Uluslararası Hukuk Profesörü Hüseyin Pazarcı, Türkiye'nin Doğu Akdeniz’e donanma eşliğinde sismik araştırma gemileri göndermesinin ardından bölgede artan gerilime ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Pazarcı, "Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesi itibariyle durumu lehine olabilecek verilere sahip bulunmuyor. Hâlbuki bunların birçoğu hukuka aykırı. Akdeniz’de durumumuz çok iyi değil. Bizim üzerimizde siyasi baskılar yapıyorlar. Doğu Akdeniz’de hiçbir devlet, gelin işi hukuki olarak halledin demiyor. Herkes sadece siyasi sorun çıkarmayın, bölgede karşıtlık durumu yaratmayın şeklinde Türkiye’ye karşı pozisyon alıyor" dedi.

Artı Gerçek’ten Derya Okatan'a konuşan emekli büyükelçi ve Uluslararası Hukuk Profesörü Hüseyin Pazarcı'nın açıklamaları şu şekilde:

KIBRIS: Doğu Akdeniz dediğimizde özellikle Akdeniz’in Arap Yarımadası ve Türkiye’ye yakın bölgesi kast ediliyor. Aşağı yukarı Libya’dan itibaren başlıyor. Bu bölgede tamamen anlaşmazlık bölgesi niteliğinde bir ada olan Kıbrıs var. Kıbrıs’ta Türk toplumu ve Rum toplumu uzun süredir anlaşamıyor. Denizin üzerinde etki doğuran büyükçe bir adada iki ayrı egemenlik iddiası var. Hâlihazırda federasyon görüşmeleri yapılıyor ama bu görüşmelerin şu an bir sonuca vardığı yok, varması da bir hayli zor. Kıbrıs konusunda biz en önemli tarafız ve diğer devletlerle anlaşamıyoruz. Diğer devletler, Kıbrıs Rum yönetimini Kıbrıs Cumhuriyeti’ni hükümeti olarak tanıyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımıyor. Öbürlerinin birlik oluşturması nedeniyle böyle bir ada üzerinde diplomatik açıdan zayıf durumda kalıyoruz.

DENİZ ALANLARI

Deniz alanlarına gelince… Deniz alanlarının sınırlandırılmasında kara ülkelerin bu deniz alanı üzerindeki etkisine bakılıyor. Bu çerçevede diğer bütün devletler bu cumhuriyetin Kıbrıs Rum yönetimi tarafından yönetildiğini kabul ediyor. Onun yaptıklarını, meşruiyetini tanıma yoluna gidiliyor. O da bu durumu suistimal ederek, ikili görüşmeler yapılması konusunda Birleşmiş Milletler’in önerileri olmasına ve iki taraf da bu önerileri kabul etmesine rağmen, görüşmeler ilerlemediği sürece Doğu Akdeniz’de deniz alanlarının kendi yetkisi altında bulunduğunu iddia ettiği bölgelerde araştırmalara girdi.

Doğalgaz buldu ve onu çıkarma yoluna gitti. Orada biz Türkiye olarak hukuki açıdan çok zayıf değiliz. Diğer devletlerin muhatap olarak Rum yönetimini kabul etmesine bağlı onun lehine pozisyon almaları durumuyla karşı karşıya kalıyoruz. Rum yönetimi adadaki bana ait kıyılardan itibaren deniz alanını işletirim, diyor. Güya Kıbrıs Türk tarafının bölgesine tam girmediğini ifade ediyor, bu benim hakkımdır, diyor. Hâlbuki böyle bir hakkı yok. Özellikle federasyon görüşmeleri yapılırken iki toplum federasyonda anlaşırsa bu konuda birlikte karar vermeleri gerekiyor. Ama Avrupa Birliği (AB) devletleri, AB üyesi olduğundan Rum yönetimi ile belirli bir dayanışma içine giriyorlar. Bu hukuki bir anlamı olan bir dayanışma değil.

