Çözüm sürecinde sekreterya görevi için İmralı’ya götürülen PKK’li tutuklular Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran, İmralı’ya “Aslında Erdoğan iyi bir şanstı, değerlendirmeliydin” anlamında tehdit mektuplarının gönderildiğini belirterek, ‘Yarın İmralı’da ne olacağı meçhul’ dedi.

Özgür Gündem’den Mikail Barut İmralı’da Öcalan’la kalan tutuklular Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran ile görüştü.

“Çözüm süreci”nde İmralı Cezaevi’ne gönderilen ancak çözüm masasının devrilmesiyle Silivri Cezaevi’ne sürgün edilen PKK’li tutuklular Çetin Arkaş ve Nasrullah Kuran, Öcalan’ın çeşitli konulardaki fikirleri üzerine aynı cezaevinde bulunan Özgür Gündem’den Mikail Barut’un sorularını yanıtlamıştı.

26 Mayıs’ta cezaevi idaresine teslim edilen mektup sansürlü ve gecikmeli olarak 1 Ağustos tarihinde PTT’ye verildi. Özgür Gündem’e gecikmeli ulaşan röportajın ilk bölümünü dün yayınlamıştık, 2. bölümü şöyle:

* Bir yıla yakın süre İmralı Cezaevi’nde kaldınız. İmralı’da neler yaşandı?
Çetin Arkaş: İmralı’da 17 yılı aşan ağırlaştırılmış bir tecrit gerçekliğinin olduğunu unutmamak gerekiyor. 5 Nisan 2015’ten bu yana ise mevcut durum daha da derinleştirilmiş durumda.

‘Dolmabahçe Mutabakatı’nın ardından sekretarya görevini yürütmek amacıyla 5 arkadaş Ada’ya götürüldük. Ada’ya varış tarihimiz 17 Mart’tı. Hafta içi günde bir saat Sayın Öcalan ile buluşabiliyorduk. Erdoğan’ın ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddeden ve Kürt sorunu diye bir sorunun olmadığını belirten açıklamasının ardından yeni bir pozisyon belirledikleri anlaşılıyordu. (Sansürlü) Zaten 7 Haziran’a giderken gerek HDP’ye gerekse de gerillaya dönük provokatif yönelimler olabildiğince geliştiriliyordu.

* Bu durum 7 Haziran sonrası nasıl gelişti?
Çetin Arkaş: 7 Haziran öncesi HDP’nin barajı geçmesini kendileri açısından nasıl sarsıcı olacağını ve mutlaka önlenmesi gerektiği konusunda gerek Saray çevresini, gerekse derin yapıların değerlendirmeleri de, kaygıları da birbirine çok yakındı. Zaten bundandır ki seçim sonuçları kesinleşir kesinleşmez klasik ‘devlet ittifakı’ devreye sokuldu. Ve adım adım 1 Kasım’a giden sürecin taşlarını her sahada döşemeye başladılar.

Seçimin hemen ardından HDP’lilerin katledilmesi, Suruç Katliamı, gerilla alanlarının bombalanması, Kobanê Katliamı, 10 Ekim Ankara Katliamı ve hemen hemen her sahada tırmandırılan yönelimler...

Dışarıda yaşatılanlar zaten İmralı merkezli yürürlüğe konan konseptin bir sonucu oluyor. Sayın Öcalan’a şu mesaj veriliyor: “Direnmekten vazgeç çizgimize gel!” Mesela bunu bazen tehdit mektuplarının Sayın Öcalan’a verilmesiyle ifade ediyorlar.

* Geçenlerde KCK Eşbaşkanı Besê Hozat’ın belirttiği tehdit mektuplarından mı söz ediyorsunuz?
Çetin Arkaş: Evet ondan bahsediyorum. (Sansürlü) “Aslında Erdoğan iyi bir şanstı, değerlendirmeliydin.” Aşağı-yukarı mektubun içeriği bu. Sayın Öcalan bizimle paylaşıp görüşümüzü sordu. Hepimizin ortak görüşü bunun bir tehdit mektubu olduğu yönündeydi. Sayın Öcalan mektubu idareye soruyor “gözümüzden kaçtı, zaten böyle mektupları vermiyoruz, yanlışlık olmuş” demişler. İmralı sisteminde gözden kaçan bir şey olmaz. Her şey buna göre dizayn edilmiştir. O mektup, Sayın Öcalan’a ulaştırılmak istendi. Özü budur.

Öcalan’ın bu mektuba yanıtı şu oldu: “Böylesi şeylere tenezzül etmek basitliktir. Biz devrimci insanlarız. Bugüne kadar zaten rolümü oynadım, ölümden sonra da rolümü oynamaya devam ederim. O nedenle tıpkı Che Guevara gibi, ‘ölüm nerden gelirse gelsin hoş gelir, sefa gelir diyorum.’ Burayı dinliyorlar biliyorum, yüksek sesle söylüyorum ki duysunlar.”

