50 yılı geride bırakan Türk rock müziğinin öncü gruplarından Moğollar grubunun üyeleri,  günümüze ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 53’nci sanat yılını dolduran Cahit Berkay, "Bu ülkede devlet her zaman gençlerden korkmuştur dolayısıyla da hep baskı altında tutmuştur. Gençlerin hepsini aynı tornadan çıkmış gibi bir hale getirmek istiyorlar" diye konuştu. 

"12 Eylül darbesinden sonra YÖK ile eğitim sistemi darmadağın edildiğini" söyleyen Taner Öngür, "Sanatçının topluma aykırı olması lazım ki yeni fikirler çıksın ortaya ama şimdi aykırı olmak terörist olmak anlamına geliyor. Bugünkü ortam 12 Eylül ortamından daha bile kötü aslında hukuk açısından" dedi.

1967 yılında başlayan serüvenlerinde 50. yılını geride bırakan Türk rock müziğinin öncü gruplarından Moğollar, bu özel yılı 9 Şubat'ta verecekleri konserle kutlayacak.

Moğollar’a sahnede; başta grubun ilk solisti Aziz Azmet, eski davulcu Ayzer Danga olmak üzere, Nejat Yavaşoğulları, Fuat Güner, Harun Tekin, Hayko Cepkin, Hüseyin Turan gibi isimler eşlik edecek. Birgün'den Burak Abatay'ın sorularını yanıtlayan Cahit Berkay, Taner Öngür, Serhat Ersöz, Emrah Karaca ve Kemal Küçükbakkal'ın açıklamalarının bir bölümü şöyle:

Müzikte Moğollar’ın 50 yılın bir panoromasını yapsak, neler oldu neler bitti bunca zamanda, nasıl değerlendirirsiniz 50 yılı?

Cahit Berkay: 50 yıl, yani bir ömür, tabii ki ilk kadro değil şu an. Genç arkadaşlar da katıldı ama çoğu insan der ya hani “ben elli senedir bu işi yapıyorum” diye, benimki başka bir sevinç. 50. senede bu gençlerin yaşamları ve Taner’le ikimizin yaşamı ortak buluşup hâlâ bir şeyler yapabiliyor olması çok mutluluk verici. Moğollar’ın bir özelliği var. Ta başından beri, gruba artı şeyler katan insanlar mutlaka kalmış, devam etmiştir. Engin Yörükoğlu vefat etti, bugün yok aramızda ama daha ilk kurucu kadrodan bugün hâlâ hayatta olup grupta olmayanlar artıları değil eksileri olan insanlardı ve zamanı gelince ayrıldılar gruptan. Ama bugün Serhat’la 25 senedir, 10 senedir Emrah’la, 5-6 senedir Kemal’le çalıyoruz, çok da mutluyuz aramızda hiç problem yok. Bir grubun yaşayabilmesi için o insanların yaptıkları müzikten ortak bir keyif almaları, hayata bakışlarında bir ortaklık olması, bunlar çok önemli. Bunu hiç söylemiyoruz ama biz menajerimizle birlikte 6 kişiyiz kazandığımız parayı da 6’ya böleriz. Yok ben Cahit Berkay’ım ben şu kadar eskiyim böyle bir şey yok. Tam bir rock’n roll grubuyuz.

