Geçtiğimiz günlerde Zirve Yayınevi katliamı davasında, TSK bünyesinde kurulan Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi’ne (TUSHAD) bağlı birimlerin bu ve benzeri Hristiyanlara yönelik katliamlarda sorumlu oldukları gündeme gelmişti.

 

2003 tarihli Milli Güvenlik Siyaset Belgesi kapsamındaki "İç Güvenlik Strateji Belgesi"de şöyle deniyordu: "Türkiye'de misyonerlik faaliyetleri şemsiyesi altında yürütülen gayretler, bu ülkenin siyasi, etnik ve inanç yapısı ile sosyal ve ekonomik sorunlarını istismar etmek suretiyle vatandaşlar arasında yeni çatışma ve ayrılık yaratma çabalarıdır."

 

Bilindiği gibi Türkiye “kırmızı kitap” da denilen Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’ne göre stratejik politikalar oluşturuyor. Bu yıllarda misyonerlik faaliyetleri de tehdit olarak tanımlanmıştı. Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde tehdit olarak saptanan konu Milli Güvenlik Kurulu’nda da değerlendiriliyor, Milli Güvenlik Genel Sekreterliği alınan kararların uygulanmasını takip ediyordu. Bu amaçla yapılanmalar, örgütler kuruyor, operasyonlar icra ediyordu. Hristiyanlara yönelik katliamlar da tıpkı Kürtler ve sosyalistlere (bu sosyoloji içindeki Alevilere de) yönelik operasyonlar gibi devletin gizli birimlerinin icraatları olarak yapılmıştı.

 

AK Parti döneminde 2005 yılında güncellenen ve TSK tarafından, MGSB esas alınarak hazırlanan Türkiye'nin Milli Askeri Stratejisi'nde (TÜMAS) de tehdit olarak şu ifadeler yer alıyordu:

"Pontusçuluk, misyonerlik, Süryanilik, Ermenilik faaliyetleri ile bunlara ve iç tehdit unsurlarına destek sağlayan bazı hükümet dışı kuruluşlar ile yandaşı sivil toplum örgütleri."

 

TEDBİRLER: YAYGIN FİŞLEME, UYGULAMADA SÜREKLİLİK

Misyonerlik ile ilgili tedbirler, Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde "Diğer Faaliyetlere Yönelik Tedbirler" başlığı altında toplanmış. 41. ve 42. maddeler buna ayrılmıştı. Tedbirler şöyle:

 

-Vatandaşlarımızın sosyal ve ekonomik sorunlarını istismar ederek taban kazanmaya yönelik çalışmalar yürüten misyonerlerin, son dönemlerde etnik ve sosyal yapımızdaki unsurları da kullanmak suretiyle yürüttükleri bölücü ve yıkıcı faaliyetlerine karşı gerekli tedbirler alınmalıdır.

 

-Son yıllarda, özellikle yurtdışı kaynaklı olarak Karadeniz Bölgesindeki vatandaşlarımıza yönelik olarak sözde Rum-Pontus ruhunu canlandırmak amacıyla yürütülen propaganda ve faaliyetlere karşı gerekli tedbirler alınmalı ve uygulamada süreklilik sağlanmalıdır.

 

RAHİP SANTORO, HRANT DİNK, ZİRVE YAYINEVİ...

AKP Hükümeti'nin altında imzası bulunan MGSB'ye dayalı olarak Türkiye'de son yıllarda sadece gayrimüslümlere yönelik onlarca 'tüyler ürpertici' gelişme yaşandı. Bunlardan birkaçı şöyle: Trabzon'da Rahip Santoro öldürüldü. Ermeni gazeteci Hrant Dink vuruldu. Malatya'da Zirve Yayınevi çalışanı üç kişi boğazları kesilerek katledildi. İzmir'de bir rahip bıçaklandı, Mersin'de Samatya'da bir kilise kurşunlandı.

 

BEHNAN KONUTGAN: TUSHAD’I ÜÇ YIL ÖNCE GÖRDÜM

İstihbaratçı uzman çavuş İlker Çınar'ın, Malatya Zirve katliamı davasının ek iddianamesinde yer alan ifadeleriyle gündeme gelen TUSHAD kamuoyunda ilk kez gündeme gelmişti. Agos’un haberine göre, Türkiye Protestan Cemaati’nin önde gelen isimlerinden Behnan Konutgan ise ilk kez gündeme gelen bu oluşumdan üç yıl önce haberdar olduğunu hatta TUSHAD'a ait bir de resmi kimlik gördüğünü ifade ediyor.

