Orhan Kemal Cengiz’in Radikal’deki yazısı çarpıcı sorular içeriyor:

 

O katliamdan bir tek kareyi, kalp gözünüzü açıp görmeye tahammül edebilseniz, dünyayla kurduğunuz bütün ilişkiniz sonsuza kadar değişir.

İnsan kendi ülkesini nasıl tanır? Ben kendi hikâyeme baktığımda, önemli kavşak noktalarında hep büyük ‘duygusal kırılma anları’ olduğunu görüyorum. Çocukken Ermenilerin başına neler geldiğine ilişkin dinlediğim bir hikâye, önemli kırılma noktalarından birisiydi mesela. Ermenilerin kanlarıyla kızıl renge boyanmış dere, bir daha silinmemek üzere beynime kazınmış bir fotoğraf karesi olarak kaldı.
İkinci ve çok daha şiddetli kırılma anı, 90’lı yılların sonlarına doğru katıldığım AİHM duruşmalarıdır. Bunlar Güneydoğu’dan AİHM’ye giden davalardı; köy yakmalar, adam kaçırmalar, gözaltında kayıplar, akıl durdurucu işkenceler... Dosyalarını okumak, köyleri yanmış yıkılmış bu insanlarla konuşmak, onları duruşmada dinlemek, her aşaması ayrı birer travmaydı benim için. Bu benim, bir şeyi teorik olarak bilmekle onu ‘kalp gözüyle görmenin’ birbirlerinden ne kadar farklı olduğunu ayırt ettiğim bir dönemdir aynı zamanda. ‘Kalp gözüyle’ gördüğüm vahşet o kadar dayanılmaz boyutlardaydı ki hep aynı nakaratı mırıldanıyordum kendi kendime: “Bir insan bir insana bunu nasıl yapabilir?” Sadece vahşet değil, inkârın düzeyi de korkunçtu. Mahkemenin dinlediği valiler, savcılar, polisler, jandarma görevlilerinin tamamı olayları ‘külliyen’ inkâr ediyordu. İşkence yapılmamıştı, köy yakılmamıştı, kaybolan kişi gözaltına bile alınmamıştı...


Sonradan tüm fotoğraf kareleri kafamda birleşti. Biz sürekli olarak inkâr ettiğimiz için ha bire aynı şeyleri tekrar edip duruyorduk. 1915’te başlayan hikâye hiç durmadan, yeniden ve yeniden yazılıp duruyordu. Bugün tarihimizin yüz kızartıcı sayfalarından birisinin daha yıldönümü. Bundan tam 33 yıl önce Maraş’ta, daha önce Ermenilere, Yahudilere, Rumlara, Zazalara, Kürtlere yapılanın aynısı Alevi vatandaşlarımıza yapıldı.


Tıpkı daha önce 6-7 Eylül 1955 olaylarını hazırlamak için Atatürk’ün Selanik’teki evine bomba attıkları gibi, Maraş’ta da ülkücülerle tıka basa dolu sinemaya etkisiz bir bomba atıverdiler. Hemen ardından solcuların gittiği bir kahveye atılan bomba ve iki Alevi öğretmenin öldürülmesi geldi. Bu iki öğretmenin cenazesi cuma gününe kadar morgda bekletildi ki cuma namazından çıkan ‘öfkeli kalabalığın’ hedefi haline gelsinler. Sonrası korkunç bir felaket, kadın çocuk, yaşlı genç demeden yüzlerce Alevi vatandaşımız katledildi.


Olayların öncesinde nüfus sayımı bahanesiyle Alevilerin evlerinin işaretlendiğini, milli piyango satıcısı kılığında kontrgerilla elemanlarının şehre geldiğini biliyoruz. Kamyonlara doluşan katillerin ellerine ateşli ve kesici silahların verildiğini, katliam sırasında devletin asker ve polisinin ortadan kaybolduğunu da... Olayların ardından Ecevit uzun süredir direndiği sıkıyönetimi ilan etmek zorunda kaldı vd.


Bütün bunları biliyoruz bilmesine de bunlarla Maraş katliamını anlamış, kavramış oluyor muyuz gerçekten? Bundan tam 33 yıl önce Maraş’ın bir tür küçük Yugoslavya’ya dönüştüğünü idrak edebiliyor muyuz? Tıpkı Sırpların Boşnak kadınlara tecavüz ettikleri gibi, Alevi kadınların tecavüze uğradığını, bunu hem de uzun yıllardır yan yana yaşadıkları komşularının yaptığını hissedebiliyor muyuz? Maraş katliamından kurtulanların anlattıkları olaylar o kadar korkunç ki insanın aklını durduracak boyutlarda. Genç kızların memelerinin kesilip sopaların ucuna takıldığı, ceninlerin anne karnından çıkarılıp ağaçlara çivilendiği, bebeklerin iki bacağından ikiye ayrıldığı, insanların diri diri yakıldığı bir katliamı gözünüzün önünde canlandırabiliyor musunuz? Bunun günlerce sürdüğünü...


‘Katliam’ deyip geçivermek kolay. O katliamdan bir tek kareyi, kalp gözünüzü açıp görmeye tahammül edebilseniz, dünyayla, bu ülkeyle kurduğunuz bütün ilişkiniz sonsuza kadar değişir, inanın...Ama bunu yapabilmek için bu inkârcılığın sona ermesi gerekiyor. İnkâr etmenin de binbir yolu var. Unutmak, hatırlamamak, anmamak, sorumluluğu sadece provokatörlere yıkmak, o zamanın koşullarını anlayalım demek, olayı karşılıklı bir çatışma olarak sunmaya çalışmak, kuru kelimelerle geçiştirmek, bunların hepsi ama hepsi geçmişi inkâr etmenin farklı birer yoludur.


Gelin bugün gönül gözümüzü Alevi kardeşlerimize açalım. Onların maruz bırakıldıkları vahşeti, yaşadıkları acıyı hissetmeye çalışalım. Sadece bir an için...