La casa de papel’in Profesör’ü Alvaro Morte, Türkiye’de ilk kez 221B’ye konuştu.

Türkiye’nin polisiye dergisi 221B, Mart-Nisan 2018 sayısında, Alvaro Morte ile özel bir röportaj yaptı, Profesör’ü, diziyi ve Morte’nin gelecek planlarını konuştu.

Álvaro Morte'nin Türk izleyicilerine özel açıklamalarının bir kısmı şöyle:

La casa de papel ile Türkiye’de epey popüler oldunuz. İnsanlar sizi çok sevdiler ama açıkçası hakkınızda pek az şey biliyoruz. Kimdir Álvaro Morte? Nasıl bir çocukluk geçirdiniz, oyunculuğa nasıl adım attınız?

Her şeyden önce, dizinin Türk hayranlarına desteklerinin ve sevgilerinin farkında olduğumu söylemek istiyorum. Hepinize çok teşekkür ediyorum! Ayakları yere basan, aklıselim olmaya çalışan, normal ve basit bir insanım ben. Güney İspanya’da, Endülüs’te doğdum. Ailemde herhangi bir sanat dalıyla profesyonelce uğraşan kimse yoktu ama annem şarkı söylemeyi ve resim yapmayı çok severdi. Sanatsal tarafımı ondan aldığıma kuşku yok. Babamınsa girişimci ruhunu aldım. Yeni projelere el atmayı çok seviyorum, özellikle de tiyatro topluluğum 300 Pistolas ile... Ailemle İspanya’nın çeşitli şehirlerinde yaşadıktan sonra telekomünikasyon mühendisliği okumak üzere Kanarya Adaları’na gittim ama bölümü yarıda bıraktım. Tiyatro tüm hayatımı değiştirdi ve her şeyi bırakıp gösteri sanatları okumaya gittim.

Şöyle bir kariyerinize baktığınızda hangi yapım sizin için mihenk taşı oldu?

İki yapımdan söz edebilirim. Biri, bir İspanyol tiyatrosu klasiği olan Don Juan Tenorio. İlk sahne deneyimimdi, henüz 20 yaşındaydım. O an, asla oyunculuktan vazgeçemeyeceğimi hissettim; muazzam bir histi. Hayatıma damga vurdu.

Hayatıma damga vuran diğer yapımsa kuşkusuz La casa de papel. Profesör karakterini canlandırmak bana büyük mutluluk ve keyif verdi, halen de veriyor. Onun derisine nüfuz etmek oldukça zorlayıcı bir deneyimdi ama zorlandıkça daha çok keyif aldım.

(...)

Favori dizileriniz neler peki?

Bir dizi var, onu izlemekten gerçekten büyük keyif alıyorum: Stranger Things. Beni doğrudan çocukluğuma ve çocukken izlediğim filmlere götürüyor. Tek seferde izledim bütün diziyi resmen. Bir de Black Mirror var tabii, o da muhteşem bir dizi. Gerçi gösterdikleri korkunç yakın gelecekten dolayı izlediğim her bölümün ardından fena halde tedirgin oluyorum ama... Dizideki her şeyin bizi bekleyen geleceği -o gelecek hiç de uzak değil- işaret etmesi beni ürkütüyor.

La casa de Papel’e gelelim... Projeye nasıl dahil oldunuz?

Beni tercih edenler cast direktörleri Eva Leira ve Yolanda Serrano’ydu. İki aydan fazla süre denendim. Oldukça iştah açıcı bir karakterdi Profesör ve haliyle rolü kapmak için sıkı bir rekabet vardı. Sonunda rolü bana verdiklerini söylemek için aradıklarında inanamadım!

Senaryoyu ilk okuduğunuzda ne düşündünüz ve dizinin bu kadar popüler olabileceğini öngörüyor muydunuz?

Harika bir senaryo olduğunu düşündüm. Senaristlerin Álex Pina’nın önderliğinde ortaya çıkardıkları iş çok çarpıcıydı. Senaryoyu okuduğumuz anda dizinin oyuncuları olarak bir araya gelmemiz gerektiğini, birbirine sıkı sıkıya bağlı bir grup oluşturmamızın elzem olduğunu anlamıştık; çünkü ortada gerçekten büyük bir iş vardı. Açıkçası dizinin bugün bulunduğu konuma ulaşabileceğini hiç düşünmemiştik. Yani bu popülerlik bizim için de sürpriz oldu.

Şimdi tüm dünyada La casa de papel fırtınası esiyor. Sizce insanların diziyi bu kadar sevmelerinin sebebi ne?