MISIR: Türkiye’nin oradaki durumu, sadece AB’nin bu yaklaşımıyla da sınırlı kalmıyor. Kıbrıs adasının karşısında bir takım Doğu Akdeniz devletleri var. Mısır bu devletlerin en önemlilerinden bir tanesidir. Mısır ve Rum yönetimi 2003 yılında Münhasır Ekonomik Bölge Sınırlandırması Anlaşması yaptı. Dolayısıyla kendi pozisyonunu, başka bir devletle anlaşma yapmak suretiyle daha geçerli hale getirmeye girişti. Mısır bu anlaşmayı yaptı ve BM’ye bildirdi. Dolayısıyla Mısır ile KKTC’nin deniz üzerinde herhangi bir anlaşma yapabilmesinin imkânı kalmadı.

Kıbrıs adasının batısında Anadolu’nun uzantısı olması vesilesiyle Türkiye olarak hakkımız olan yerler var. Bizim kıta sahanlığı hakkımız olan yerler ile Rumların Münhasır Ekonomik Bölge alanı çakışıyor. Rum’un bize ait olan kıta sahanlığını Mısır ile yaptığı Münhasır Ekonomik Bölge Anlaşmasına dayanarak el koyması söz konusu.Bu da tasvip ettiğimiz bir şey değil. Mısır ile yaptığı bu anlaşma bizim haklarımızı hesaba katmadan yapılmış bir anlaşma. Burada da biz Mısır’ın olumlu yaklaşmaması sebebiyle zayıf pozisyonda bırakılan devlet konumunda kalıyoruz.

İSRAİL: İsrail’in Kıbrıs Rum Yönetimi ile yaptığı bir sınırlandırma anlaşması var. İsrail de kendi bölgesine düşen yerde daha zengin doğalgaz kaynakları buldu ve işletme yoluna gidiyor. Bu açıdan Kıbrıs Rum yönetimi ile işbirliği yapan, dünyada bir hayli etki sağlayabilen bir devlet olan İsrail’i de yine karşımıza almış bulunuyoruz.

LÜBNAN: Lübnan, Kıbrıs Rum Yönetimi ile Münhasır Ekonomik Bölge sınırlandırması ve kıta sahanlığı açısından bir anlaşma yaptı. Onu onaylama yoluna henüz gitmedi ama bu açıdan bizim Akdeniz’deki Mavi Bölge’de etkili olmamızın önüne set çeken bir durum oluyor.

YUNANİSTAN: Yunanistan Meis Adası üzerinden hak iddiasında bulunuyor. Yunanistan’ın da Akdeniz ve Ege’de Münhasır Ekonomi Bölgesi yok, bizim de yok. Bizim sadece Karadeniz’de var. Yunanistan, Meis Adası’nın deniz üzerindeki etkisinin çok üzerinde bir kıta sahanlığı alanını tanıma yoluna gitti ve bunu ilan etti. Küçücük bir ada olan, Türkiye’nin 2,5 kilometre ötesinde bulunan Meis Adası üzerinden Yunanistan, binlerce kilometrekarelik bir deniz alanı üzerinde etkili olma iddiasında bulunuyor. Bu hukuken mümkün değil. Meis Adası’nın kıta sahanlığı Kıbrıs’a kadar uzanıyor. Yunanistan ayrıca Meis Adası’nın kıta sahanlığını Rodos’a, Girit’e kadar uzatma yaklaşımı içerisinde bulunuyor. Uluslararası hukukta kıta sahanlığı ya da Münhasır Ekonomik Bölgede bakılan şey hakkaniyettir. Hakkaniyete uygun olabilmenin hukuki koşulları belirlenmeye çalışılırken önemli veri kıyı uzunluğudur. Bizim Akdeniz’in bu bölgesinde 800 km civarında bir kıyı uzunluğumuz var. Ama Kıbrıs Rum yönetimi, bütün ada hesaba katılsa bile etkisi bizimle mukayese edilemeyecek bir kıyı çizgisine sahip. Türkiye’nin bu bölgede çok daha fazla kıta sahanlığına sahip olması gerekiyor.

KARA ADA: Meis’in yan tarafında, küçük, Türkiye’ye yakın olan bir ada. Yunanistan’ın Kara Ada üzerine asker çıkarması havayı yumuşatma nitelikli bir veri değil. Yunanistan bunu niye yapıyor, Türkiye çıkıp Kara Ada’yı teslim mi alacak? Yunanistan kışkırtma yaratıyor. O da onun aleyhine çalışacak bir veri. 12 adalar Yunanistan’a geçerken bu adalar ve adacıklar üzerinde hiçbir şekilde silahlanmama şartı konuldu. Zaten Kıbrıs sorunu yeterince karışık, bunun gibi yeni sorunlar eklemek suretiyle iş daha da komplike hale geliyor. Akdeniz’de olabildiğince Münhasır Ekonomik Bölge veya kıta sahanlıkları üzerine yoğunlaşıp sorunları geliştirmemek lehimize olacaktır.