Taner Öngür: Aslında tabii 50 yıl sonra şöyle bir durum var, bütün 68 kuşağı müzisyenleri ve gençlerini temsil etme sorumluluğu yüklendi üstümüze ister istemez. Çünkü o dönemde müzik yapmaya başlayıp da hala ayakta olabilen birkaç isim var sadece. Biz faaliyette olan bir ekip olarak bütün o dönemlerde çalışmış müzisyen arkadaşlarımızı temsil etme sorumluluğu taşıyoruz bir yandan. Biliyorsunuz 60’lı 70’li yıllar müzikte çok önemli bir yer teşkil ediyor, sadece Türkiye’de değil dünyada da. O dönemlerde yapılan bazı müzikler hakikaten kilometre taşı olmuşlar. Biz de Türkiye’de o kuşağın bir temsilcisi olarak hala ayaktayız bu önemli bir şey. Şimdi 50 yılı düşününce o kadar çok şey var ki, 93’ten bu yana da hiç aralıksız belli bir çizgide işimizi yapıyoruz, ki o çizgi de çok önemli, toplumsal sorumluluk taşıyan bir çizgi. Müzikle dünyayı değiştiremezsin belki ama bir coşku yaratabilirsiniz, o coşkuyu yarattık bir yandan.

Peki ne oldu da böyle 50 yıllık bir serüven bugüne geldi, neredeyse bir ömürlük serüven boyunca bir arada kalmayı nasıl başardınız?

C.B.: Hep şunu söylüyorum: Beslenme çantanı iyi kuracaksın. Eğer sen bu ülkede müzik yapacaksan kendi kültürünü, sadece müzik değil edebiyatıyla da iyi tanıyacaksın ve onu hazmedeceksin. Ondan sonra yapacağın besteler, yazacağın şarkı sözleri oluşacak. Biz ne yaşıyorsak onun şarkılarını yaptık. Bir tane bile piyasayı düşünerek, çok satacağını hesaplayarak şarkı yapmadık. Yaptığımız müzik tamamen yaşamdan etkilenmeyle oldu. Sonunda bu samimiyete bağlanıyor. Diğer müzik yapanlara samimiyetsiz demiyorum ama eğer Moğollar bugün 50 senedir ayaktaysa yaptığımız müziğin samimi oluşundandır. Önce kendimiz inandık ve sevdik sonra onları plak haline, CD haline getirdik.

Pişmanlıklarınız var mı hiç, keşke şunu yapmasaydık dedikleriniz?

C.B.: Ben yeniden dünyaya gelsem yine müzik yapmak isterdim. Yine Moğollar grubunun içinde olmak isterdim. Çünkü çok keyif alıyorum, sahnede çalıyoruz yani görseniz fena hâlde eğleniyoruz.

T.Ö.: 70’li yıllarda hep bir vokalist sıkıntısı olmuştu. O zaman vokal olsaydı belki şu an bambaşka bir yerde olabilirdik.

C.B.: Moğollar’ın kuruluşu, 5 idealist gencin yurtdışına çıkıp orada meşhur olmak ve çok para kazanmak hayali kurmasıyla başladı aslında. Paris’e gittik işte, orada plak yapma teklifi aldık, bunun da altını şöyle doldurmak mümkün, biz tamamen Batı müziği enstrümanlarına bağlı bir grup olsaydık belki yapamazdık. Ama kurulurken dedik ki biz dünyada bir yere gelmek istiyorsak müziğimizin özgün bir yapısı olması lazım, o yüzden de gitarın yanına bağlama, yaylı tanbur, kabak kemane, cura gibi enstrümanları koyduk. Rahmetli Engin (Yörükoğlu) darbuka, kaşık, askı davul koydu. Biz böyle bir sentez ortaya koyunca orada hemen plak teklifi geldi ve akademik anlamda çok önemli bir ödül kazandık. 1971 yılında “Academie Charles Cros” adında bizden bir yıl önce Jimi Hendrix’in aldığı, bizden bir yıl sonra da Pink Floyd’un aldığı bir ödüldü bu. Tabii bu çok akademik bir şey olduğu için maddi bir şeye dönüşmedi. O dönemin en büyük plak firmalarına; CBS, Pathe Marconi ve Philips’e demo yaptık, üçünden de kontrat teklifi aldık. Biz CBS’i tercih ettik ama solist yok, bir 45’lik yaptık orada kendimiz söyledik tabii olmadı bir şey, solist arayışına girdik. Barış Manço’yla buluştuk, Türkiye’ye geldik turneye çıktık, para kazanmamız lazım tekrar gideceğiz. Kütahya’da Moğollar’ın minibüsüne molotof kokteyli atıldı, araba yandı. Neden? Barış’la beraber “Katip Arzuhalim” türküsünü çalıyoruz ben de yaylı tanbur çalıyorum. Türkünün ortasında ben doğaçlama çalarken Barış da üstüne konuşuyor. Diyor ki, “Bir ülke düşünün ki bir baba kız çocuğunu kucağına oturtup sevemiyor”, bağnaz kafalara bir eleştiri bu. Bu yüzden minibüsümüzü yaktılar. Araba yandıktan sonra bizi askere almaya kalktılar, talebe olanlar yırttı falan bir şekilde toparlandık kaçtık yurtdışına.

