Tuncel, Şener’e yazdığı mektubunda, “Dink suikastı, bu çatının (devletin) çürük kiremitlerinden biri. Dink cinayetinde dönemin yetkilileri, içinde ajan olan grubun eyleminin daha önceden istihbaratını aldıkları halde eylemi yemişler” dedi

‘Polis bana yakılmayacağım sözü verdi’

Milliyet muhabiri Nedim Şener tarafından kaleme alanın “Kırmızı Cuma-Dink’in kalemini kim kırdı” (Doğan Kitap) isimli kitapta, polis istihbarat elamanı Erhan Tuncel’in Şener’e yazdığı mektuplar da yer alıyor. Tuncel, 11 Kasım 2010 tarihli mektubunda, “Devlet ve Dink cinayeti” arasındaki ilişkiyi şöyle yorumluyor:

“Devletimiz çatıdır. Dink suikastı, bu çatının çürük kiremitlerinden biri. Her yağmur yağdığında damlatıyor. Çatının altındakiler rahatsız oluyor. Ancak tabii ki bu konudaki karar devletin tekelindedir. Şayet varsa gerçek sorumlular ortaya çıkarılmalı. Ne siz ne de biz mahkemeyiz. Derin devlet dediğiniz olgu devletin bağışıklık sistemidir. Ülkemizin menfaatleri doğrultusunda hukukla halledemeyeceği (Daha doğrusu kendi kurumlarının etkisiz kaldığı anda) zamanlarda hukuk dışına çıkarak çözmektedir. Bu olayın mağdurları arasında, başta merhumun ailesi, Türk milleti, Emniyet Genel Müdürlüğü diğer kolluk güçleri, ülkemizin istikrarı bulunuyor. Hatalar şahıslara aittir kurumları bağlamaz. Ancak düzeni sağlamak ve suçu önlemek, suçluyu almak, adalete teslim etmek bu kurumların görevidir.”

DAVA NASIL BİR YERE VARIR?

Tuncel, son duruşmalarda ısrarla dosyaya girmeyen delillerden söz etti. Bunların başında da polis tarafından dinlenen ve imha edildiği iddia edilen telefon kayıtları ile internet üzerinden polislerle yaptığı msn kayıtları bulunuyor. Yazdığı mektupta bu konudaki ısrarını da şöyle vurguluyor: “Ancak şunu belirtmeliyim ki, davanın Trabzon ayağı ve onunla bağlantılı kurumları telefon kayıtlarım ve internet görüşmelerim olmadan hiçbir yere varmaz.”

‘İstihbarat eylemi yedi’

 Özellikle Trabzon İstihbarat Şubesi’nin Dink’e yönelik suikast haberine sahip olduğu halde, bu cinayeti önleyecek bir operasyonu neden yapmadığı ve kendisinin bu konuda yanıltıcı bilgi verip vermediği sorusuna Tuncel şu yanıtı veriyor:

“Bir istihbarat elemanı (YİE) bilgi almamışsa bu o şahsın eksikliğidir. Sözü uzatmaya gerek yok. Dink cinayetinde dönemin yetkilileri takipli olarak gerçekleştirilen, içinde YİE (yani ajan) olan grubun eylemini daha önceden istihbaratını aldıkları halde eylemi yemişler.”

 Şener, Tuncel’in sorularına oldukça dağınık ve mesafeli yanıtlar verdiğini belirtiyor. Tuncel, mektubunda Dink cinayeti sonrası Trabzon’da yaşananlarla ilgili de bilgi veriyor.

 

İSTİHBARATTA NESCAFE MESAJI

Bilindiği gibi Tuncel, 19 Ocak 2007’de işlenen cinayetin hemen ardından Trabzon İstihbarat Şubesi ve Bayburt’da görevli olan polis istihbarat memuru Muhittin Zenit ile telefon görüşmesi yapmıştı.

Tuncel, 20 Ocak’ta akşam saatlerinde henaz Ogün Samast’ın ismi medyada yayınlanmadan, Trabzon İstihbarat Şube’ye alınmış, sabaha kadar orada polislerle “sohbet” etmişti.

Hatta İstihbarat Dairesi Başkanı Ramazan Akyürek’in bilgisi dahilinde ve İstihbarat C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in isteği üzerine Muhittin Zenit görevli olduğu Bayburt’tan Trabzon’a geçmiş, sabaha kadar süren o sohbete katılmıştı. Ancak, o görüşmede neler konuşulduğu, görüşmeye hangi polislerin katıldığı hiçbir zaman ortaya çıkmadı. Tuncel, o geceyi anlatırken mahkemede, “Bana o gece nescafe ikram ettiler, ne anlama geldiğini daha sonra anlatırım” demişti.

 

O gece polis neler oldu?

Tuncel, istihbarata misafir edildiği o geceyi şöyle anlatıyor:

“...En önemlisi sonradan aklıma geldi. Bana yakılmayacağım sözü verildi. Defalarca tekrar edildi. ...İstihbaratta misafirliğim operasyonun selameti açısından en uygun görüşme yeri orası olduğu için misafir edildim. Nescafe konusu o gece Faruk Sarı(Trabzon İstihbarat Şube Müdürü) ve Yahya Öztürk(Trabzon Terörle Mücadele Şube Müdürü) yanımdaydı. Nescafe ikram edildi. Sarı dedi, ‘Bizim oradan gelsin’, Öztürk, ‘Çay gelsin’ dedi. Orada sadece İstihbarat Şube’de kahve makinesi var. Daha başka ne diyeyim.