İşte sürgün edilmemiz böyle bir sürecin ardından gelişti. 26 Aralık akşam saat 18.00 civarında ‘sevkiniz var’ denildi. Sayın Öcalan ile görüşmeden hiçbir sevk hazırlığı yapmayacağımızı söyledik. ‘Tamam, 5 dakika sonra sizi görüştüreceğiz’ dediler. Daha sonra Sayın Öcalan ile görüşmeye gidiyoruz diye çıkarıldık, bir de baktık ki askerlere teslim edilmişiz. Herkesin son derece duyarlı olması gerekiyor. Çünkü İmralı’da yarın ne olacağı meçhuldür. Karşılıklı mutabakatla adaya götürülmüştük, korsanca kaçırılarak Ada’dan Silivri’ye sürüldük. (Sansürlü)

* Çözüm sürecinin ardındaki gelişmeler ve PKK’nin bu süreci istismar ettiği iddiası nasıl değerlendiriliyordu?
Nasrullah Kuran: Özgürlük Hareketi’nin süreci bitirdiği iddiası ise tamamen bir palavradır. Gelişmeleri dikkatle gözlemleyen herkes tıkanmaların sürekli devlet kanadından kaynaklı olduğunu ve her seferinde de Sayın Öcalan’ın çabasıyla aşıldığını görür. Heyetle mutabık kalınan yol haritasının uygulanması safhasında aynı sorunla karşılaşıldı. İzleme Kurulu isimler düzeyinde dâhi belirlenmişken Erdoğan’ın müdahalesi ile devre dışı bırakıldı. (Sansürlü)

Karşıtlarınızın birçok hesabı, kumpas vb. yaklaşımları olabilir. Ama siz Önderlik bilincinin yüklediği sorumlulukla hareket etmek ve bunlarla mücadele etmek zorundasınız. Zorlu tecrit koşullarında Sayın Öcalan’ın omuzlarına yıkılan sorumluluk gerçekten de ağırdır. Düşünün ki, o dar alanda tüm süreçlerde çözüm ve proje üreten, yol haritalarını hazırlayan hep Sayın Öcalan’ın kendisidir. Nitekim en sonunda ‘Çözüme ilişkin projesi olmayan benimle görüşmeye gelmesin!’ demek durumunda kalmıştır.

* Tüm bu olup bitenleri izleme, tartışma olanağınız var mıydı? Bu konudaki temel perspektif neydi?
Çetin Arkaş: “Çözüm Süreci” denen ama devletin somut bir adım atmadığı süreçte daha fazla böyle yürünemeyeceği belli oluyordu. Sayın Öcalan Newroz mesajında da “Bundan sonra ne böyle yaşayacağız ne de böyle savaşacağız” diyerek aslında yepyeni bir dönemin kapıda olduğunu, hareketin buna göre hazırlıklı olmasını belirtiyordu. Sayın Öcalan’ın yıllar önce söylediği “bir muhatap arıyorum, barış muhatabını arıyor” sözüne yanıt verilmedi. Daha çok suiistimal edilen süreçle devlet ele geçirilmeye çalışıldı.

Hatırlarsanız bir ara Sayın Öcalan “Devlet barışmaktan PKK devrim yapmaktan korkuyor” demişti. Önderlik, 40 yıllık mücadelenin sonuçlanmasını irdeleyerek, “Komutanını arayan savaş başlıklı bir kitap yazılmalı” diyordu. Sayın Öcalan bu değerlendirmesiyle barıştan korkan devletin barışı muhatapsız bıraktığını, devrimden korkan PKK’nin de halen devrimi gerçekleştirecek komutanını ortaya çıkarmadığını ifade ediyordu. Dolayısıyla sorun hendek-barikat olup olmamasıyla ifade edilecek bir sorun değildir. Bir halkın varlık ve özgürlük sorunu varsa ki vardır, bir şekilde çözümlemek zorundadır.

Devlet çözüme gelmiyorsa, geriye iki seçenek kalıyor; ya kabul edilecek ya da buna karşı direnilecek. Erdoğan kendi cephesinden çözümün tanımını yaptı ve “Ya baş eğilecek ya da baş verilecek” dedi. Yani 1925’i, Ağrı’yı, Zilan’ı, Dersim’i, Esat Oktay zihniyetini, 90’ları hatırlattı. Herhalde daha açık bir söylem olamazdı. “Çizgime gelinecek” deniliyor. Nedir bu çizgi? Baş eğme çizgisidir. Halen bu sürecin anlaşılmadığı, yönetimin derinliğinin fark edilmediği görülüyor; “Biraz böyle gider, sonradan normale dönülür” havası yaygın maalesef. “Normal”den kastedilen de savaşın olmaması halidir. Savaşın olmaması hali barış anlamına gelmez. Kaldı ki, savaş da hiç durmadı. Rojava’ya kaydırılarak acımasızca sürdürüldü. O nedenle kimse kendini aldatmamalı. (...) (Kaynak: Özgür Gündem)