T.Ö.: Sonra yakalandı o arabayı yakan, ülkücü bir gençmiş bir yerden yönlendirilmiş ama işte bu tam 12 Mart muhtırasından önceki dönemdeydi, bizi de bir yoklamak istemişler.

C.B.: Daha sonra işte tekrar geldik Türkiye’ye, Yavuz Plak’a gittim bir gün Cem Karaca oradaydı işte oturduk konuştuk, “senin gibi bir vokalimiz olsaydı” dedim, o da “ben de aynı şeyi söylüyordum içimden” dedi, orada el sıkıştık. Stüdyoya girdik, altı parçalık bir kayıt yaptık “Namus Belası” adında, parça hit oldu. Öyle olunca tabii konserler falan derken biz bir türlü Fransa’ya gidemedik. Daha sonra Engin askerden dönünce biz Cem’den ayrıldık Fransa’ya gittik. Bu arada biz Selda’ya teklif götürdük, “Gel Fransa’ya gidelim” diye baştan kabul etti sonra korktu vazgeçti. Böyle bir macera yani solist derdi işte Emrah’la sona erdi.

Peki iyi ki şunları da yaptık dediğiniz bir şey var mı?

T.Ö.: Bu grubu bugüne, bu şartlara getiren her şey iyi ki olmuş diyoruz.

C.B.: Bir keşke var, şimdiki aklımız olsaydı grubun ismini Moğollar koymazdık. (Gülüyor) Bizim bu isimle Japonya’da konser verme imkânımız yok.

Anadolu rock yapılamaz gibi tepkilerle karşılaştınız mı?

E.K.: Var olan türküleri yeni bir forma sokup çalmak zaten yeterince sıra dışı ve tepki çeken bir şey. Bu tip müzisyenlerin en büyük handikapı TRT’ye çıkamamak.

C.B.: Bir kere Cem’le buradan Ankara’ya stüdyoya gittik, kapıda asker nöbet tutuyor. Herif bizi almadı içeriye, kravatımız yok diye. Yapımcı geldi o da ikna edemedi, biz yine bindik otobüse geri döndük.

Peki bir sanatçı nasıl bir toplum ister?

C.B.: Sanatçı kendi düşüncesini, kendi birikimini özgürce ifade edebildiği bir ortam ister. Bugün ne düşündüğümüzü söylüyoruz ama belli yerlerde söyleyebiliyorsun bunu da.

T.Ö.: Bir de topluma aykırı olması lazım ki yeni fikirler çıksın ortaya ama şimdi aykırı olmak terörist olmak anlamına geliyor. Bugünkü ortam 12 Eylül ortamından daha bile kötü aslında hukuk açısından.

O zaman ne yoktu şimdi ne yok ya da ne var?

T.Ö.: O zaman bile hiç değilse darbe mahkemesi vardı kendi çapında bir hukuk işliyordu. Bugün hukuk diye bir şey yok. Ama ne yazık ki bu ülkede, bırak Cumhuriyet dönemini daha öncesinde bile, işte Pir Sultan Abdal’lar falan hep böyle bir şey yaşanmış.

