Nazan Üstündağ, bianet’te kaleme aldığı "'Marjinal gruplar'a övgü" başlıklı yazısında, hükümet yetkililerinin ‘eylemci gençler’ ve ‘terörist gruplar’ diyerek iki kategoriye ayırmaya çalıştığı ‘destek kırma’ operasyonuna ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

“Marjinal grup denilenlerin hepsi yasaldır,” diyen Üstündağ, “ Yasal olmalarına rağmen devlet tarafından sürekli saldırıya uğradıkları ve gazlandıkları için devlet şiddetini iyi tanırlar ve bu şiddete mukavemet etmeyi bilirler,” dedi.

“Gezi Parkı tek değildir” diyen Üstündağ, “Gezi parkı, üçüncü köprüden kalekollara, barajlardan HES’lere, kentsel dönüşümden orman yangınlarına kadar büyük bir bütünün parçasıdır. Yalancı medyaya, 10 bin tutukluya, Kürdistan’daki kirli savaşa bir başkaldırıdır,” diye belirtti ve ekledi:

“Gezi Parkı direnişi, sonucu ne olursa olsun bu ülkede bir hakikat kavgası başlattı. Metanetle, dirençle ve yanyana yürütmek gerekiyor. Flamalara da, ağzından öfke akan çocuklara da, kışkırtanlara da, tezavuratlara da alışın.”

İşte Nazan Üstündağ’ın “’Marjinal gruplar’a övgü” başlıklı yazısı:

Bugün içimdeki gaz kokusu çıkmıyor. Bizi içimizden çürütmeye kalkanların kokusu üstümde, dinmiyor. Ciğerimdeki gaz, havaya hala yeterli yer bırakmıyor.

Sömürgecilik bir yalan rejimidir. Sistematik olarak gerçeği parçalar, saklar. Yalan üretme mekanizamaları kurumsaldır. Hukuğundan medyasına, sosyal biliminden tıbbına, siyasi erkinden idari personeline her alanın uyumlu olarak yalan üretebilme kapasitesi sömürge rejiminin temelidir. Sömürge rejimi emeğe ve kaynağa değil sadece, hakikate de el koyar. Şiddet, yasa ve bilgi o yüzdendir ki; ayrılmaz bir bütünlük içinde iş görür. Sömürgecilik bedenleri ve toplumsal ilişkileri sürekli zehirleyerek çürüten bir felakettir. Bu felaketin karşısında ancak ve ancak hakikatle durulur. Hakikat ise direnişle, eyleyişle ve dayanışmayla üretilir. Direnen, eyleyen ve dayanışan bir halkın hakikati karşısında sömürge düzeni yalan üretebilme kapasitesini kaybeder.

Dünkü yalan oyununda gezi direnişçileri iki kategoriye ayrılmaya çalışıldı ve bu sayede halkın eyleme olan desteği kırılmaya kalkışılıyor. Bugünkü sözüm işte bu konuda.

Marjinal grup denilenlerin hepsi yasaldır. Bunların bir çoğu solcu, devrimci örgütlerdir. Yasal olmalarına rağmen devlet tarafından sürekli saldırıya uğradıkları, sürekli olarak engellendikleri, her eylemlerinde tartaklandıkları, gözaltına alındıkları ve gazlandıkları için devlet şiddetini iyi tanırlar ve bu şiddete mukavemet etmeyi bilirler. Marjinal grup denilenlerin flamaları vardır ve meydanlarda hep flamalarıyla var olmuşlardır. Örneğin yurtsever gençlik Abdullah Öcalan’ın flamasını taşır, önderleri olarak onu seçmişlerdir ve onun özgürleşmesini talep ederler. Mesela anarşistler siyah bayrak taşır ve devletsiz bir toplum için mücadele ederler. Mesela devrimci partilerin kimileri hakikaten de paranıza, pulunuza el koymayı isterler ve mülkiyetsiz bir dünya hayal ederler. Her ne kadar yasal düzen içinde yer alsalar ve o sebeple bir çoğu Taksim Dayanışma denen yapının içinde bulunsalar da devletin onlara yıllardır ve her ortamda sürekli olarak hukuksuzca yönelttiği şiddet onları gri bir alana mahkum etmiştir. Toplumsal hayatta kanunla kanunsuzluğun devlet tarafından belirsileştirildiği bir alanda yaşam mücadelesi verdikleri için kafalardaki imajları “marjinaldir.”

