Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) mezunu ve hâlâ ODTÜ ve Humboldt Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen Uluslararası Türk-Alman Sosyal Bilimler Master programı 1. sınıf öğrencisi Hüseyin Erdemir, birinci dönem sonunda tatil için geldiği İstanbul'da polis kontrol noktasında, arandığı gerekçesiyle 31 Ocak'ta gözaltına alındı. Çıkarıldığı mahkemede "örgüt üyesi olduğu şüphesiyle" tutuklandı.

15 Nisan'da ilk duruşmaya çıktı ve tutukluluğunun devamına karar verildi. İkinci duruşma ise 26 Ağustos 2010'a atıldı. İkinci duruşması hakkında bu yazı yazılırken henüz bir haberini alamadığımız Erdemir, birkaç hafta önce sesini duyurabilmek için bir mektup kaleme alarak yaşadığı yargısız infazı anlattı.

Mektubun tam metni:

ODTÜ Öğrencisi Hüseyin Edemir'den Yeni Mektup

Merhaba

“Nereden başlasam, nasıl anlatsam” diye düşünüyorum, bir cevap bulamıyorum. Hatta kendi kendime “Anlatsam ne olacak” diyorum. İşin kötüsü de bu. Çünkü bu “kapana kısılmış fare” psikolojisidir, çırpınsa ne olacak, acı içinde inleyip bağırsa ne değişecek! Söz konusu fare bensem o kapanda duramam, durmuyorum. Aslında çırpınıp bağırıyorum. Bağırırken sesim çıkıyor mu yoksa zulüm sağanağında eriyip gidiyor mu, onu bilmiyorum. F tipi duvarları arasında, telleri altında yaşayıp da susmak imkânsızdır. Susamam. Susmak, kendime yapacağım büyük bir haksızlık olur. Sesimi duyar mısınız yoksa gündelik yaşamınız içinde yok mu olur, ya da uzayıp giden tartışmalarınız içinde kısacık bir yer bulabilir mi, onu da bilmiyorum. Ama ben bağırmaya devam ediyorum.

Yaklaşık bir yıldır tutukluyum. Daha bir yıl dolmadan üç farklı hapishane gördüm; Metris Hapishanesi, Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishanesi ve son olarak Tekirdağ’dan zorla / kaçırılarak getirildiğim Edirne F Tipi Hapishanesi. Evet, kaçırıldım. Yani yanlış duymadınız. 31 Aralık 2010 tarihinde, yeni yıla girmeye hazırlanırken bir grup gardiyan hücreye girip beni bir eşya gibi taşıyarak / sürükleyerek ringe attılar. Bana sormamışlardı, haber vermemişlerdi. Ben sorunca da cevap vermediler. Böyle bir uygulamayı insan vicdanına sığdırmak mümkün mü? Hani yeni yıl ya, “ileri demokrasiye” de geçmişiz, böyle bir hediyeyi kim bekler ki? Bu hediyenin herkesin huzur, sağlık, barış dilediği özel bir güne denk gelmesi oldukça manalıdır.

Bununla yetinmeyen Tekirdağ 1 Nolu F Tipi Hapishane idaresi kaldığım süre içinde defalarca dilekçelerimi, mektuplarımı, yok etmekte hiçbir mahsur görmemiştir. Aklınıza gelebilecek her türlü temel ve insani gerekçeler bir işkence aracına dönüştürülerek hiçbir kural ve sınır tanınmadan uygulandı, uygulanmaya devam da ediyor. Detayına girmediğim, sizlerin tasavvur dahi edemeyeceği onlarca uygulamaya maruz kaldım.

Evet, biliyorum hapishaneler müze oluyor, insanlık onuru adına ziyarete açılıyor. O dönemin koşulları ve tutsakları yeniden “keşfediliyor”. Ama mevcut hapishanelere nedense pek az ilgi gösteriliyor. Ya da hiçbir kimse dönüp de günümüz hapishanelerine bakmıyor, bizleri görmüyor. Belki de görmezden geliniyoruz, ne dersiniz? Bu toplumun aydınlarının, sanatçılarının, yazar-çizerlerinin, bilim insanlarının beni görebilmesi için F Tipi’nde fotoğraflarımın bulunduğu müzeleştirilmiş hücrelerde hatırlanmak istiyorum. Şimdi tam zamanı. Ben, o hücrelerdeki etten-kemikten canlı bir insanken hatırlanmak istiyorum. Zulüm sağanağında adaleti arıyorum, göreniniz oldu mu?

