Diyarbakır’da çocukları PKK’ye katılan birkaç ailenin başlattığı oturma eylemi medyada ağırdan işlenip belli bir kıvama getirildikten sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da bu konuyu miting alanlarında dillendirmeye başladı. Son günlerde gündemden düşmeyen konuya ışık tutan bir söyleşi Express Dergisi'nde yayınlanmıştı.

Express Dergisi’nin Nisan 2009 tarihli sayısında yayınlanan söyleşi, Kürt çocuklarını kimin dağlara “kaçırdığını” ortaya koyar nitelikte.

İşte Adana’da yaşayan iki Kürt çocuğunun Express'e anlattıkları:

İşte beş yıl önce Express Dergisi’nde yayınlanan o söyleşi:

İrfan Aktan / Express Dergisi

2008’in Ekim ayında tutuklanan, Adana-Karataş Kadın Cezaevi’nde dört ay yatan B.E. (15) ve M.E. (17), yaşadıkları travmatik süreci, maruz kaldıkları eziyeti, cezaevinde edindikleri “bilinci” ve nasıl bir hayat sürdürdüklerini anlatıyor. B.E.’nin annesi de arada söze girip tabloyu netleştiriyor…

B.E. : Biz 20 Ekim 2008’de tutuklandık, 20 Şubat 2009’da da tahliye olduk. Benle teyzem M., öbür teyzemin evine gitmiştik, ziyarete. 20 Ekim 2008’deydi. Eylem olduğu sırada biz de içine girecektik ama polis havaya ateş açtı, biz de korktuk ve kaçmaya başladık. Polisler tuttular bizi. İsmimi sordular. Dedim ismim B.’dir. Ooo, PKK’nın komutanının ismidir bu, dedi. Herkesi arabaya sokup götürdüler ama benle M.’yi saçımızdan tutarak koşturdular. Benim ismimi öğrenince, copla belime vurdular. Copun içinde galiba sivri şeyler vardı. Çünkü sanki elektrik verdiler. Ben yerdeyken elimin üstüne bastı, topuğuyla. Filmlerdeki gibi, topuğunu elimin üstünde çevirdi. Elim kan oldu. Sonra bizi karakola götürdüler. Fotoğrafımızı çektiler. Orada bayağı durduk. Sonra bizi emniyete götürdüler. Orada konuştular bize. Bir odaya soktular, cam gibi bir şey vardı. Dediler o cama bakın. Baktık biz de. Tekrar içeri götürdüler. Sonra bir adam, kanımıza mı girmeye çalıştı bilmiyorum ama dedi ki, böyle şeyler yapmayın, eylemlere katılmayın, bütün polisler zaten pistir, sizi böyle döverler…

M.E. : Ablamın evinden gelirken eylem vardı. Biz de korkup kaçtık. Yani daha girmemişiz eyleme. Kalabalık içinde B.’yi de kaybettim. Sonra bizi bir köşeye sıkıştırdılar. Hem cop vuruyordular hem de ateş ediyordular. Sonra ayağıma iki tane kurşun çarptı. Ama kurşunlar lastikmiş. Yani insanı öldüren şeyler değilmiş. O yüzden ölmedim işte. Benim yanımda iki kişi daha vardı ama onları tanımıyordum. Yakaladılar üçümüzü de. Beni tam arabaya bindireceklerdi, vazgeçtiler. Polis dedi ki, bu kızdır, az koşmuştur, en iyisi bunu biraz daha koşturalım. Saçımdan tutup sürüklediler. Saçımı açıp dağıttılar, şalımla boğazımı sıktılar. Sen kızsın, burada ne işin var, dediler. Edilmeyecek laflar ettiler. Sonra birisi bana tacizde bulundu. Rapor almaya giderken söyledim ama kimse ilgilenmedi. Bir de kafamın arkasına vurmuştular. Çok şişmişti. Bir de mor olmuştu. Aynadan baktım. Ama hastanede kimse onunla da ilgilenmedi. Hem başım dönüyordu hem midem bulanıyordu ama kimse ilgilenmiyordu. Gelmeseydin buraya, sen kızsın, burada ne işin var, diyorlardı. Ettikleri küfürler bizi psikolojikman çok etkilemişti. Küfürler hâlâ kafamdan çıkmıyor. Emniyette hem dövüyorlardı hem üstümüzü arıyorlardı. Saçımızı çektiler. Tekme, tokat atıyorlardı.

B.E. : Emniyetteyken çok dövüyordular. Sonra bizi Çocuk Şubesi’ne götürdüler.

M.E. : Adana’da toplam 19 kişi yakalanmıştı o gün.

B.E. : Altı-yedi tane kızdık. Ama bir tane de kadın vardı. En büyüğümüz M.’ydi.

M.E. : Evet, en büyükleri bendim. 17 yaşındayım. Dokuz yaşındaki kızlar da vardı. Sokaktaki bir özürlüyü bile getirmiştiler.

B.E. : Bir tane kadın polis ilk emniyete gittiğimizde M.’ye bir tane vurdu. Yere düştü.

