Oya Baydar, CHP Genel Başakanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun Uşak'ta yaptığı konuşmaya değindi. Kılıçdaroğlu'nun, "Siz ne kadar milliyetçiyseniz biz de o kadar milliyetçiyiz. Siz ne kadar ülkücüyseniz biz de o kadar ülkücüyüz" sözleri için Baydar, “(Doğruysa eğer) yeriniz Erdoğan’ın, Bahçeli’nin yanıdır Sayın Kılıçdaroğlu” dedi. 

Oya Baydar'ın T24'te yayınlanan yazısı şöyle: 

İktidarın baştan sona yanlış, -yanlış da ne söz!- ülkeye millete karşı suç, günah mertebesinde olan Suriye politikasının batağa saplandığının kör gözlere bile ayan olması için askerlerimizin o yabancı topraklarda can vermeleri mi gerekiyordu?

Son günlerin acıları öyle bir çökmüştü ki üzerime artık yazı yazamaz olmuştum. Bu sabah uyandığımda içimden geçen, bağıra bağıra sokaklara çıkmak, kendimi ateşe vermekti. Hastalıklı bir ruh hali olduğunu kabul ediyorum ama şu yaşadığımız günlerde biraz vicdanı, biraz sorumluluk duygusu, biraz toplumsal ilgisi olup da kendini mutlu ve sağlıklı hisseden tek bir kişi bile tanımıyorum çevremde.

Kendimi yakamayınca Sait Faik’in son zamanlarda sıkcana kullandığımız sözüne sığındım: “Yazmasam delirecektim” diyerek çığlığı söze dönüştürmeye oturdum.

BU SAVAŞ KİMİN SAVAŞI?

Yaşanan korkunç içsavaşa rağmen hâlâ hükümran bir devletin topraklarında askerlerimizin ne işi var? Bu savaş kimin savaşı, orada ölen çocuklarımız kimin, neyin şehidi? diye soracaktım. Sadece adı Türkçe olan, aslında süper güçlerin bölgedeki nüfuz çatışmasında bir onun bir ötekinin yanında tetikçilik üstlenmekten başka bir şey olmayan Fırat Kalkanı operasyonlarında yitirdiğimiz canların; Suriye’de, Irak’ta sürdürülmekte olan savaşın acı maliyetini ve siyasî sorumluluğunu kimler üstlenecek diye soracaktım. Ve Türkiye’nin barış güçlerini: Yetsin bu kan, bu ölüm, bu savaş, yetsin şehitler diyen herkesi savaşa karşı ses yükseltmeye çağıracaktım. Olmadı, yazamadım. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun sözleri düştü ekrana ve dağıldım.

MEĞER BÜTÜN DAĞLARA KAR YAĞMIŞ

2015 yazından bu yana, Türkiye barış ve demokrasi güçlerinin üzerinden savaş, terör, kan, ölüm, “Allah’ın lütfu” bir darbe teşebbüsü, ardından OHAL silindir gibi geçti. İtiraf edelim ki ezildik, dağıldık,  demokratik, barışçı bir muhalefet cephesi oluşturmayı henüz başaramadık. Yine de,  Erdoğan-AKP-MHP blokunun savaşçı, yayılmacı, şoven siyasetine karşı ana muhalefetin bir güç odağı olması, barış talebinin Meclis’te CHP tarafından eylemli ve güçlü şekilde dile getirilmesi, bu güçlü barış iradesinin yanında yer almak  gibi düşünceler geçiyordu aklımdan. (Barış ve demokrasi söz konusu olduğunda, ölü gözünden yaş beklemek gibi onmaz bir naifliğim var hâlâ).