Ben Hüseyin Edemir’im. 2008 yılında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Tarih Bölümü’nden mezun olduktan sonra 2009 yılında şu an öğrencisi olduğum Karşılaştırmalı Türk-Alman Sosyal Bilimler Master Programı’na tam burslu olarak kabul edildim. ODTÜ ve Humboldt Üniversitesi tarafından ortaklaşa yürütülen bu master programının ilk yılı Ankara’da, ikinci yılı Berlin’dedir. Ben de öyle yapacaktım ve şu an Berlin’de olacaktım. 2010 yılının yaz aylarında yine program gereği Almanya’da staj yapıp, eğitimime devam edecektim. Sonra da tezimi yazıp ülkeme dönecektim. Yani hayatımın iki yılı planlanmıştı. Ama tutuklandım. Tutuklanmam sadece planlarıma değil, hayatımı da alt-üst etti, hayallerimin üzerine küller serpti.

Birinci dönemi başarıyla tamamladıktan sonra 26 Ocak 2010 tarihinde sömestr tatilini geçirmek ve 6 yıldır sözlü olduğum Sevgi Göğülter ile nişanlanacaktım. Gelir gelmez nişan hazırlıklarına başladım. Kıt-kanaat geçinirken burslarımdan arttırarak biriktirdiğim parayla yüzüklerimizi aldım, hazırlıkları tamamladım. Nişanıma artık saatler kalmıştı.

Mütevazı ama planlı ve mutlu hayatım bir anda kâbusa döndü. 31 Ocak 2010 tarihinde polisin GBT kontrolü sırasında hakkımda arama kararı olduğu gerekçesiyle gözaltına alındım. 1 Şubat 2010 tarihinde çıkarıldığım mahkeme tarafından “örgüt üyesi” olduğum zannıyla tutuklandım.

Tutuklanmama gerekçe olarak iki farklı belgeden bahsediliyor. Bu belgelerden biri 12, diğeri ise 11 yıl öncesine aitmiş. Şimdiye kadar nerede ve niye beklediği belli olmayan belgelerin her ikisi de tahriflerle dolu bilgisayar kayıtlarıymış. 12 yıl öncesine ait olduğu ve Hollanda-Belçika’da ele geçirildiği iddia edilen “belgelerin” belge niteliği şöyle dursun ne olduğu meçhuldür ve daha öncesinde sahte olduğu defalarca ispatlanmıştır. Sahte belgelerin kullanımı, tutuklama gerekçesi yapılması hukukla bağdaşır mı? Sahtekârlıklara rağmen hiçbir somut iddianın ortaya konulamaması oldukça düşündürücüdür.

Tutuklanmama gerekçe gösterilen ve 11 yıl önce Gençlik adlı yasal derginin bürosuna yapılan baskında ele geçirildiği iddia edilen belgelerdir. Bu belgeler de bilgisayar kaydıdır ve tahrifatlarla doludur. Arama usulüne uygun yapılmamıştır. Çok sayıda rapor ve uzman kişi görüşüyle bu belgelerin sahte ve hukuk dışı olduğu ispatlanmıştır. Ne var ki bu kadar hukuksuzluğa rağmen hâlâ somut bir iddia yoktur.

Sayın savcının iddialarına dayanak olarak gösterdiği bir başka unsur ise gözaltı ve GBT kayıtları. Katıldığım demokratik eylemlerin, öğrenci gösterilerinin polis göndermesiyle bir gerekçe olarak gösterilmesi hukukla bağdaşır mı? Evet ben pek çok demokratik eyleme katıldım, gözaltına da alındım, hakkımda dava da açıldı. Açılan davalardan beraat ettim. Aklıma bir soru geliyor: “önemli olan polis kayıtları mı yoksa mahkeme kararları mı?” Anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüşlerin bu tarz iddialara alet edilmesi adalet ve demokrasi anlayışı ile bağdaşır mı?

Evet eksiksiz, fazlasız, belgeler bunlar ve hakkımdaki iddia benim örgüt üyesi olmam. Bu kadar zorlamaya, hukuk dışılığa rağmen iddiaların tamamı soyut ve mesnetsizdir. Madem şahsımla ilgili ciddi ve orijinal belgeler vardı neden on yılı aşkın süreler sonra ortaya çıktı? Bu süre içinde belgeler “mutasyona uğrayıp” yeni bir form mu kazandı? O dönemim hâkim ve savcıları ile şimdikiler arasında fark mı vardır? Hukuk objektif ve tarafsız değil midir? 10 yılı aşkın süre geçmesine rağmen dosyaya hiçbir yeni bilgi veya belgenin eklenmemesi çok gariptir. 12 yıldır örgüt üyesi olduğum iddia ediliyor ama ortaya tek bir tane bile somut delil konulmuyor, somut bir iddia ortaya atılmıyor.