Bir kere dizinin senarist ve yönetmenleri aksiyon sahneleri, duygusal sahneler ve eğlenceli sahneler arasında dört dörtlük bir denge sağlamayı başardılar... Herhangi bir kişinin rahatlıkla kendini özdeşleştirebileceği karakterler inşa ettiler. Hepimizdeki tutkulara sahip karakterler... Ayrıca kim, hiç kimsenin canını yakmadan kusursuz bir soygun gerçekleştirmek istemez ki!

Dizide kimi politik eleştiriler de var; kapitalizm açıkça hedef alınıyor... Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Dizinin içerdiği antikapitalist mesajla tamamen hemfikirim. Bence dünyanın zenginlikleri çok haksız ve yanlış bölüşülmüş halde. 21. yüzyılda halen açlık çeken insanların olmasını aklım almıyor; açlık çeken bir tek insan bile kalsa bunu aklım almaz.

Profesör oldukça entelektüel ve zeki bir karakter ama zaman zaman duygularına yenik düşüyor ve kolaylıkla dikkati dağılabiliyor. Siz nasıl tarif edersiniz Profesör’ü?

Bana sorarsanız, Profesör’ün en önemli özelliklerinden biri tam da bu: Tarif edilemezlik! Her zaman şaşırtan bir karakter o; ürkek, ufak, gri ve tarif edilmesi güç bir görüntüsü var. Üzerini kazıdıkça sizi daha çok ve daha çok şaşırtan koca bir dünyayla karşılaşıyorsunuz. Tabii ki onun metodik, entelektüel ve vicdanlı bir kişi olduğunu hepimiz biliyoruz... Fakat gerçekte kim bu Profesör, nasıl biri? Bir arkadaşım ilk sezonu izledikten sonra bana şöyle dedi: “Profesör’ün müptelası oldum ama gerçekte nasıl bir adam olduğu konusunda hiçbir fikrim yok. Yalan mı söylüyor, doğru mu söylüyor, gerçekten müfettişe âşık mı oluyor yoksa bu, onun planının bir parçası mı..?” Bence bu tarif edilemezlik, bu gizemli çember tam da karakterin büyüsünün dayandığı nokta işte.

Peki, kendinizle Profesör arasında benzerlik buluyor musunuz?

Bence iki açıdan Profesör’le birbirimize benziyoruz: İkimiz de bir şeyler üzerine çalışmayı gerçekten seviyoruz ve ikimiz de çok çalışkan insanlarız; kendimize bir hedef belirlediğimizde o hedefe varmak için sonuna kadar çabalıyoruz.

Profesör karakteri bir soygunun lideri olmasına karşın dizi hayranlarınca çok sevildi. Genelde bu tip dizi ve filmlerde “iyi taraf” polisler ya da detektiflerdir, ama La casa de papel seyircisi Profesör ile empati kurabildi. Bunu nasıl başardınız?

Profesör karakterini inşa etmeye başladığımızda en karmaşık noktalardan biri de onun eski hükümlüleri ardında sürükleyebilecek bir karakter olmasını istememizdi. Aynı zamanda ne kadar utangaç, sosyal ilişkilerde beceriksiz, içe dönük bir karakter olduğunu düşünürseniz, Profesör’ün liderlik etmesini sağlayan özelliği ortaya çıkarmak oldukça karmaşık ve güç bir işti. Sanırım bu işi başardık! Profesör’ün karizması, karizmatik hiçbir şey yapmamasından geliyor. İşte bu özelliği sayesinde sadece bir grup eski hükümlüyü değil, dünyanın dört bir yanındaki izleyicileri de etkileyebildi!

Böyle bir karakteri canlandırırken sizi en çok zorlayan ve en keyif aldığınız sahneler hangileriydi?

La casa de papel’de kolay sahne yoktu, hepsi kendi içinde çetrefilliydi. Aksiyon sahneleri, oyunculuklardaki dolaylı anlatımlar... Bunlar işi zorlu kılıyordu. Bir de benim pek çok sahnem hangarda tek başıma olmamı gerektiriyordu. Bu yüzden benim için en keyifli sahneler, oyuncu arkadaşlarımla birlikte rol aldığım sahnelerdi. Böyle harika bir oyuncu grubuyla çalıştığım için kendimi çok şanslı hissediyorum.

Spesifik bir sahne söylemem gerekirse Profesör’ün Nairobi’ye çocukluğundan bahsettiği sahne diyebilirim. Müfettişle kahvecideki Profesör-Salvador ikili oynama sahnelerini de söyleyebilirim. Bir de tabii ki ilk sezonun sonunda Berlin’le Profesör’ün “Bella Ciao” söyledikleri sahneden büyük keyif aldım.