Dün sabah Selçuk kaymakamlık binasında İl Jandarma Alay Komutanı, Çevik Kuvvet Müdürü, Emniyet Müdürü toplanmışlar. İzmir’den askeri birlik sevkine karar vermişler. Bir iş için Selçuk’a indim. Anında etrafımda yedi-sekiz tane sivil polis beliriverdi. “Nişanyan Selçuk’ta dolaşıyormuş” diye herkese sormuşlar. Ya da uyarmışlar, tam anlamadım.

Köydeki jandarma karakolu takviye edildi. Her zaman konuşup şakalaştığımız askerlerde bir tedirginlik. “Yarın beni vurmak zorunda kalacaksınız” dedim. “Allah göstermesin” dediler, ama gözlerini de kaçırdılar.

Öğleden sonra destek için gelen arkadaşlar yağmaya başladı. Otelin etrafı anababa günü oldu. Duyuldu ki polis tedbir almış, otobüsle gelenleri Şirince’ye sokmayacakmış.

İstanbul ve İzmir’den Genç Siviller, Nesin Vakfı, EDP, Mazlum-Der ve daha başkaları otobüsle yola çıkacaklarını haber verdi. BDP’den aradılar, yarın topluca Şirince’de olacaklarmış.

Arada telefonum hiç durmuyor. Galiba Türkiye’de aklı ve vicdanı olan HERKES bu felaketi önlemek için seferber olmuş. Tanıdığım ve tanımadığım insanlar İzmir Valisini, Kültür Bakanını, İçişleri Bakanını, iktidar partisi ileri gelenlerini ablukaya almış.

Günün esprisi: Cumhuriyet gazetesinden çömez bir muhabir göndermişler. Otelin etrafında biriken arkadaşlara sormuş, “yıkımı protesto etmek için mi desteklemek için mi buradasınız” diye.

Arada TIR’lar ve iş makinaları geldi. Şirince yolunu üç noktada kesmek için tertibat aldık. Bizim ustalardan Halis’i istihkâm işleriyle görevlendirdim. Köşke erzak ve mühimmat yığıldı. Zincirler geldi. Rahmetli Salvador Allende gibi bir kask bulsam mı diye düşündüm ama gerek olmadığına karar verdim.

Saat dört sularında askeri müfreze eşliğinde TEDAŞ ekibi geldi. Özür dileyerek elektriğimizi kestiler. Yıkım yapılacak binaları boşaltmamızı tebliğ ettiler.

İnternetimiz de gittiğinden Aynur’la Kenan uyduruk bir cep telefonu bağlantısıyla facebook’a haber yetiştirmeye çalışıyorlar.

Saat beşe doğru TEDAŞ’çılar yüzlerinde gülücüklerle geri döndü. Şimdilik durdurulmuş. Elektriği gene bağlayacaklarmış.

Herkes bayram etti. Birer bira içelim bari dedik. Bir bardak biranın bu kadar çarptığını hiç hatırlamıyorum. İki saat kendime gelemedim.

Kalkan’dan sevgili Alper Görmüş, Ayvalık’tan Serdar Ateşer, Ankara’dan sevgili Sait Çetinoğlu ve eşi, İzmir’den Taraf Gazetesinin avukatı Yelda Bilal ve başkaları arabaya atladıkları gibi gelmişler. Akşam köylülerle beraber köy meydanında büyük bir toplantı yaptık. Daha sonra İzmir Mazlum-Der’in ekibi geldi. Geç saate kadar sohbetler ettik.

*

Bize söylendiği kadarıyla Kültür Bakanı Ertuğrul Günay İzmir Valisine bir yazı yazıp, Şirince’de imar planı değişikliği yapılıncaya kadar her türlü işlemin durdurulmasını talep etmiş. Vali Bey ayak diretince İçişleri Bakanı Beşir Atalay devreye girerek yıkımın ertelenmesini istemiş.

Yapılan şey durdurma değil, erteleme. Yasal olarak galiba 15 gün gibi bir süresi var. İnşallah yanılıyorumdur, ama Mart’ın 4’ü 5’i gibi bir tarihte gene aynı şeyleri yaşayacağız gibi bir his var içimde.

Döne dolaşa gelip aynı şeyleri söylüyorlar: Ama bu evler KAÇAKmış, ay ay, olur mu öyle şey? Biz de diyoruz ki sen kafana estiği için 27 sene boyunca koca bir köyde çivi çakmayı yasaklarsan tabii kaçak olacak. Sana RAĞMEN yapabildiğimiz için mutluyuz, gururluyuz, kendimizi tebrik ediyoruz. “Kaçak” ne demek? Devletin mühürlü kâğıdı olmadan yapılmış demek. Kitap yazdığımızda da senden izinsiz yazıyoruz, yemek yediğimizde de senden izinsiz yiyoruz. Bari onları da “kaçak” ilan et!

Bu iki zihniyetin bağdaşmasına imkân yoktur. 27 senedir anlatıyoruz, anlamadılar. Bundan sonra da anlayacaklarına dair en ufak bir belirti görmüyorum. Pek umutlu değilim. Dilerim yanılmış olayım.

*

Memlekette aklı ve vicdanı olan herkes, ama herkes, dünden beri Ali Nesin’le beni sevgi seline boğdu. Bu sularda yüzmeye ben pek alışık değilim, o yüzden hatalarım olduysa affoluna.

Birkaç isim sayayım. Çok eksik var eminim, ama bunlar günün gerçekten parlayan yıldızlarıydı.

TBMM’de Ufuk Uras olağanüstü bir çaba gösterdi. İçişleri Bakanını galiba o ikna etti. Bugün de Başbakanla konuşacakmış.

Baskın Oran kırk kollu Hızır gibi yetişti. Bizi bir an için yalnız bırakmadı. Uluslar arası basını seferber etti.

Bir zamanlar dini kavramlar yüzünden kavga ettiğim Hilal Kaplan bütün yüreğini ortaya koydu, Ak Parti ileri gelenlerini seferber etti. Özlem Abacı internette müthiş bir imza kampanyası örgütledi.

Sabancı Üniversitesi’nden sevgili Kemal İnan ile İzmir milletvekilimiz Erdal Kaplan Kültür Bakanını akıl yoluna davet ettiler. EDP İzmir İl Başkanı Arif Cangı, benim “sol” hakkındaki duygularımı bile bile, İzmir’in sol kesimlerini seferber etti. Genç Siviller bir otobüs dolusu insanı İstanbul’dan yola çıkardılar.

Mazlum-Der ilk andan itibaren son derece net bir tavır sergiledi. Olayın mahiyetini A’dan Z’ye doğru tahlil etti; yürekten desteğini verdi; gecenin ortasında kalkıp Şirince’ye bizi yüreklendirmeye geldiler.

Daha pek çokları var. Kusura bakmayın, hepsini anmaya yetişemeyeceğim.

Minnet borcumu nasıl ödeyeceğim bilmiyorum. Ama bir şey kafamda netleşmeye başladı. Bunca zamandır “otel işletmecisi” kimliğimle yazar ve fikir adamcığı kimliğimi birbirinden çok uzak tutmuşum galiba. O konuda bir şeyler yapmam lazım.

İlk yıllarda bu otelde biz “müşteri” değil “misafir” ağırlardık. Öylesi daha güzeldi gerçekten diye hatırlama fırsatını buldum bu vesileyle.

DEMOKRAT HABER