8 Şubat 2011 tarihinde 3. kez mahkemeye çıktığımda bir yılı doldurmuş olacağım. 27 Temmuz 2010 tarihli 2. mahkememe çıkmadan önce yine bir mektup yazmıştım. Mektubumda hem yargılanma sürecini hem de hukuksuzlukları anlatarak mahkemenin 4 ay 11 gün sonrasına atılmasını eleştirmiştim. Mahkemeden sonra bir sonraki duruşma tarihinin 5 ay 11 gün sonrası olarak belirlenmesi gayet ironik oldu. Bir yılda üç kez mahkemeye çıkmış olacağım ama bir arpa boyu bile yol alınmadı.

Hapishanede geçirdiğim günler kötü muamele ve işkenceye varan uygulamalarla dolup gayrı insani koşullar altında geçti. Bir yıl içinde 3 hapishane gezdirildim. Meclis İnsan Hakları Komisyonu’na, savcılığa ve diğer bütün muhatap makam ve kurumlara defalarca dilekçe ve mektup yazdım. Ne yazık ki herhangi bir cevap bile alamadım. Yargılanma süreci ızdıraba, tutukluluğum ise önlemden çıkıp infaza dönüştü. Tahliyemi istemenin dışında hiçbir şey söylemediğim ilk mahkemede savcı mütalaa verip cezalandırılmamı istedi. Savcının acelesi, mahkemenin sürüncemeli tavrı, mevcut yargı ve hukuk sisteminin bir başka problemi olsa gerek.

Mevcut delil durumu, dava süreci değerlendirildiğinde tutuklanmam için hiçbir hukuki gerekçe yokken hâlâ tutuklu olmama bir türlü anlam veremiyorum. “Önce cezalandırıp sonra yargılayalım” mantığının “kurbanıyım” desem abartmış olur muyum? Abartmıyorum. Tutukluluğum infaza dönüştü. Eğitimim, hayatım, yaşamıma dair her şey alt üst oldu.

Bulunduğum hapishaneden ODTÜ’ye gidip bir sınava girebilmem için binlerce lira ulaşım bedeli ve personel gideri talep ediliyor. Benim bu miktarda bir bedeli ödemem mümkün değil. Şimdiye kadar ODTÜ ve Humboldt Üniversitesi’ndeki derslerimi tamamlamış ve tezimi yazmaya başlamış olacaktım. Oysa ben “demir kapı, kör pencere” arkasındayım. Kaydımı dondurmak zorunda kaldım. İlköğretimden itibaren burslarla okudum ama burslarımın hepsi kesildi, yegâne amacı iyi bir akademisyen olmak olan hayatım kör bir baltayla ikiye ayrıldı ve yarısı karanlığa gömüldü.

Nişanlanacağım gün tutuklanıp hapse konuldum. Nişanımız tarihi belirsiz bir geleceğe ertelendi. Ben Edirne’deyim, ailem de Ardahan’da olduğu için görüşmek, dayanışmayı sürdürmek imkânsız hale geldi. Yaşadığım F Tipi uygulamaları ve yargılama süreci düşünüldüğünde mağduriyetlerimi onlarca sayfaya sığdırmam mümkün değil. Bu kadar haksız, hukuksuz ve gayrı insani uygulamayı hangi akla, hangi vicdana sığdırabiliriz?

Günümüzde hukuk ve adalet sistemiyle ilgili olarak en üst merci ve hukukçularca hemfikir olunan bir nokta vardır; “adalet sistemi işlememektedir.” Ben ve benim gibi pek çok insanın yaşadığı sıkıntı ve mağduriyetleri doğuran da bu “bozuk adalet düzenidir.” Yargıdaki çarpık yapılanma ve yargılama sürecindeki yanlış içtihatlar tutuklulukları tedbir olmaktan çıkarıp infaza dönüştürüyor. Bundan daha büyük hukuksuzluk ne olabilir ki?

Bu yargılama süreci sonunda ben beraat edersem bütün bu kaybettiklerimin, mağduriyetlerimin telafisini kim nasıl sağlayacak? Hayatımdaki alt üst oluşları, eğitimimi, kaybolan yıllarımı bana kim nasıl verecek? Bu sorunun cevaplarını bilen var mı? Bu cevabı bekleyen benim gibi pek çok insanın olduğunu biliyorum. Ama elimden gelen çok fazla şey yok. Onun için hem kendim, hem de onlar için soruyorum: “Adaleti arıyorum, göreniniz oldu mu?”

Not: Bundan sonra 1 ay boyunca mektup yazmam, mektup almam yasak olduğu için bir süre yazamayacağım.

12. 01. 2011.

Hüseyin Edemir

Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi