sonrası Allah kerimdir. Bayram sabahı camide bayramlaşırız da. Cami çıkışı kılıçları kuşanırız yine. En son Diyarbakır’daki Dengé Demokrat Oluşumu’nun başlattığı internette yayılan ateşkes imza kampanyası bu minvalde değerlendirilebilir.

 

“5 ATEŞKES SÜRECİNDE NEYİ KONUŞTUNUZ?”

11 ay ciddi anlamda barış çabasında bulunmayan, bir kısmı savaş çığırtkanlığı da yapan kişilerin Ramazan ayında ateşkes isteği ne kadar samimi olabilir? Hem ateşkes derken hiçbir çözüm yolu belirtmeyip “sen de elini tetikten çek sen de, ki biz barışı konuşalım” demek neyin nesidir? Ki sadece AKP iktidarında oluşan 5 ateşkes sürecinde neyi konuştunuz? 2010 Ramazan ayındaki ateşkeste ne yaptınız? Asıl savaş sırasında konuşulmaz mı barış? Diğer 11 ayda niye konuşulamıyor, istenemiyor barış? Ayrıca ateşkes çağrıları niye hep “örgüte” yöneliktir? Büyük örgüt, devletin şiddeti niye meşru görülür? Ramazan arefesinde Diyarbakır’daki devlet sopasını meşru gösteren “lanetli bir yapı ve buna destek veren 18 tane zavallı milletvekili…” diyen (diğer dahiyane söylemlerini yazmayalım) zat-ı muhteremi kınamak için niye imza kampanyaları düzenlenmez? Bu savaşın haklısı-haksızı yok mu? Haklıyı-haksızı ayırmadan niye hep iki taraf arasında illa da “orta yol” bulunmaya çalışılır bu ülkede? Daha anne karnında öğrenmeye başlanan dil konusunda orta yol olur mu mesela? “Evet, anadilin Kürtçe ama bir adım devletten bir adım da senden. Devlet seçmeli ders koydu sen de ötesini isteme artık…” gibi bir durum söz konusu olabilir mi? “Kürtçe öğretilecek ama acaba w-x-é harflerinin durumu ne olacak? Kürtler de bu harflerden taviz veremezler mi acaba…?” “Colemérg olmaz ama gelin ortası Çölemerik’te anlaşalım.” Tam bir akıl tutulması. Barış denilince çoğu kişi böylesi absürt bir uzlaşı anlıyor hala. Böylesi bir “orta yol” ile de barış sağlanamıyor haliyle.

 

“SEÇİM ATEŞKESÇİLERİ”

Bunun adı samimi barış çabası ve isteği değil olsa olsa devlete, hükümete nefes aldırmadır. Aynı tavır seçim arefelerinde de gösterilir. Bu kez de “seçim ateşkesçileri” devreye girer. “Seçim var, ateşkes yap, seçimden sonra konuşalım, çözelim…” tarzlı çağrılar yapılır. Seçim sonrası çözüm hem devletçe hem de bu çağrıcılarca rafa kaldırılır ta bir sonraki seçim arefesine kadar.

 

Ramazan ateşkesleri de hem bu doğrultuda hem de “Ramazanda küslük olmaz” mantığıyla gündeme gelir. Ramazan ya barış istenecek, Allahın emri yerine getirilecek illa. Savaşa, Ramazanda yeme içme yasağı ile aynı mantıkla bakıldığı açık. İslam’da haram kılınan içki, zina vb. davranışlar bu kişilerce nasıl Ramazan ayına indirgeniyorsa savaşmama da bu aya indirgeniyor besbelli ki. Gün içinde yeme-içme perhizi nasıl bir görev biliniyor ve akşam görev bitiminde kişi sevabımı aldım artık Osmanlı saray sofrası benzeri bir sofrada orucumu açabilir, patlayıncaya kadar yiyip içebilir ruh halindeyse savaşmamayı da bu ayda bir görev addetmekte. İşin ucunda fakirin halinden anlama değil görevini yerine getirme var. İnsanların ölmemesi değil görevini yerine getirme, sevabı kapma, devletine de nefes aldırma telaşı var desek abartmış mı oluruz?

 

“YAKLAŞAN RAMAZAN VESİLESİYLE…”

Öyle olmasa her daim barış taraftarı olan ve bunun için çaba gösterenlerin yanında isimlerini duyardık mutlaka. Çatışma anlarında çıplak ayakla çatışma bölgesine gidip bedenini siper eden beyaz tülbentli Barış Annelerinin yanında, savaşı reddediyorum diyen Vicdani Retçilerin yanında, İHD’nin, Mazlum-Der’in yanında… eylemlerinde kendilerini görür veya en azından isimlerini duyardık. Ama yok onlar Ramazanı bekliyormuş. “Yaklaşan Ramazan vesilesiyle…” diye başlamaları gerekiyormuş. Ramazan arefesinde Diyarbakır sokaklarındaki devlet terörü kimin umurunda? Kutsal Ramazanda ateşkes olsun da (günah) yılbaşında varsın Roboski olsun. Ahiret günü, Allah Roboski’yi değil Ramazanı soracak nitekim. Ama işte Roboski’nin hesabı sorulmadan, Ramazan arefesinde Diyarbakır sokaklarındaki devlet terörünün hesabı sorulmadan ne barış gelir ne de barış istenci samimiyet testinden geçebilir.

 

Ramazanda ateşkes değil, Kürtlerin gasp edilmiş haklarının iade edildiği daimi barış ve bu yolda yılmadan, usanmadan bir çaba!