Solda bir süredir, ‘emek’ ve ‘kimlik’ mücadelesini birleştirmek önemli gündemlerden. Mesela Kürt Sorunu’nu pas geçip, ‘temel çelişki emek-sermaye çelişkisidir’ diyenler ile, her şeyi sadece Kürt Sorunu endeksli değerlendirenler eleştiriliyor.

Benzer bir tartışmanın İslami referanslı muhalif kesimlerde de izleri ortaya çıkıyor.

Bu tartışmanın ‘hayırlara vesile olmasını’ dileyerek ve olacağını umarak Radikal’den Elif Türkölmez’in Yavuz Delal’le söyleşisini ilginize sunuyoruz:

Lüks otel iftarları protestosuna hiç ummadık yerlerden destek atan da, pilavı kaşıklar dediklerimizden eleştirenler de oldu. Etraf, aslında bir ibadet olan iftarın asıl amacını aştığını söyleyenlerle, solun İslamcılarla yakınlaşmasını zinhar kabul etmeyenlerle, her ‘ılık bir protestom var’ diyene elinde muhalif tuzluklarla koşanlarla doldu. Rewşen.com’dan Adnan Fırat ise geçen hafta yazdığı makalede olaya başka bir açıdan baktı ve “Emek ve Adalet Platformu’nun son zamanlarda popülerleştirdiği sosyalislam hareketi, bu ülkede Kürtlere uygulanan tasalluta gönderme yapmıyor, iktidarın ekonomik boyutuna yönelttiği itirazlarının aynısını ve aynı tonda onun milliyetçi ve sömürgeci boyutuna yapmıyor” diye yazdı. Ve Emek ve Adalet Platformu’nun eksik bıraktığı, daha doğrusu Türkiye’de hiç kimsenin yapmayı başaramadığı bir şeyi yapan ve yapmaya devam eden bir isimden Yavuz Delal’den söz etti. Muhafazakar ve dindar söylem üzerinden üretilen milliyetçi-sömürgeci söyleme yine bizzat Kuran’ı refere ederek karşı çıkan Delal’le, ‘lüks iftar protestoları’nı başka bir açıdan konuştuk.

Lüks otel iftarları protestosu kamuoyunda çok ses getirdi. Mazlumun bu kadar görünür hale geldiği bir anda Kürt halkından söz edilmemesi bir imkanı harcamak olarak ele alındı. Sizce de eksik kalan bir şeyler var mı hakikaten bu protestoda?

Emek ve Adalet Platformu’nun sadece son zamanlardaki pratikleri değil, genel duruşu Kürt sorununa yabanidir, ilkeldir. Aslında şunu baştan belirtmek lazım. Ortada iki farklı durum var. Bir yerde İslami referanslarla zenginlik sorgulaması, diğer tarafta aynı referanslarla ‘Kürt sorunu’ sorgulaması yapılıyor. Yani aynı referanslarla farklı şeyleri sorguluyoruz. Bu yüzden evet, büyük bir eksiklik vardır.

Emek ve Adalet Platformu son protestoda Kürtlerin de adını andı gerçi…

Bakın, bu ülkede yoksulluk siyasallaşmamış bir sorundur. Kim olursanız olun, yoksulun hakkından söz ettiniz diye başınıza bir şey gelmez. Ama Kürt sorunu öyle değildir. Ülkenin en önemli siyasal sorunudur. Tutanın avcunu yakar. O yüzden herkesin müdahil olmak istemediği, sözünü sakındığı bir sorundur bu. İslami camianın siyasallaşmamış olaylarda çok rahat hareket ettiğini görürsünüz. Ama siyasallamış sorunlarla ilgilenmezler. Bana göre fakirlikle Kürt sorunu mukayese edilemez. Zaten üç beş kişi hariç herkes fakir değil mi bu ülkede? Fakirse Kürt de fakir, Türk de fakir. Bu öyle ‘zararsız’ bir sorun ki farkındaysanız herkes destek veriyor. Gerçekten din temelli ya da gerçekten politik temelli bir eylem olsa orada bulunanların çoğunun bu eyleme destek vereceğini sanmıyorum ben. Abdestli kapitalist dedikleri mesela TVNet ya da abdestsiz kapitalist dediklerinden Habertürk, SKYTürk mesela neden bu insanlara kapılarını açıyor? Bunlar en nihayetinde koca koca binaları olan, ulusal televizyonlar. Onlar neden bu işi görünür kıldı? Bunu bir düşünmek lazım. Yani en nihayetinde abdestli olsun, abdestsiz olsun bu işi kapitalistler görünür kıldı. Kapitalizme karşı çıkıp, kapitalizmden beslenmek absürt değil midir? Ben bunu sadece Emek ve Adalet Platformu’na yönelik bir eleştiri olarak söylemiyorum. Asıl söylemek istediğim şu: Kimse bundan rahatsız olmuyor. En ciddi, en keskin suçlamaları da yapsan bu insanlar “Gel benim koltuğumdan bana küfret” diyebiliyor.

Neden buna izin veriyorlar sizce?