“Güvendiğim dağlara kar yağdı” demeyeceğim; çünkü HDP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasına evet denmesi, demokrasi adına HDP’ye Meclis’te sahip çıkmaktan bile korkulması, savaşçı siyasete sözün ötesinde aktif şekilde karşı çıkılmaması, AKP-MHP’nin “milli” lik yutturmacasını yutmak, vb. gibi nedenlerle ana muhalefet partisine fazla bir güven duymuyordum. Ama yine de… Yine de en azından “cihanda sulh” adına, Suriye politikasına tüy diken, çocuklarımızın yabancı topraklarda ölmesine neden olan Fırat Kalkanı türünden vahim müdahalelere karşı barışçı bir muhalefet yürütmesi için yurttaşlar olarak CHP’yi zorlamamız gerektiğini düşünüyordum.
Bunları yazacaktım işte; siyasî linçe uğratılan ve fiilen kapatılma aşamasına gelen HDP’ye sahip çıkın, birlikte Meclis’te barışın sesi olun, bizler de arkanızda duralım diyecektim ki... O da ne! Kılıçdaroğlu’nun sözleri güm diye düştü önüme:

“Keşke hiç şehidimiz olmasa, ama eğer Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa, belli acılara katlanmak gerekiyor.”
İnanmadım, inanamadım. Önce haberi okuduğum T24’ü, sonra bilgisi olabilecek herkesi aradım. Doğruydu, Sayın Kılıçdaroğlu bunları söylemişti. Şimdi kimse çıkıp da bu sözleri aklamaya, ardında ne var, önünde ne var, sonra Uşak’ta konuşurken şunları şunları söyledi, hükümetin Suriye politikasını eleştirdi falan demeye kalkışmasın. Bu sözler bizzat Kılıçdaroğlu tarafından yalanlanmadıkça; AKP ve MHP “millî” koalisyonunun zihniyetinin özlü ifadesidir.

“BELLİ ACILAR" KİMLERİN UĞRUNA ÇEKİLİYOR? 

Ne için, kimlerin çıkarları için çekildiğini çok iyi bildiğimiz bu acılara siz katlanın Sayın Kılıçdaroğlu, biz katlanamıyoruz. Geçelim bugün 180 derecelik bir dönüşle değiştirilen Suriye politikasının yanlışlığını. Geçelim Esad’ı devirme, Suriye’de Müslüman Kardeşler iktidarı oluşturma ve bölgede Osmanlı’yı ihya çabalarını. Geçelim bu amaçla cihatçı grupları destekleme, Kürtleri hem içerde, hem Suriye’de tepeleme siyasetini. Bugün, Türk askerinin El-Bab ve bölgede savaşa sürülmesinin kitleye servis edilen gerekçesine gelelim. Bu gerekçe Türkiye’nin geleceğinin güvenceye alınması olarak sunuluyor.  Hatta Cumhurbaşkanı, halkım bunu da yer nasıl olsa hesabıyla, “durursak Sevr’e varırız” diye gerçeklerle, akılla, îzanla açıklanamayacak sözler bile söylüyor. Kılıçdaroğlu’nun o vahim cümlesi de bunun farklı üslupla tekrarından ibaret.

Basitçe söyleyelim: Türkiye’nin geleceğinin güvencesi başka bir ülkenin topraklarına girip askerlerini orada kırdırmakla değil, kendi sınırlarını korumak ve o sınırlar içindeki herkesi barış ve özgürlük içinde yaşatmakla sağlanır. Geleceğimizin güvencesi, bölgede çatışan süper güçler arasında bir onun bir bunun kucağına atlayarak dans etmekte değil, bağımsız, doğru ve tutarlı bir bölge ve dünya siyaseti izlemektedir. Yedi düvele kükreyip, küfredip sonra küfrünü yalayıp yutmakla, eski efendilere nispet yaparak yeni efendilerin koltuk altına girmekle ne bugünün ne de geleceğin güvencesi sağlanır. Bunun yolu kendi ülkende barışı, özgürlüğü, adaleti sağlamaktır, halklarını mutlu etmektir. Fırat Kalkanı’nı ve El Bab’operasyonunu proaktif (önleyici) savaş konseptiyle açıklamaya çalışmak, öte yandan faşizan milliyetçi/ulusalcı Sevr paranoyasını yeniden ısıtıp bu defa AKP-MHP eliyle sofraya getirmek ülkemizin geleceğini güvence altına almaya değil büsbütün karartmaya yarar.

Merak ettiğim: Kılıçdaroğlu gerçekten böyle mi düşünüyor yoksa Erdoğan-Bahçeli cephesine dahil olmanın partisine oy kazandıracağı yanılgısıyla “millî birlik(!)” adına askerlerimizin, çocuklarımızın IŞİD katillerince öldürülmesine, yakılmasına göz yummamızı mı istiyor?