Altı Mayıs bindokuzyüzyetmişiki de, bundan tam kırk yıl önce, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan asılarak idam edildiler.

Ben de aynı davada yargılanmış, Hüseyin İnan yoldaşımla birlikte dördüncü sanık olarak idam  cezası almıştım.

Onsekiz gençtik idam cezası alan. Dönemin Türk Ceza Kanunu'nun meşhur 146. maddesi gereğince cezalandırıldık. Suçumuz! Anayasayı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni ortadan kaldırmaya teşebbüstü...

Evet karşımızdaki yüksek kürsüde oturan kelli felli, apoletlerinde yıldızlar olan, suratları kıpkırmızı, kendilerini hakim sayan insanlar biz yaşları yirmi, yirmi dört arasındaki gençlere ellerindeki kalemi her seferinde kırarak idam cezasının verildiğini açıklıyorlardı.

Aradan tam kırk sene geçti, idam cezasını veren askeri hakimlerin hatta dönemin darbeci generallerinin bile isimleri unutuldu gitti. Ama Deniz, Yusuf ve Hüseyin ezilen halkların kalbinde hiç unutulmadan yaşatılıyor ve yaşatılmaya da devam edilecek.

Bu ilginin, bu sevginin sebebi nedir?

Elbet birçok neden sayılabilir. Ama sanırım temel neden yoldaşlarımın baskıya, sömürüye, haksızlıklara karşı hiç taviz vermeden son nefeslerine kadar, dimdik durarak kavga vermeleridir.

Eğer bugün işçiler, emekçiler, gençler gösterilerde, yürüyüşlerde ''Denizler Gibi Dimdik Yürünecek" yazılı pankartlarla yürüyorlarsa, bunun nedeni onların tavizsiz direnişidir.

Egemenler bu direnişi, bu isyanı, bu canlar pahasına sürdürülen kavgayı etkisizleştirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Bunu yaparken de son derece ince taktikler kullanıyorlar.

Egemenlerin yönetimindeki basın-yayın organları, özellikle Deniz yoldaşla ilgili, yazılar yazarak, takvimler, posterler, tişörtler çıkararak, filmler çevirip, tiyatrolar sahneye koyarak, sözde onu yüceltiyor ve kahramanlaştırıyorlar.

Şüphesiz bu tür girişimleri son derece iyi niyetle yapan kuruluşlar ve insanlar da var.

En acısı da, kimi kapitalist işletmeler, medya kuruluşları, ne yazık ki Deniz Gezmiş yoldaşı ticari bir meta olarak kullanıyorlar.

Devrimci yoldaşlarımı sağlıklarında, gencecik yaşta işkenceden geçiren, idam eden, onları en rezil şekilde, halkın nezdinde karalayanlar; bugün onları ' masum' gençler olarak 'kahraman' hale getirmeye çalışıyorlar.

Dikkat edilirse onlara masumiyet maskesi takılırken, onlar eylemlerinden, düşüncelerinden, ütopyalarından koparılıp bireyselleştiriliyor.

Onlar teker teker 'iyi', 'masum' , 'saf' , 'tertemiz' , ' efendi' gençler olarak gösterilmeye çalışılıyor. Kısacası, eylemleri, ütopyaları, yapmak istedikleri, düşünceleri, toplumsal kavgaları bir yana atılıp, onlar özellikle Deniz yoldaş, mitleştirilerek, adeta bir evliya haline getiriliyor.

Elbette onlar masum, tertemiz, gençlerdi. Halkın gözünde, emekçilerin, ezilen kürt halkının gözünde onlar elbette masumdu. Masumdular çünkü, özgür, sömürüsüz, kardeşçe yaşanılan bir Türkiye onların ütopyalarıydı ve bunun için boyun eğmeden can verdiler.

Ama egemenler açısından, statükocular, bu düzenin devamından yana olanlar açısından hiçbir şekilde 'masum' değillerdi. Tersine bu sistemin yıkılması için, ellerine silah almış isyancılardı.