Belki rant sağlıyor, belki vicdan temizliyor. Bilemiyorum. Sadece kimsenin yarın endişe içine girmesini sağlayacak bir konu değil bu. İhsan Hoca’nın söylemiyle ilgilendiği için hiçbir holding patronu fişlenmez. ‘Bölücü’ yaftasını yemez. Zaten böyle bir protestoya Kürt halkının hakları meselesini katsanız ne oraya gelen olur, ne televizyonunda konuşturan olur. Zaten eylemi de polis basar.

İslami söyleme baktığımızda, bu ülkedeki Müslümanların Kürt sorununu bir ‘zalim/mazlum’ çatışması ekseninde ele alması gerektiğini düşünüyor insan. Ama bu ülkede Kürt sorununa en mesafeli duran kesim de yine İslami kesim. Tersine seküler taban daha çok sahip çıkıyor. Neden böyle sizce?

Aslında bu son 50 yılda bu hale geldi. Çünkü ‘Kürt sorunu’nun İslami söylemle okunması Türkiye Müslümanları üzerinde olmasa bile Kürdistan Müslümanları üzerinde ciddi etkili. Tarihte ilk Kürt hareketini Şeyh Sait başlatmıştır. Şeyh Sait bir Nakşibendi şeyhidir ve esas kimliği Müslüman kimliğidir. Bir Müslüman, bir Kürt olarak baş kaldırmıştır. Dersim isyanına kadar devlet her baş kaldıranın başını kesiyor. Ciddi bir sindirme söz konusu. 38’den sonra İslami camianın Kürt sorunu konusunda sindirildiğini görüyoruz. 68’de sol hareket kuvvetlendi ve ‘Kürt sorunu’na da el attı. Ama yine Kürt solu tabii. Türkler yine mesafeli kaldı. Ben bu bahsettiğiniz mazlum/zalim çatışmasını ilk kez Körfez krizi sırasında gördüm. 90’ların başıydı. 500 bine yakın göçmen Türkiye sınırlarına dayandı. O aşamada içinde bulunduğum grupla bu konuyu konuşuyordum. Onlar da bunların hangi amaçla burada olduklarını bilmediklerini söylediler. Kısaca “Ellerinde tevhid bayrağı yok, neden yardım edelim?” demeye getirdiler. Halbuki mazlumun dini sorulmaz. Biz o zaman Türkiye İslami camiasıyla, Kürdistan İslami camiası ayrıldık. Mazlumun yanında olmayan insan Müslüman olamaz. Bugün Kürt toplumu İslamcı anlayışa güvenmiyor. Korkuyor. Bunu nasıl başardınız? Rahmetten bahsediyordunuz halbuki. Bugün Kürtler neden Türkiye Cumhuriyeti’nin zalim olduğunu düşünüyor? Neden korkuyor?

Başbakan’ın ‘operasyon için Ramazan’ın bitmesini bekliyoruz’ açıklaması için ne diyeceksiniz?

Daha vahimi şu: Ben bu açıklamadan sonra İslami camianın da Türk halkının büyük çoğunluğunun da bir ‘oh’ çekmiş olduğunu düşünüyorum. Bu çok üzücüdür. Ramazanı da anlamamış olmaktır. Keşke bu söylem Başbakan düzeyinde, politikacı düzeyinde kalsa. Sistem dersin, şudur budur dersin geçersin. Ama halkın bu savaş dilini alkışlaması sorunun çözümü için büyük bir umutsuzluk yaratıyor. Bu ülkede yıllardır insanlar ölüyor. Müslümanlar bu savaşın karşısında durduklarını belli etmek için bugüne kadar ne yapmışlardır? Bir gün bu savaş bitsin diye eylem mi yapmışlar, bu vahim sorunla ilgili ne tür çalışmalar yapmışlar? Makale mi yazmışlar, kitap mı basmışlar? Savaş bitsin diye ne yapmışlar? Hiçbir şey.

Bu ülkede Müslüman bir çoğunluk var. Onlar ses çıkarsalar barışa giden yolda önemli bir adım atılmış olur mu sizce? Mesela AKP’ye oy veren kesim, oy verme şartı olarak ‘barış’ istese…

Bu insanlar mazlumla zalim arasında üçüncü bir aktör olabilseler ben barışın geleceğine inanıyorum. Bakın, bu sorunun iki tarafı var. Biri T.C. diğeri PKK. Ne T.C. bütün Türkleri ne de PKK bütün Kürtleri temsil ediyor. Ama sorunun temsilcileri onlar. Bir de halklar var. Savaş istemeyen halklar… Bu halklar meseleyi PKK ile T.C.’nin çözeceği bir şey olarak görmekten vazgeçip sorumluluk alırlarsa çözüme yaklaşılır. Ve İslami camia çözümle ilgili girişimlerde bulunursa, özgün yapısıyla üçüncü bir aktör olmayı kabul ederse, irade ortaya koyarsa çözüme yaklaşılır. Üçüncü aktör dediğim soğukkanlılıkla hareket eder, mazlumun hukukunu korur. Zalime de başına ne gelecek olursa olsun “Sen zalimsin” diye haykırır. Bizim zalime zalimsin diyecek üçüncü aktörlere ihtiyacımız var.