Demirel, "Bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz" derken Türkeş, "İktidar yarından da yakın" diyordu.

 

1. bölüm: Maraş katliamı MİT planıydı

2. bölüm: Katliama çağıran anonslar

 

ABDULLAH KILIÇ / AYÇA ÖRER / Radikal

 

Kahramanmaraş’ta katliama maruz kalanlar, asker ve polisin olaylar karşısındaki acziyetini görünce tek umutlarını dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’e bağladı. Ancak Ecevit’in de olaylar karşısında aciz kaldığını söylemek mümkün. Dört bakanını Maraş’a yollayan Ecevit de sözünü bölgedeki askeri erkâna geçiremedi. Hatta Ecevit’in olaylar devam ederken şiddete maruz kalan halkı arayıp “Nasılsınız, geçmiş olsun” dediği, telefonuna çıkan bazı ailelerin de “Bizi değil, askeri, polisi arayın. Olayları bastırsınlar” şeklinde cevap verdiği belirtiliyor. Maraş olayları sırasında şehirden bilgi almakta güçlük çeken İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı, Emniyet Genel Müdürünü ve Jandarma Genel Komutanı’nı arayarak Diyarbakır’dan kalkacak jetlerin emniyetli bir şekilde Maraş üzerinden alçaktan uçuş yapmaları talimatını verdi. Olayların ikinci günü Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun, Jandarma Harekât Başkanı Kurmay Albay İsmail Selen’le birlikte önce Adana’ya sonra valilikçe gönderilen bir arabayla Kahramanmaraş’a giden Özaydınlı’yı yolda göç etmeye başlamış vatandaşlar karşıladı.
Valilikte brifing aldıktan sonra İtfaiye Merkezi’ne giden Özaydınlı, yanan kente rağmen çalışmayan itfaiye memurlarıyla karşılaştı. Memurlar, “Bize ateş ediyorlar, suyumuz yok, güvenlik yok” gerekçesiyle çalışmayı reddediyordu. Özaydınlı’nın “Önünüze ben geçeceğim buyurun gidelim” teklifi de karşılık bulmadı. Çaresiz kalan Özaydınlı şehirde sakinliğin sağlanması için Başbakan Ecevit’i arayarak sıkıyönetim ilan edilmesinin şart olduğunu söyledi. 

Demirel’in meşhur sözü
Olaylar, ancak günlerce sonra Kayseri Hava İndirme Tugayı’nın gelmesiyle son buldu. Uçakla yarım saatlik mesafedeki Kayseri’den, karayoluyla bir saatlik uzaklıktaki Antep’ten üç gün boyunca Maraş’a ek birlik gelememişti. Şehir kısa sürede kontrol altına alındı. Mahkemede tanıklık yapan bir komando yüzbaşısı görevi teslim ederken, “Gözümüzün önünde çocuklar öldürüldü, bir şey yapamadık” diyordu. Cumhuriyet gazetesinde askerin şehre giriş fotoğrafı, “Dört gün sonra ilk rahat soluk” başlığıyla yer aldı.
Olaylar sürerken, Ecevit hükümeti hedef tahtası haline geliyordu. Ecevit, sıkıyönetim isterken AP Genel Başkanı Süleyman Demirel hükümeti suçluyordu: “Hükümetler cinayet yeri değildir, kimin yakasına yapışmak lazımsa yapışın, seyirci kalamazsınız! Bu şartlar altında bunlar hükümet etme vasfını kaybetmişlerdir.” Basın açıklamasının sonunda “Cinayetleri MHP ve AP üyesi insanların işlediği söyleniyor” sorusunu üzerine Demirel, “Bana sağcılar ve milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyecekti. MHP lideri Alparslan Türkeş ise “Hükümetin düşmesi belki yarın, belki yarından da yakındır” diyordu.

Film nerde oynadıysa bomba patlıyordu
Güneş Ne Zaman Doğacak filminde asistanlık yapan İsmail Güneş, Maraş’ta gösterime girmeden önce filmin gösterildiği bütün salonların bombalandığını söylüyor. 

Olaylarda orada mıydınız?
Orada değildim. Sadece oradan bakıldığında yanlış sonuçlara gidiliyor. Alevi-Sünni çatışması, sağ-sol mücadelesi gibi algılanıyor. Benim o konudaki tezim o filmin çekim aşamasından beri Sovyetler Birliği’nin negatif bir katkısı olduğunu düşünüyorum. 

Filmin konusu neydi?
Sovyetler’de geçiyor. 1945’te geçen bir kaçma öyküsüdür. 422 kişi Türkiye’ye iltica ederler. Stalin büyük baskılar uygular, Kars-Ardahan’ı ister ve o dönemin hükümeti 422 kişiyi sınır kapısına gönderir, teslim eder. Kurşuna dizilirler. Bunlardan biri kaçar ve yaşadıklarını küçük bir kitapçık yapar. O kitapçıktan yola çıkarak hazırlandı film. 