Onların, eylem biçimini, tuttukları yolu eleştirebilirsiniz. Ama onları uysal göstermek, onların isyancı ruhunu örtbas etmek onlara yapılacak en büyük hakarettir. Onların bu yanını vurgulamadan, öne çıkarmadan, onlarla ilgili yazılacak her yazı, her resim, her estetik sanat eseri, onları yüceltmeye  değil, onların ruhuna hakaret anlamını taşıyacaktır.

Deniz Yoldaş'a yapılan en büyük hakaretlerden birisi de şudur: Deniz aynı dönem aynı ütopya için mücadele etmiş, bu uğurda can vermiş olan yoldaşlarından farklılaştırılmaya çalışılıyor.

Deniz mitleştirilip, evliya mertebesine çıkartılırken; Mahir'ler (Çayan), Kaypakkaya'lar (İbrahim), Cihan'lar (Alptekin) ve o dönem can vermiş nice devrimci 'anarşistler', 'silahlı zorbalar' olarak aynı medya tarafından hala karalanıyor.

Yöntemlerinde farklılıklar da olsa, 1971 dönemi devrimcileri devlete karşı olan, mevcut sistemi yıkarak yerine hakça bir düzen kurmak için mücadele eden isyancılardı.

Üstelik Cihan, Mahir ve yoldaşları Denizlerin hayatını kurtarabilmek için kendi canlarını feda etmekten çekinmemişlerdi.

Düzenin şakşakçısı medya, devletin bombalayarak, acımasızca katlettiği Kızıldere'de can veren devrimcileri hala karalarken, idam ederek yaşantılarına genç yaşta son verilen  Deniz ve yoldaşlarına  farklı bir yöntem uyguluyor.

En çok yapılan propaganda, Denizler yaşasaydı, idam edilmeseydi, 'masum' gençler olarak bugün önemli mevkilere gelir, ülkelerine böyle yararlı olurlardı şeklindedir.

Egemenlerin vermek istediği mesaj son derece açıktır ve ne yazık ki bu konuda belli bir başarı da sağlandı: ''Gençlik heyecanıyla, yanlış işler yapmış olabilirsiniz ama, doğru yolu bulanlar için devlet baba müşfik kollarını uzatmaya hazırdır."

Yakında AK Parti Denizlerin idam kararlarının bozulması için mecliste kanun önerisi verirse hiç şaşırmamak gerekir.

Deniz'in ve yoldaşlarının isyancı ruhuna kurnaz bir saldırı da statükoculardan, darbecilerden geliyor. Onları yaptıkları eylemlerle 12 Mart darbesine yol açan, hatta Hasan Cemal gibileri daha da ileri giderek onları darbecilerle birlikte hareket eden devrimciler olarak göstermeye çalışıyor.

Ama çok açıktır ki, Denizler, Mahirler, Kaypakkayalar mevcut sistemin tümüne ve elbet onun en güçlü baskı aracı orduya da sonuna kadar karşıydılar.

Eskiler ''Ainesi iştir kişinin lafa bakılmaz," demişler. Kimileri darbe yapmaya çalışan orduyla kol kola girerken, onlar güçleri çok sınırlı da olsa, sistemin bütününe karşı mücadele ediyorlardı ve bu yüzden de darbeciler tarafından katledildiler.

1970 Dönemi devrimcilerini, Denizleri, Kızıldereleri anlamak ve anmak onların yapmak istediklerini öne çıkararak mümkündür.

Kızıldere adeta devrimcilere yapılan bir birlik çağrısıydı. Mahir Çayan ve arkadaşları başka bir örgütten olan Deniz'lerin kurtarılması için kendi yaşamları hiçe sayarak eylem yapmışlardı.

Ne yazık ki, daha sonra çok daha güçlü olarak ortaya çıkan Türkiye devrimci hareketi bu mirası doğru olarak devralmadı.

Birlik yerine ayrılıklar öne çıkarıldı. Bugün Denizleri ancak ve ancak bu birlik çağrısını öne çıkararak doğru bir şekilde anabiliriz.

Bu birlik çağrısının bugün ete kemiğe bürünmüş hali Deniz yoldaşın son sözlerinde apaçıktır. Bu birlik çağrısı bugün Türkiye'deki tüm devrimcilerin, başta da Kürt, Türk ve Türkiye'deki tüm halkların devrimcilerinin birliği olarak anlaşılmalıdır. (Bianet)