Murat Belge, Başbakan Erdoğan'ın Gezi Parkı protestolarını 'komplo', direnişe katılanları ise 'oyuna alet olundu' şeklinde değerlendirmesini eleştirdi; "Varsa kanıt, çıksın ortaya. Bu kuru sıkı lakırdılar, nişan almadan atışlarla bir yere varılmaz," dedi.

Belge, provokasyon durumu varsa eğer, bunu yapacak tek kişinin Erdoğan olduğunu söyleyerek, "Belirli değerlerle yaşayan insanların bu değerlerine ve genel yaşama üslûplarına müdahale ederek onları provoke etmiştir," diye belirtti.

Belge, "Bari yanlış yolda yürümek üzere inat etmeyin," diye de ekledi.

İşte Murat Belge'nin Taraf'ta yer alan, 'Oyuna gelmek' başlıklı yazısı:

Başbakan, “Samimi eylemciler oyuna alet oldu,” demiş. Oysa ortada oyun moyun yok. Klasik “komplo” mantığı içinde bir şeyleri bir şeylere bağlamak, örneğin başka ülkelerden öğrencileri yakalayıp bunları “casus” diye teşhir etmek gibi komikliklerden başka bir şey yok ortada. Büyük bir ihtimalle “interest group” lafının yanlış tercümesinden kaynaklanan esrarengiz bir “faiz lobisi”nin de ne olduğu, kimlerden teşekkül ettiği belli değil. Bu ülkede en çok kazananlar bankalar olmuş; onlar mı lobi? Onlarsa, on bir yıllık AKP iktidarında buraya gelmişler...

Varsa kanıt, çıksın ortaya. Bu kuru sıkı lakırdılar, nişan almadan atışlarla bir yere varılmaz.

Evet, Türkiye’de büyük bir olay oldu. Evet, orada kesilen az sayıda ağaçla bu olayın büyüklüğü arasında da bir orantısızlık var gibi görünüyor. Öyle göründüğü için yok “faiz lobisi”, yok “uluslararası komplo” gibi hayalî heyûlalar icat etmeye kalkarsanız, bunu yapan Başbakan’ın kendisi olabileceği gibi ne pahasına olursa olsun onu ve yaptıklarını savunmak zorunda olduğunu sananlar da olabilir, olmuş olaya tamamen yanlış bir teşhis koyarsınız, sonra da bu yanlışınızın üstüne yenilerini ekleye ekleye devam edersiniz.

Bu olayları “provoke eden” biri varsa, o biri bizzat Başbakan’dır. Belirli bir kültür içinde, belirli değerlerle yaşayan insanların bu değerlerine ve genel yaşama üslûplarına müdahale ederek onları provoke etmiştir. Bunun önemlice parçası sözeldir, bir konuşma üslûbunun sonucudur. “Bu ülkede isteyen içkisini içiyor. Kimse de buna karıştırmayacaktır” diyebilirsiniz. “İsteyen tıksırıncaya kadar içiyor” demeyi seçtiğinizde başka bir şey söylüyorsunuz. O iki cümle artık aynı anlama gelmiyor. Bu “tıksırma” işini daha önce konuştuğumuzda bazı AKP’li dostlarım, “Onun için özür diledi,” demişlerdi. Nasıl diledi bilmiyorum; Başbakan, pek öyle özür dileme yeteneğini geliştirmiş biri izlenimini bırakmıyor. Ama bu yeni evrede, “İki kadeh içen alkoliktir”, “İki ayyaşın yaptığı yasa” diyerek herhangi bir şey dilemediğini kanıtladı.

Tabii bunun ardında bildiğimiz liste var: kürtajdan “dindar nesil” yetiştirmeye, “ucube”den “AVM’li kışla”ya!

Ama bu sözel saldırılar somut edime de dönüşüyor, fırsat çıktıkça. Rektöre bizzat telefon edip “Orada içki mi satılıyor” diye soran vazifeşinas bir Başbakan’ımız var. Kanunlar çıkıyor bir yandan ya da ona gerek kalmadan kaldırımda masa toplanıyor. Mütehakkim bir eda, otoriter bir duruş, “Her şeyin en doğrusunu ben bilirim” tavrı... Gezi’de eyleme çıkanların değerleri var, dünya görüşleri var, bu arada bellekleri de var. Bu birikimi hep birlikte yaşayarak edindik.

Ve Topçu Kışlası inadıyla karşılaştık. Sabah karanlığı polis terörü, çadır yakma vb. Birçoğumuzun ayakları Taksim’e doğru yürümeye başladı. O aşamada her şey düzeltilebilirdi: zaten Gül, Arınç, Topbaş yumuşatma çabasına girmişlerdi. Ama Başbakan Tunus’tan ateşlenmiş bir havan olarak Gezi’nin ortasına düşmekten geri kalmadı. Bundan sonra her sözüyle insanları kışkırttığı gibi, “destan yazan” polislerine verdiği sertlik talimatlarıyla da gerilimi artırdı. Burada artırdığı gerilimlere kendi mitinglerini toplayarak cevap vermeye girişti.

Yapılmaması gereken ne varsa yaptı Başbakan. Sakinleşip de “Ben ne yaptım?” diye bakınca, görünen manzara iç açıcı ya da kıvanç verici değil. Onun için de şimdi bize “dış mihrak” gerek, “bira kutusu” gerek. Böyle şeyler gerek.

“Yanlış yaptım. Yanlış yaptık” demek kolay değildir, biliyoruz. Ama bari yanlış yolda yürümek üzere inat etmeyin.