SSCB bu işe nasıl dahil oldu?
Yönetmen Mehmet Kılıç, gerçek Rus kostümü istedi. O güne kadar Niyazi Er diye bir kostümcüsü vardı piyasanın. Kılıç da diyor ki: “Nereden bulursan bul, istersen yaptır ama gerçek kostüm olsun.” O da düşünüp taşınıp SSCB Konsolosluğu’na gidiyor ve filmin hikayesini anlatarak kostüm istiyor. Konsolostakiler şoke oluyor ve gönderiyor. Ertesi gün 50 kişi yazıhaneye geliyor. “Bu filmi çekmeyin, Sovyet ve Türk halklarının kardeşliğini anlatan film çekin” diye ısrar ettiler. Çekilir çekilmez filmin yıkandığı laboratuar basılıyor ve filmin negatifleri yakılmak isteniyor. Her tarafı arıyorlar. 

Polis kayıtlarına girdi mi baskın?
Hayır. Aslolan filmin bitirilmesi ve yayına girmesiydi. Çok fazla büyütmek istemedik o dönemde bu olayı. 

Vizyona girişi nasıl karşılandı?
Vizyona girer girmez bütün sinemalar bombalandı. Ben bunu KGB’nin yaptığını düşünüyorum. Film yasaklanıyor Kültür Bakanlığı tarafından. Nerelere kadar uzanabiliyor etki, düşünün. Sonunda geldiği nokta Maraş meselesidir. 

Maraş olaylarını KGB’ye mi bağlıyorsunuz?
Dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı olayın aslını biliyordu ama kapattı. Yoksa nasıl desin bir ülke KGB ya da SSCB yapılmıştır. Bu filmi Türkiye’de oynatmamak için alan aradılar, en uygun alan da orasıydı. 

Adının böyle bir katliamla anılması yapımcıları nasıl etkiledi?
Bir daha film yapmadılar. Hakikaten vicdanlı bir adamdı Mehmet Kılıç. “Ben bu filmi yapmasaydım” noktasına geldi. O zaman herkes ne kadar ideolojik film yapıyorsa, biz de o kadarını yapmıştık. Çocuksu bir durumdu filmin temeline baktığınızda.



Canını kurtaran göç etti
19 Aralık’ta başlayan olaylar 25 Aralık’ta dinmeye başladı. Günlerdir çıkamadıkları evlerinde korku içinde ölümü bekleyen insanlar, Kayseri Hava Tugayı’nın şehre girmesi ve olayların yatışmasıyla birlikte dönmemecesine denklerini topladı, apar topar doğduğu topraklardan ayrıldı. İlk başlarda şehirden ayrılanların nüfusu, neredeyse yarı yarıyaydı. Gidenler eşyalarını bile doğru düzgün toplamamış, kapısına kilit vurarak gitmişti. Kimi el arabasıyla, kimi kamyonlarla kaçarcasına giden yüzlerce aile Antep, Tunceli, Mersin, İzmir, İstanbul gibi illerde yaşam mücadelesi verdi. Bir yıl içinde önemli kısmı yurtdışına göçtü. Çoğu bir daha Kahramanmaraş’a geri dönmedi.



O kareyi çeken muhabir konuştu
Maraş katliamındaki en dehşet verici cinayetlerden biri Esma Suna’nın karnında bebeğiyle beraber öldürüldüğü fotoğraftı. Başbakan Bülent Ecevit, Günaydın gazetesinde yayımlanan o fotoğrafı Meclis’te yaptığı konuşmada havaya kaldırarak sıkıyönetim talep etti. Ecevit şöyle diyordu: “Nihayet Kahramanmaraş’taki soykırım oldu. Soykırım, katliamın öz türkçesidir. Daha iyi anlasınlar diye söyleyelim. Kahramanmaraş’ta bir katliam oldu...” O fotoğrafı çeken dönem Günaydın’ın Adana Büro Temsilcisi Kurtar Çakın, olay anını Radikal’e şöyle anlattı: Olaylar olur olmaz gazetenin görevlendirmesiyle Maraş’a gittik. Çok ağır bir hava vardı, beş gün boyunca şehirdeydik. Yesoley diye bir gazeteden olduğunu söyleyen bir muhabir türedi. Deri çizmeleriyle dolaşıyordu sağda solda, attık aramızdan. Hastaneye girmeye çalışıyorduk, bir sürü engelleme vardı. Tesadüfen başhekimi ziyarete gittiğimde, kapı aralığından ameliyathaneyi gördüm. Bir doktor elinde bir bebek tutuyordu, bebeğin annesi ölmüştü, onu da kurtaramamışlardı. Fotoğrafını çektim.”

YARIN: Tanıklar anlatıyor: Bejan Matur, İbrahim Sİneminoğlu, Fikret Babaoğlu, Hamit Kapan

 

1. bölüm: Maraş katliamı MİT planıydı

2. bölüm: Katliama çağıran anonslar