Gezi Parkı 14 gün önceden beri sadece Gezi Parkı olmaktan çıkmıştır. Gezi Parkı marjinalleştirmeye bir başkaldırıdır. AKP hükümetinin yüzde elli oyu, onu Türkiye’de yüz yıldır uygulanan “sana benzemeyeni marjinalleştir” siyasetinde yeni bir evreye getirmiştir. AKP yüzde elli ona benzemeyenin tamamını marjinalleştirmeye kalkıştığı için geri kalan kısımlar Gezi Parkı üzerinden ona isyan etmiştir.

Gezi Parkı isyanının ilk günü oraya gelenlerin bir çoğu iş güç sahibidir ve düne kadar iş çıkışları ve haftasonları, “marjinal grupların” sağlanmasında önemli rol oynadığı alanlarda devletsizliği tatmışlar, kentlerini geri almışlardır. Gündüzleri ve hafta içleri alanda olanlar ya marjinal grupların üyeleri ya da genç kızlar ve delikanlılar olmuştur. “Barikatları” onlar beklemiştir.

Bir çok kişi için Gezi Parkı’na geri dönmek imkansız kalmanın ta kendidir. Çünkü Gezi Parkı tek değildir. Bir değildir. Gezi parkı, üçüncü köprüden kalekollara, barajlardan HES’lere, kentsel dönüşümden orman yangınlarına kadar büyük bir bütünün parçasıdır. Yalancı medyaya, 10 bin tutukluya, Kürdistan’daki kirli savaşa bir başkaldırıdır. Bir onur savaşıdır elbet, ancak orta sınıfların açtığı bu haysiyet alanına Türkiye’nin marjinalleştirilmiş kesimleri doluşmuş ve kendilerini orada var etmişlerse bu bir “faydalanma” siyaseti değil bir yeni var oluşun icrasıdır. Meydanı koruyanlar bu var oluşu korumuşlardır ve doluştukları sahnenin sınırının çizilmesine elbette izin vermeyeceklerdir.

12 yaşında Tarlabaşı’ndan alana gelmiş Kürt çocuğu elbette polise taş atacaktır. Elbette, yıllardır gaz yemiş, cezaevi yemiş devrimci, flaması elinde polisin üzerine yürüyecektir, elbette genç kadınlar ve erkekler polisin önünde halaya duracak ve onu kışkırtacaktır, elbette komiliğinden, atölyesinden ayrılıp gece gündüz barikatlarda bir başka keyif yakalamış delikanlılar ve kadınlar barikatlarının önünden kuzu kuzu ayrılmayacaktır. Kimi direnişçilerin ve kimi dayanışmacıların Gezi Direnişi’nin 14 gündür “masum” falan olmadığını, basbayağı bir halk isyanı olduğunu hatırlamasında fayda var.

Vali Mutlu bir sömürge kaymakamı ve valisi olarak, 90’lı yıllarda Silopi’de kaymakamlık, Şırnak’ta vali yardımcılığı, 2000'li yıllarda ise Siirt ve Diyarbakır’da valilik yapmıştır. Bugün Türkiye’de 1990’lı yıllarda yaşananlar ortaya çıkmadığı için bugünlere gelebilmiş ve bir yeni kuşağa da musallat olmuştur. Onlar yalanı da marjinalleştirmeyi de iyi bilirler.

Gezi Parkı direnişi, sonucu ne olursa olsun bu ülkede bir hakikat kavgası başlattı. Metanetle, dirençle ve yanyana yürütmek gerekiyor. Flamalara da, ağzından öfke akan çocuklara da, kışkırtanlara da, tezavuratlara da alışın.

Bugün içimde çok öfkeli biri var. En çok yalana öfkeliyim. Yalanlara kananlara. Ağzımdan içeriye devletin akıttığı zehirli gaz tadına, zihnimdeki zehirli hakikatlerle karşı koymaya kararlıyım. Türkiye’de 1980’lerden sonra dilimize hakim olmuş, kafa karıştıran, durum belirsizleştiren, “buğulu gerçekçilik” lugatının tamamından kurtulmanın zamanıdır. O marjinal grupların bir sloganı vardır: “Kurtuluş yok tek başına, Ya hep beraber ya hiçbirimiz.” Dünyanın en kadim gerçeğidir.

Not: Şu an Vali Mutlu’nun marjinallerin Gezi Parkı’nda da bulunduğunu ve parkın boşaltılması gerektiğini söyleyen beyanatı internete düştü. Hayırlısı Olsun.