C.B.: Bu ülkede devlet her zaman gençlerden korkmuştur dolayısıyla da hep baskı altında tutmuştur. Gençlerin hepsini aynı tornadan çıkmış gibi bir hâle getirmek istiyorlar.

E.K.: Baskı hep var sadece şekil değiştiriyor.

T.Ö.: Baskı bizim milli karakterimiz.

C.B.: Zaten batıdaki 68 olaylarının altında yatan da bu. O muhalif duruş, rock kafası gençlerin şunu demesiyle çıkıyor: “ben babama benzemeyeceğim”. “Yaşam benim yaşamım, bırak ben istediğim gibi bir hayat seçeyim” demek istiyorlar. Bir de tabii barış isteği çok önemli, 68 kuşağı Vietnam Savaşı’nı durdurmuştur. Biz de o esen rüzgârlardan burada etkilendik.

Siz nasıl buluyorsunuz Moğollar’ın bu 50 yıllık serüvenini?

Kemal Küçükbakkal: Bir kere onların müziğiyle büyüdüm, 93’te albüm çıktığında amcamın getirdiğini hatırlıyorum. O zamanlar davula da yeni yeni merak salmıştım, hani şu şarkıyı çalsam yeter diyordum, şimdi birlikte çalıyoruz. Engin Yörükoğlu gibi bir üstadın koltuğunda oturmak apayrı bir şey.

Hangi işle uğraşırsa uğraşsın gençlerde bir bu ülkeden kaçalım da ne yaparsak yapalım hissi var ya, buna ne diyorsunuz?

C.B.: Genç nüfus epey fazla Türkiye’de fakat iş olanakları da tam tersine çok kısıtlı. Bir, bu amaçla gidebilir. İkincisi memleketin siyasi durumu sebep olabilir. Sadece onlar da değil para babaları da paralarını yurtdışına götürüyorlar, oradaki bankalara götürüyorlar. Ben burada doğmuşum, burada işimi yapıyorum ve burada öleceğim. Onlar genç, önlerinde kocaman bir yaşam var ve endişe duyuyorlarsa ben kınayamam o insanları.

Kalıp mücadele etmek çok mu hayalperest?

T.Ö.: Doğrusu o ama buna da zorlayamazsın.

Geçmişle bugünü mukayese ettiğinizde bugünkü sanat yapabilme ortamı daha mı zor?

C.B.: Sanatla neyi ifade ettiğine, neyi işlediğine bağlı. Orada bir kısıtlama var, bugün eleştirel birtakım şeylere çok fazla tahammül yok. Ülkemizdeki tutuklu gazeteci sayısı da bunu gösteriyor, bir kısıtlama var. Sanattan ziyade gazetecilik üzerindeki baskı endişe verici.

T.Ö.: Sadece Diktatör oyununu yasakladılar ya şimdi, buna benzer şeyler eskiden oluyor muydu tabii ki oluyordu, aslında pek bir fark yok yani.

E.K.: İnsanlar bence ikiye ayrılır ya iyidir ya kötüdür, burada çok kötü insanlar var. Bunlara birebir şahit olmak çok üzücü.

T.Ö.: 12 Eylül darbesinden sonra YÖK ile eğitim sistemi darmadağın edildi, işte sonrasında yetişen kuşaklar bugünü yarattı. Ne doktor tam doktor, ne hukukçu tam hukukçu, 12 Eylül darbesinin yetiştirdiği kuşak getirdi bugünlere. Sonrası da daha kötü olacak çünkü şimdiki eğitim sistemi de malum. Bilimsel eğitimin gereksiz olduğunu savunan bir sürü eğitimci var, böyle saçmalık olur mu? Seviye gitgide daha da düşüyor, en azından 80 darbesine kadar eğitim daha kaliteliydi ve daha özgür düşünüp yazılabiliyordu. Baskı yine vardı ama dinci bir baskı yoktu, ülkücü bir baskı vardı. Bugün bir de o katıldı işin içine.