 

Malatya Zirve katliamı davasının ek iddianamesinde yer alan ifadeleriyle gündeme gelen istihbaratçı uzman çavuş İlker Çınar’ın, gizli ve yasadışı askeri kuruluş TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi) ile ilgili ifadeleri kamuoyunda soru işaretlerine yol açmıştı. Temel soru ise yıllarca Protestanların arasında casusluk yapan İlker Çınar gibi şaibeli bir kişinin anlattıkları dışında TUSHAD ile ilgili başka bir tanıklığın olmamasıydı.

 

Türkiye Protestan Cemaati’nin önde gelen isimlerinden Behnan Konutgan’ın anlattıkları, TUSHAD hakkında bir başka tanıklığın daha olduğunu gösteriyor. Konutgan, kamuoyunun henüz iki haftadır varlığından haberdar olduğu TUSHAD’ı bundan 3 yıl önce İlker Çınar’ın ağzından duyduğunu, üstelik sadece duymakla kalmadığını, TUSHAD’a ait bir kimlik kartını da kendi gözleriyle gördüğünü söyledi. Konutgan, Çınar’la ilişkisini bugüne kadar sürdürdü.

 

Behnan Konutgan, “İlker, bana yıllardır TUSHAD adlı gizli ve yasadışı bir yapılanmanın içinde olduğunu söyledi. Ben kendisine pek inanmış gibi görünmeyince de kimliğini çıkartıp gösterdi. Kendi adına düzenlenmiş kimlikteki TUSHAD yazısını gözlerimle gördüm. Bu adı o gün ilk kez duydum. TUSHAD’ı Türkiye geçen hafta basından öğrendi ama ben üç yıl önce bu örgütün varlığından işte böyle haberdar oldum” dedi. 

 

BİR KURŞUNLA İKİ KUŞ: KÜRT KÖKENLİ BİRİSİ ÖLDÜRECEK

İlker Çınar, Zirve davası ek iddianamesinde yer alan ifadesinde Behnan Konutgan’a yapılacak suikast girişimiyle ilgili olarak şunları söylüyor:

“Mehmet Ülger, Haydar Yeşil ve Ruhi Abat ile yaptığımız görüşmede, Mehmet Ülger Türkiye Protestan Kiliseler Birliği Başkanlığı da yapmış olan Behnan Konutgan hakkında bir proje olduğunu, şahısla ilgili bir çalışma yapılacağını belirtti. Şahısla ilgili projenin nasıl bir proje olduğunu sorduğumda Kürt kökenli birisi tarafından Behnan’ın öldürüleceğini, cinayet sonrası bu şahsın yapacağı beyanlarında Behnan Konutgan’ın kendisine etnik kökeni ile ilgili vurgulamalar yaparak kışkırtıcılık yaptığını, bunu yaparken de aynı zamanda kendisine İncil’i empoze etmeye çalıştığını, bu şekilde ısrarlı girişimleri neticesinde tahrik olarak Behnan Konutgan’ı vurduğunu söyleyecekti.”

 

Türkiye Protestan Cemaati’nin önde gelen isimlerinden Behnan Konutgan:

‘İlker Çınar’ın TUSHAD kimliğini gördüm’

Geçen haftaki Agos’ta, ‘Bir istihbaratçının tövbekâr misyoner olarak portresi’ başlığıyla yaşam öyküsü anlatılan İlker Çınar ile ilgili yeni bilgiler ortaya çıktı. Zirve davası ek iddianamesinde sık sık müşteki olarak adı geçen Türkiye Protestan Cemaati’nin önde gelenlerinden Behnan Konutgan, Agos’a yaptığı açıklamada, İlker Çınar’ın üç yıl önce kendisine gelerek itiraflarda bulunduğunu ve TUSHAD (Türkiye Ulusal Stratejiler ve Hareket Dairesi) adına çalıştığını söyleyerek, TUSHAD kimliğini kendisine gösterdiğini söyledi.

