Agos gazetesi yazarı Ohannes Kılıçdağı, HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş'ın "Tahir Elçi’yi devletsizlik öldürdü" sözünü hatırlatarak, geçtiğimiz hafta Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi'nin katledilmesini, Kürtlerin devletten "duygusal kopuşu" bağlamında son nokta olarak değerlendiriyor.

"Gerçekten de, vatandaş olarak birçoğumuzun, ne kendisini ne de cevabını hiç düşünmediği veya verili kabul ettiği, “Neden bu devletin bir vatandaşı olarak, onun idaresinde yaşıyorum?” sorusu, Kürtlerin büyük bir kısmı için, her gün akla gelen, temel bir soru halini almış" tespitini yapan Kılıçdağı'nın Agos'ta yayınlanan yazısı şöyle:

KOPUŞTAN DÖNÜŞ

Artık birçok kişi, Kürt halkı ve coğrafyası ile ülkenin geri kalanı arasında bir kopuştan bahseder oldu. Kastedilen, daha ziyade duygusal bir kopuş ama zaten duygusal kopuş, kopuş sürecinin ilk adımıdır desek yanlış olmaz. Duygusal kopuştan benim anladığım ise, Kürtlerin bu devlete ve topluma aidiyet hislerinin (artık ne kadar vardıysa) yok olmaya başlaması. Tahir Elçi’nin cenazesinde Selahattin Demirtaş’ın söylediği “Tahir Elçi’yi devletsizlik öldürdü” sözü de buna işaret ediyor aslında. (Evet, Demirtaş’ın sözünde bir cinas var ama bunun bilinçli bir cinas olup olmadığını ancak kendisi bilir.) 

Gerçekten de, vatandaş olarak birçoğumuzun, ne kendisini ne de cevabını hiç düşünmediği veya verili kabul ettiği, “Neden bu devletin bir vatandaşı olarak, onun idaresinde yaşıyorum?” sorusu, Kürtlerin büyük bir kısmı için, her gün akla gelen, temel bir soru halini almış. Normatif anlamda devletin en önemli varlık sebebi, adaleti tesis ediyor oluşudur; “Adalet mülkün temelidir” demişler, malum. Peki, yukarıdaki soruya, aslında hepimizin ama son 30-35 yılda özellikle Kürtlerin, “Adaleti sağladığı için” diye cevap vermesi mümkün mü? Halkın bu noktada devlete olan güveni sıfıra inmiş durumda. Cezasızlığın norm haline geldiği, cinayet işleyen devlet görevlilerinin yargılanamadığı, yargılansa bile doğru dürüst bir ceza almadığı şu durumda nasıl inmesin ki? Son Tahir Elçi cinayetinde de örneğin, birçok belirsizlik ve soru işareti olmasına rağmen, bölgeyi bilen gazetecilerin ve yerel sivil toplum yetkililerinin aktardığına göre, halktaki genel kanaat Elçi’nin devletin planlı bir suikastına kurban gittiği yönünde. Bölgedeki genel algı gerçekten bu yöndeyse (ki olması için fazlasıyla sebep var), Tahir Elçi’yi vuran kurşunun kimin silahından çıktığı, adli ve kriminal açıdan fark eder ama siyasi ve sosyolojik açıdan, sonuçları itibariyle çok da fark etmez; zira sosyolojiye giriş dersinde insan topluluklarına dair öğretilen temel teoremlerden biri, özellikle kolektif algıların, sonuçları itibariyle gerçek olduğudur. Başka bir deyişle, algılar gerçek olmasa bile sonuçları gerçektir. Kürt halkı, Elçi’yi devletin öldürdüğüne inanıyorsa, bunun bu yönde birtakım siyasi ve toplumsal sonuçları olacaktır, Elçi’yi kim öldürmüş olursa olsun ve bunun bahsedilen kopuşu hızlandıran veya derinleştiren bir etkisi olmasını beklemek de tuhaf olmaz. Dolayısıyla, önemli olan bu algıyı ve gidişatı kırmaktır.



Devletin yukarıdaki soru çerçevesinde Kürtlere bir şeyler söylemesi, onları ikna etmesi gereken bir noktadayız artık. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı Kürtlere ne vadediyor? Eğer argümanınız “Seni ben idare ederim, çünkü güçlü olan benim” gibi bir önerme veya imaysa, karşı taraftan göreceğiniz de güç siyaseti olacaktır; o da, sizin o kadar da güçlü olmadığınızı göstermeye çalışacaktır. Halbuki, vatandaşa huzur, refah, en azından görece özgürlük, adalet vadedip bunları gerçekleştirebiliyorsanız, kovsanız da gitmez. Fazla düşünmeye gerek yok, neden yüzbinlerce mülteci kendini başka bir yere değil de Avrupa’nın belirli ülkelerine atmaya çalışıyor? Oralarda da büyük ve daha da büyümesi olası sorunlar var ama her şeye rağmen, insanlar yukarıda bahsettiklerimizi oralarda bulacaklarını düşündükleri için kapağı oralara atmaya çalışıyorlar.

Bütün bunlar çerçevesinde kopuş yönündeki gidişatı durduracak adımlar ancak iktidar sahiplerinden, yani hükümetten gelebilir. Örneğin, anadilinde eğitim, yerinden yönetim gibi meselelerde nihai olmasa da somut adımlar, tam da beklenmediği şu zamanda, herkesin bir duraklamasına, dolayısıyla akan kanın durmasına uygun ortam yaratabilir. Şu ortamda bunları söylemenin safça olduğunun, hükümetin hiç de o havalarda olmadığının tabii ki farkındayım ve tabii ki benim de böyle bir umudum pek yok, ama bu gibi bir ‘olumlu şok’ seçeneğinden başka, kötü gidişi durduracak bir şey var mı, emin değilim. Ya da oturup, devletin, bu sorunun silahlı yöntemlerle çözülmeyeceğini ‘bir kez daha’ anlamasını bekleyeceğiz ama ne acıdır ki bu arada ölen ölecek.