Nuray Mert BirGün’deki son yazısında Irak operasyonunu ve Türkiye’deki geniş savaş karşıtı cepheyi hatırlattı ve sordu:

NEREDE ‘SAVAŞA HAYIR’ DİYENLER?

Saddam zalim bir diktatör değil miydi, Halepçe’de kimyasal silahla çoluğu çocuğu katletmemiş miydi? Suriye’ye müdahale seferberliğine utangaç bir şekilde de olsa destek çıkanlar, Irak müdahalesine neden karşı çıktınız?  Nerede ‘savaşa hayır koalisyonu’nun İslamcı, solcu bileşenleri? Müdahaleye karşı çıkmak, o zamanki savaş çığırtkanlarının yaftalamaya çalıştığı gibi ‘Saddam yandaşlığı’ mıydı? Geriye bakıp, yanılmışız diyor musunuz? Doğrusu ben o devri, müdahale ve işgale karşı çıkmanın Saddam’ı desteklemek demek olmadığını izah etmeye çalışarak geçirdim, hala o noktadayım. Peki, o zaman öyle, bu zaman böyle olanların izahını öğrenebilir miyiz?

‘Seçeneksiz kalınmış’ da, ‘Esad müdahaleyi çağırmış’ da, ‘Allah zalimin başına başka zalim musallat etmiş’ de, öyleymiş de, böyleymiş de! Hiçbir şeyden utanmıyorsanız Müslümanlığınızdan utanın, bari işin içine Allah’ı karıştırmayın. Zulümlerden zulüm seçilir mi? Elinizle karşı çıkamıyorsanız, dilinizle karşı çıkmanız, o da olmuyorsa buğz etmeniz gerekmez mi? Hem hani elinizden çok şey geliyordu? Madem işi dünyanın güçlülerine havale edip, kös kös oturacaktınız ne diye her şeye burnunuzu sokup, daha da beter hale gelmesine neden oldunuz? Gücünüzün yetmediği işe bulaşıp, bir ülkenin tarümar olmasında sizin hiç mi payınız  yok? Gönül indirin, hiç olmazsa biraz düşünün, bir muhasebe yapın.

Bırakalım, dün Irak işgaline karşı çıkan İslamcının, solcunun bugün ne dediğini, öteden beri askeri müdahalelere bin bir mazeret üreten diğerlerine gelelim. Bunca olandan sonra hala aklınız başınıza gelmedi mi?  Hangi müdahalenin sonu hayırlı oldu? Afganistan on yılı aşkın zaman sonra hala savaş mahalli, Irak’ın hali malum, daha yakına gelelim Libya sersefil vaziyette. Diyeceksiniz ki, Suriye zaten o noktaya çoktan gelmedi mi? Kuşkusuz geldi ve güzelim ülke baştan aşağı kana bulandı, bir şeyler yapılmazsa daha da beter olacağa benziyor. Ama yapılacak iş, her şeyden önce taraflara ateşkes yapması için baskı yapmaktı, hala öyle. Doğru, her iki taraf da, bugüne kadar diplomatik çözüme direndi, ama bu sadece rejim ve muhalifleri arasında bir çatışma veya pazarlık olmaktan çoktan çıkmış bir mesele. Bugüne kadar kimse hesap yapmayı bırakıp, taraflara silah bırakması için ciddi baskı yapmayı denemedi. Tam tersine herkes kendi tarafına başta silah olmak üzere her türlü yardımı yapmaya devam etti. Diğer taraftan, Batı ittifakı İran’ın masada olmadığı bir çözümün mümkün olmadığını kabul etmekte sonuna kadar direndi. İşte geldiğimiz noktanın asıl nedenleri bunlar ve bu durum değişmediği sürece hiçbir şey düzelmeyeceği gibi daha da kötüye gidecek.    

Esad’ın diktatör olması, Suriye meselesi’nin bir diktatörün meselesi olduğunu göstermez, mesele her ne kadar şimdi böyle bir eksene kaysa da, mezhep meselesi de değil. Suriye meselesi, Batı ittifakı ile İran ve müttefiklerinin çatışması ve hatta öncelikle İran’a karşı bir çevreleme meselesi. Bu ‘hat’ta, özellikle Irak işgalinden sonra çok şey yaşandı, bu noktaya adım adım gelindi. ‘Zalim Esad’ söyleminin ardına sığınıp, gerçekleri gizlemeye çalışmanın alemi yok. Türkiye’ye gelince, Türkiye değerler üzerinden siyaset yapmadı, düpedüz hesap kitap siyaseti yaptı, üstelik hesapları tutmadı ve şu an itibarıyla çok tuhaf bir durumda kaldı. Yıllardır davetiye çıkardığı müdahaleyi desteklememesi düşünülemez, müdahaleyi desteklediğinde de, Batı dünyasına karşı bunca afra tafra havada kalmış olacak. Diğer taraftan, müdahalede rol alsa da (veya rol verilse de) almasa da (verilmese de) izahı zor olacak. Öyle olunca, kaleme kuvvet tevil üretmekten başka çare kalmıyor. Çaresiz kalındığı doğru da, çaresiz kalınan konunun aslı faslı bu. Ama üzülmeye gerek yok, nasılsa iktidarın yapıp ettiklerine, destekçilerinin yazıp çizdiklerine birkaç kişi dışında korkusuzca laf edecek adam/kadın yok. Gerisi vicdan ve edep işi, tabi öyle bir meselesi olanlar için.