 

Zirve katliamı davasının ek iddianamesinde, Behnan Konutgan’a yönelik tasarlanan, ancak İlker Çınar’ın ihbarı üzerine önlenen bir suikast girişiminden söz ediliyor. İddiaya göre Behnan Konutgan, 15-25 Ekim 2008’de Tarsus’a yapacağı ziyaret esnasında öldürülecekti. İlker Çınar, o tarihlerde Tarsus’a gelen Konutgan’ın gezi boyunca yanından ayrılmayarak suikast girişimini engellediğini iddia ediyor. Protestan cemaati arasında yaptığımız araştırmalara göre İlker Çınar’ı en iyi tanıyanlardan birinin Behnan Konutgan olduğunu, Konutgan ile Çınar arasındaki ilişkinin hâlâ sürdüğünü öğrendik. Kendisine başvurduğumuz Behnan Konutgan, İlker Çınar’la ilgili tüm bildiklerini açık yüreklilikle anlattı.

 

  • İlker Çınar’la nasıl tanıştınız?

İlker’i Selçuk’taki İncil Akademisi’nde öğrenciyken tanıdım. Ben de aynı akademide ders veriyordum. İlker 2000-2002 arasında bu seminer programında okudu ve mezun oldu. Daha sonra da memleketi Tarsus’a gitti.

 

  • Tarsus’a gittikten sonra da ilişkiniz sürdü mü?

Evet ama İlker ile ilgili ilk olumsuz duyumlar da o zaman gelmeye başladı.

 

  • Neler oldu Tarsus’ta?

İlker, Tarsus’ta birkaç Yeni Zelandalı misyonerle çalışmaya başladı. Daha sonra İlker’in sıkça pastörü olduğunu söylediği Tarsus Uluslararası Kilisesi, işte bu birkaç Yeni Zelandalı ile kendisinden oluşan küçük bir grubu ifade ediyor. İlker bir süre sonra bu Yeni Zelandalılardan para istemeye başlamış. Onlar da vermeyince aralarında sorun çıkmış. O kişileri önce tehdit etmiş, ardından da darp etmiş. Bunları duyduk. O dönemde kendisini aradığımda bunların iftira olduğunu söyledi. Ama cemaat içinde itibarı da büyük ölçüde kaybolmuştu.

 

  • Ajan olduğu nasıl ortaya çıktı?

Bir akşam baktık, Hulki Cevizoğlu’nun programında Hıristiyanlara atıp tutuyor. Söylediği şeylerin de çoğu yalan. Programdan sonra kendisini aradım: “İster Müslüman ol, ister Budist, bizi  ilgilendirmez ama neden bizim hakkımızda yalan söylüyorsun?” dedim.

 

  • O ne cevap verdi peki?

“Behnan bilmediğin şeyler var, şimdi konuşamam” deyip telefonu kapattı.  

 

  • Sonra tekrar nasıl görüştünüz?

Birkaç gün sonra beni aradı. Çok öfkeliydi. Hulki Cevizoğlu, programa çıkması için para teklif etmiş ama programdan sonra vaat ettiği parayı vermemiş. “Beni kandırdılar” dedi. “Neden bunları yaptın” dediğimde “Mecburdum, bana zorla yaptırıyorlar bunları” dedi ama ayrıntı vermedi. Daha sonra bir süre beni aramadı.

 

  • Sonra nasıl karşılaştınız?

2008’de Tarsus’a gidecektim. Haber almış. Beni aradı: “Behnan buraya geliyormuşsun. Ben sana eşlik edeceğim” dedi. Tarsus’a indiğimde baktım, hakikaten yanıma geldi. Oturduk, konuştuk. Çok tedirgindi. Açıkça “sana suikast düzenleyecekler” demedi ama “çevrene yaklaşan Kürt gençlerine dikkat et” dedi. “Ne demek istiyorsun?” deyince bir şey söylemedi ama Tarsus’ta bulunduğum süre içinde hep yanımda oldu. Böylece beni korumaya çalıştığını çok daha sonra savcılığa verdiği ifadesinden öğrendim.

 

  • Neden sizi korumak istemiş olabilir?

Ben ona hiçbir zaman sırtımı dönmedim. Her aradığında görüştüm. Aslında vicdan azabı da çekiyordu. Bence Hıristiyanlıkla bu kadar içli dışlı olduğu için dinen etkilenmişti de…

 

  • Sizin bu Tarsus gezinizden sonra nasıl görüştünüz?