LİBYA: Libya çatışma içindeki bir ülke konumunda. Kaddafi’nin düşmesinden beri meşru sayılan bir hükümeti var ama fiili olarak ülkenin her yerinde etkili değil. Hatta etkisi ayaklanan Hafter güçlerine göre daha az. BM tarafından meşru sayılan Sarrac hükümeti ile Türkiye bir deniz yetki alanı sınırlandırması anlaşmasına gitti. Bu çerçevede Doğu Akdeniz’in bu bölgesinde yani Kıbrıs adasının batısında,Girit’in doğusunda,Meis Adası’nın daha güneyinde olan bir alanda yetkimizin bulunduğunun göstergesi idi. Bu anlaşma bizi belirli düzeyde güçlendiren bir nitelik taşıyor.

Burada da Yunanistan, oraya kadar gidemezsin, bizim alanımıza girer, diyor. Yunanistan, bizim deniz sınırlandırması anlaşmamızı etkisiz kılabilmek için bizim bölgemiz üzerinden çaprazlama bu kez Mısır ile bir kıta sahanlığı ve deniz yetki alanı sınırlandırması çalışmasına gitti. Bunu gerçekleştirirse, ki öyle görünüyor, o zaman Libya ile olan kıta sahanlığımızı kesen, onun üzerinden geçiş yapan başka bir iddia ile ortaya çıkmış olacak. Bunun da taraflarca görüşülüp halledilmesi gerekecek.

Bütün bunlar bizim bakımımızdan önümüze çıkan hukuki, teknik sorunlar. Bunların aşılması da bir günde olacak iş değil. Ama Yunanistan’ın ve diğer büyük devletlerin yaklaşımı hiç de bizim lehimize değil. Bunun sebebi de kendilerinin bu bölge üzerinde sahip olmak istedikleri etkiler, yetkiler.

FRANSA: Fransa bu bölgede egemen olmayı, etkili olmayı arzu ediyor. Sadece Macron da değil. Uçak gemisini bu bölgeye gönderme kararı sadece bir başkanın kararı olamaz, devletin genel değerlendirmesini oluşturur. Tarihsel olarak baktığımızda yüzlerce yıl Magreb dediğimiz Kuzey Afrika üzerinde bir üstünlük elde etmişler. Tunus, Cezayir, Fas her ne kadar bağımsızlıklarını kazansa da Fransa buralarda halen çok etkili. Fransa, Kaddafi’nin düşmesinin ardından Libya ile de çok ilgilenir oldu. Libya içeriği de çok zengin olan petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip. Bu bölgedeki müdahalesinde Fransa’nın en temel gerekçesi Türkiye’nin Libya üzerinden müdahil olması, devreye girmesi, bir takım kıta sahanları üzerinde iddia sahibi olmasıdır.

ABD: ABD, bugün hâlâ dünyada en dominant devlet pozisyonundadır. Bütün Akdeniz’de kendisinin dediğinin yapılmasını tercih ediyor ama bugün ABD’nin üzerine oynadığı ülke Suriye ve Irak. Bu bölgelerin petrolünü kullanabilmek, stratejik müttefiki olan İsrail’in korunmasını da sağlayacak ABD taraftarı devletlerin oluşması için çalışıyor. Yunanistan ve Türkiye NATO üyesi. Bu iki üyenin çatışması, NATO’nun en güçlü, en belirleyici devleti olan ABD’yi rahatsız edici bir nitelik taşıyor. Türkiye ve Yunanistan çatışma konumuna girerlerse Rusların pozisyonunu da güçlendirmiş olacaklar. NATO’da bölünmenin, Ruslara getireceği avantajlar olacak. ABD, Türkiye’nin etkili, yetkili olmasını arzu etmiyor. Ellerinden gelen siyasi diplomatik verileri de temin etmeye çalışıyorlar. İşte bugün Pompeo (ABD Dışişleri Bakanı) Kıbrıs Rum yönetimi ile görüşmeye gidiyor. ABD’nin bizi Doğu Akdeniz’de tutmak istememesinin bir başka nedeni, Kıbrıs Rum yönetiminin doğalgaz araştırmalarında Amerikan petrol şirketlerine imkân vermesidir. Bazı bölgelerde Fransız ve İtalyan petrol şirketlerine de araştırma ve gerekirse doğalgaz veya petrolü çıkarmalarını sağlayacak müsaadeleri verme yoluna gidiyor.