İki ay görüşmeden dolayı eksik bilgileri tamamladım. Kürşat (istihbaratçı polis) içeriye girdiğinde, ‘Benim size söylediğim çocuk’ (son görüşmeyi kastederek) dedim. ‘Evet söyledin’ dedi. Dışarıya çağırdılar ‘Yok söylemedin’ dedi.”

Elemanlıktan çıkarıldı mı?

 Tuncel, duruşmalar sırasında bir soru sormuştu: “Ya elemanlıktan çıkarılmamışsam, o zaman ne olur?” Cevap basit. Devletin cinayetteki parmağı olurdu. Ancak, tüm kayıtlar, 17 Kasım 2006’da Trabzon Emniyet Müdürlüğü’nün Tuncel’i elemanlıktan çıkardığını gösteriyor. Aksi ispatlanana kadar da bunun doğruluğuna inanmak zorundayız. Ancak, elemanlıktan çıkarılma gerekçeleri aynı derecede inandırıcı değil.

İstihbaratçı polisler, Tuncel’in, buluşmalara gelmediği, yalan söylediği ve para düşkünü olduğu gerekçesiyle elemanlıktan çıkarılmasını istemişti. Oysa, Tuncel 2004 ve 2006 arasında yalnızca 1.050 TL para almıştı. Daha önce yalan söylediğine ilişkin hiçbir kayıt olmayan Tuncel, gelmemek bir yana aradığı halde istihbaratçılara ulaşamadığını söylemişti. Tuncel mektubunda elemanlıktan düşürülme tarihinin doğru olduğunu ancak, ilişkinin kesilmediğini vurguluyor.

‘Polis ilişkiyi hiç kesmedi’

Tuncel, polisin kendisiyle ilişkiyi kestiği iddiasını şöyle yalanlıyor: “Bilgiyi (Dink’e suikast) benden aldıklarını Ankara’ya, İstanbul’a bildirmişler. Bana kurulan komplo ihtimalini göz önüne alırsak Dink cinayetini tasarladıkları için ilişkiyi kesmişler. Polisler diyor ki, ‘yalan söylüyor’, hangi konuda yalan söylediğimi söylemiyorlar. Yardımcı istihbarat elemanlığından düşürülme tarihim doğrudur. Kasım ayı sonundan itibaren hiçbir emniyet yetkilisiyle yüz yüze görüşmem olmamıştır. Telefon trafiği aralık sonuna kadar devam etmektedir. MSN görüşmeleri var. İletişim telefon MSN ile sağlanmakta. İlişki kesme hususu tamamen uydurmadır.”

 

 

 

‘Size yazdım hücreye attılar’

Tekirdağ F Tipi Cezaaevi’nde tutulu bulunan Tuncel, Milliyet’e gönderdiği mektuplardan sonra yoğun baskıya uğradığını bildirdi. Tuncel, 12 Ocak günü gönderdiği ve 13 Ocak’ta elimize geçen mektupta yaşadığı baskıyı şöyle anlattı:

“Sizinle görüşmemden bir takım çevrelerin aşırı derecede rahatsız olduğu sanısı içindeyim. Çok yoğun baskı altına cezaevi idaresi tarafından alındım. Beni zorla kışın ortasında penceresi kırık hücreye aldılar. Çok soğuktu. Isınmak amacıyla birkaç parça gazete yakmıştım. Kazayla yatak, battaniye hafif tutuştu. Zorla beni süngerli odaya kapattılar. Hakkımda soruşturma açıldı. Her şeyime el koydular.

Mahkumlar arası muazzam ayrıcalık var. F tipleri tam rezalet. Keyfi uygulama. Sözün özü sizin hakkınızda birikimi olan ve benim de yargılanmadığım davada ülkemizin istikrarı için olaya engel olmaya çabaladığım gibi olayın çözümü yönünde somut iddialarla irade yansıtmam üzerine hemen buraya talimat yağdığını düşünüyorum.

Standart bir mahkum /tutuklunun hiçbir hakkına bile sahip değilim (Benim tek arzum bu) Rahmi Gönen (Kurum 1. Müdürü). Ali Haydar Ak ve diğer İdare Gözlem Kurulu psikolojimi alt üst edecek seri kararlar almaya başladı.

İnfaz Başmemuru Şaban burada imtiyaz sağlanan mahkum/tutuklulara sürekli rapor gibi bilgi aktarıyor (Bu çok büyük istihbarat zafiyetidir) Şu an idarenin ağır tahriki altında hakkımda soruşturma açıldı (Kurum malına zarar verme, hakaret) yasaya aykırı olmasına rağmen, hücre cezasının yanında (4 yıldır hücrede yatırıyorlar) mektup telefon görüşme ve görüşleri kesiyorlar. İnce bir uyarı tepeden diye düşünüyorum. Siz beni anlarsınız. Yapıyı benden iyi biliyorsunuz.”