Yaklaşık 3 yıl önce İstanbul’a geldi ve buluştuk. O buluşmada çok şey anlattı. Öncelikle TUSHAD diye bir yapılanmadan söz etti ve kendisinin yıllardır bu örgütün içinde olduğunu söyledi. Ben bu işlerden anlamadığım için “Bu TUSHAD nedir?” dedim. Açılımını söyledi. Türkiye Stratejik bilmemne… Ben pek inanmış gibi görünmeyince kimliğini çıkartıp gösterdi. Kendi adına düzenlenmiş kimlikte TUSHAD yazısını gördüm. Bu TUSHAD adını Türkiye geçen hafta gazetelerden öğrendi ama ben üç yıl önce İlker’in ağzından işte böyle duydum.  

 

  • Başka neler söyledi bu buluşmanızda?

“Ne yaptıysam bu TUSHAD adına yaptım ama şimdi çok pişmanım” dedi. “Bundan sonra Hıristiyanlara zarar vermeyeceğim, aksine sizi korumak için elimden geleni yapacağım” dedi. Ayrıca bir flaş bellek getirdi yanında. İçinde 500 küsur sayfalık bir rapor vardı. Rapora göre güya ben 17 gizli teşkilatın başkanlığını yapıyordum.

 

  • Hangi teşkilatlarmış bunlar?

Kürdistan Hıristiyanlar Birliği gibi hayali örgütler. Hiçbirinin adını bile duymadım. Böyle hayali bir sürü örgüt ismi vardı.  Gerçi arada ikisi doğruydu: Biri Protestan Kiliseler Temsilciler Kurulu ki, adından belli ne olduğu zaten, üstelik gizli bir örgüt de değildi. İkincisi ise yine yasal bir yardım kuruluşu olan Silas’tı. Ama onun dışındakiler tümüyle uydurmaydı. Beni bölücü ve yıkıcı faaliyetlerin odağındaki bir insan olarak gösteriyordu bu rapor. Ben tüm bunları, daha sonra Emniyet Terörle Mücadele Şubesi’nden (TEM) bilgime başvurmak için beni çağırdıklarında birleştirebildim. Beni ‘bölücü misyoner’ olarak kodlayıp suikastı meşrulaştırmak istiyorlardı. TEM bana “Size suikastı genç bir Kürde havale ettiler” dedi.

 

  • İlker Çınar, önce Deniz Uygar adıyla gizli tanık olarak ifade verdi ama daha sonra kimliği açığa çıktı. Sizinle bu dönemde de görüşmeye devam etti mi?

İlker, polise ve savcıya ifade verdikten sonra Ankara’ya taşındı. Bana telefon edip Ankara’da olduğunu, İstanbul’a bir süre gelemeyeceğini söyledi. Son bir buçuk yıl içinde 4-5 kez telefonla beni aradı.

 

  • Ne konuştunuz son görüşmelerinizde?

Başından geçen tüm gerçek olayları yazacağı bir kitap hazırladığını, kendisine yardım edip edemeyeceğimi sordu. Ben de eğer kitapta gerçekleri yazacaksa kendisine yardım edeceğimi, yazdıklarını okuyup düzeltebileceğimi söyledim.

 

  • En son ne zaman görüştünüz?

En son geçen Şubat’ta beni aradı. Geçen hafta basında hakkında çıkan haberleri okuyunca telefon ettim. Ama son bir haftadır kendisinin de eşinin de telefonu kapalı, ulaşamıyorum.

 

  • Geçenlerde İlker Çınar hakkında “zehirlenerek öldürüldü” şeklinde haberler çıktı ama daha sonra bu haberler yalanlandı. Sizce başına bir şey gelebilir mi?

Bu yüzden hep tedirgindi zaten ama umarım başına bir şey gelmez ve tüm bildiklerini açık açık anlatır.

 

  • Tüm bu olup bitenlerden sonra ona hâlâ güvenebiliyor musunuz? Bir gün çıkıp gelse ve sizin kilisenize girmek istese kabul eder misiniz?

Ben onun gerçekten pişman olmuş olduğunu sanıyorum. Bir gün çıkıp gelse ve gerçekten tövbe ettiğini söylese ona bir şans daha veririm. Sonuçta Hıristiyan ahlakı da bunu gerektirir.