RUSYA: Suriye’de bizimle biraz anlaşır gibi oldu ama anlaşır gibi... Deniz alanı itibariyle ne düşünür diye baktığımızda, Libya’da Hafter’i destekleyen, yani bizim pozisyonumuza aykırı bir tutum alan devlet konumunda. Rusya, hem NATO üyeleri arasında sorun çıkarsa mutlu olacak hem de Doğu Akdeniz’e daha güçlü inecek. Rusya da bizi orada koşulsuz destekleyecek konumda değil.

"TÜRKİYE’NİN DOĞU AKDENİZ’DEKİ DURUMU ÇOK İYİ DEĞİL"

Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesi itibariyle durumu lehine olabilecek verilere sahip bulunmuyor. Hâlbuki bunların birçoğu hukuka aykırı. Akdeniz’de durumumuz çok iyi değil. Bizim üzerimizde siyasi baskılar yapıyorlar. Doğu Akdeniz’de hiçbir devlet, gelin işi hukuki olarak halledin demiyor. Herkes sadece siyasi sorun çıkarmayın, bölgede karşıtlık durumu yaratmayın şeklinde Türkiye’ye karşı pozisyon alıyor.

RUSYA’NIN KIŞKIRTICI BİR POZİSYONU VAR MI?

Türkiye bölgedeki işlere tereddütlü başladı. Yıllardır Meis Adası’nın güneyinde bazı araştırmalar yapması daha doğal, normal olurdu. Yıllardır bunu yapmadı da kışkırtma üzerine girdi hesabından ziyade, daha fazla işin bilincine vardı. Hakikaten burada doğalgaz var. Bunu gördü. Rusya’nın kışkırtmasına bağlı olarak oyuna geldiğini ilk elden düşünmüyorum. Bir de işin iç politika yanı var. Hükümet pandemi sürecinde ağırlaşan ekonomide ve toplumsal alanda sıkışınca bir şeyler yapma ihtiyacı duydu gibime geliyor. Bunun da bu çalışmalara başlama konusunda rolü olmuştur diye düşünüyorum. Hükümet dış politikayı iç politika bakımından bir hayli kullanıyor.

"AKP İKTİDARININ DIŞ POLİTİKASI İÇ POLİTİKA AMAÇLI"

İç politika amaçlı dış politika yapma, bağıra çağıra etkileme gibi yollar sonuç alınabilecek yollar değildir. İç politika amaçlı dış politika, hükümetin iktidarını halka daha iyi anlatabilme açısından bulduğu yol diye değerlendiriyorum. Bunun dış politikada etkili olması pek mümkün değil. Bizim dış politikamızın bu yönden pek iyi olmadığını söylemek zorundayım. Macron’un son yaklaşımı da biraz gösterge oluyor. Söylediği şey, ‘Ben Cumhurbaşkanı’na karşıyım, Türk halkına karşı değilim.’ Bu tamamen Macron’un iç kamuoyuna dönük bir yaklaşımı.

CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN: KURTLAR SOFRASI BİZİ YEMEK İSTİYORLAR

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Kurtlar sofrasında bizleri yemek istiyorlar ama biz size büyük geliriz’ sözleri devletleri üzerine, büyük egemen devletlerin kendi ulusal çıkarları hesabına davrandıkları, böyle bir şekilde nitelendirilebilecek bir kurtlar sofrası vardır diyebiliriz. Ama belki daha yapıcı ifadeler kullanılması söz konusu olabilirdi. O devirde Sayın Erdoğan belediye başkanı ama bugün tam yetkili konumda bir Cumhurbaşkanı. O bölgelerin devletlerinin halkına da hitap edecek, daha yumuşak yaklaşımlar, daha makul bir takım söylemler daha iyi olur diye düşünüyorum. Ama takdir yine iktidara ait.