M.E. : Sonra B.’leri içeri sokup beni ayrıca dövdüler. Hani ben biraz güzelim ya, diyordu ben senin bakışlarına dayanamıyorum. Senin bakışların çok etkileyicidir diyordu. O yüzden dövüyordu.

B.E. : Çok ayıp şeyler söylüyorlardı.

M.E. : Diyordular sizi ormana götürüp şöyle şöyle yapmalı. Bütün emniyet sizi şöyle şöyle yapsın. Siz Kürt çocuğusunuz. Anneniz babanız ancak doğurmasını bilir, sonra sizi sokağa atar, diyordular. Kürt halkına bile etmedikleri laf kalmadı.

B.E. : Kemerle vuruyordular. Bir sürü kelimeler ediyordular. Diyordular siz bizi taşladınız biz de sizi taşlayacağız. Cezaevine götürdüklerinde biz kızları büyüklerin yanına koydular zaten. O sırada da çok küfürler ettiler, dövdüler.

M.E. : Kızlara ayriyeten kötü uygulamalar yaptılar. Adliyede de biz konuşamadık. Polisler, elli yıl yatacaksınız diyordular. Bir de isim istediler. Eğer isim vermezseniz, babanız emekliyse maaşını, yeşil kartlıysa yeşil kartını keseceğiz dediler.

B.E. : Ama isim verirseniz yeşil kartları iptal etmem dediler. İsim verin, sizi hemen bırakacağım, dediler.

M.E. : Biz bir şey söylemedik ama. Zaten kelime ettiğinde kafana cop iniyordu. İsim dışında hiç konuşmayın dediler. Düşünsene abi, bir bakış yüzünden bile yemediğim dayak kalmadı.

B.E. : Saçımızı okşuyor, bu güzellik karşısında… Afedersiniz ama, sizin namusunuz bizimdir, diyordu.

M.E. : Kelepçe takarken, babanız size hiç bilezik taktı mı, bakın ben takıyorum, diyordu.

B.E. : Çok alay ediyordular.

M.E. : Cezaevine girdiğiniz için bu saatten sonra kimse sizi kimse almaz, dediler.

B.E. : Cezaevine girdiğimizde zaten askerler de dövdü bizi. Gardiyanların önünde tekme attılar.

M.E. : Gardiyanlar bize dedi ki, girişte sizi dövdüler mi? Biz de gösterdik morlukları. Bunlar olmaz, daha büyük yaralar var mı, dediler. Daha büyük yara yoktu.

B.E. : Elim kan olmuştu. Cezaevinde gösterdim onlara. Pansuman yaparsak geçer, dediler. Ama dört ay geçti, yarası hâlâ geçmedi. Yalan söylediler.

M. E. : Döverken de, iz bırakmayın dedi biri. Rapordan sonra istediğiniz kadar döversiniz, dedi. Doktora götürdüler bizi, o da doğru düzgün bakmadı bize.

B.E. : Elimi gösterdim doktora. Ne zaman oldu bu, dedi. Yakalandığımda polis yaptı dedim. Yalan söyleme, kaçarken duvarın üstünden atlamışsındır, orada olmuştur, dedi.

M.E. : Zaten polis de demişti ki, doktor sorduğunda polis yaptı demeyin, kendim yaptım deyin, yoksa sizi bir daha döveriz. Sizin raporunuza bakacağız, ifadenizi okuyacağız, sonra görüşürüz, diyordular.

B.E. : Onlar ne diyorsa, he diyorduk. Ama avukat geldi, doktora da hâkime de sadece gerçekleri anlatın dedi. Biz de gerçekleri anlattık. Ama yine de hapse attılar.

M.E. : Daha önce hiç gözaltına alınmamıştım.

B.E. : Ben de. İlk defa oldu.

M.E. : İçeri girip çıktıktan sonra bizimkiler diyor ki siz çok psikolojik olmuşsunuz. Çünkü çok çabuk sinirleniyoruz.

B.’nin Annesi: He valla, B.’yi tanıyamaz oldum. Çok çabuk sinirleniyor. Bağırıp çağırıyor. Sesi bütün mahallede yankılanıyor.

M.E. : Benim annem de bu şekil konuşuyor.

B.’nin Annesi: Kardeşi beş yaşındadır, ona bile öyle bağırıyor ki, ben korkuyorum. Çok kötü olmuş.

B.E.: Kulağım cezaevinde çok ağrımaya başladı. Sabah kalktığımda yastığımda hep akıntı vardı. Revire çıktım. Beni Numune’ye sevk ettiler. Hastaneye götürürken de saçımdan tutup eğerek götürdüler. Doktor adımı sordu. Dedim “B.” Sonra beni götürenlerden biri dedi ki, aslında bunun kulağını patlatmak lazımdı. Doktor da, ben gereğini yaparım dedi. Elim kelepçeli tedavi edildi ama koğuştaki ablaların söylediğine göre normalde elin kelepçeli tedavi edilmezmişsin. Kulağıma iğne gibi bir şey kattı. Dedi kulağın kirlenmiş. İğneyi tam batırınca, baktım içine su kaçtı. Galiba o zaman delindi. Sonra dedi ki kulağın delinmiş. Dedim peki ne olacak? Dedi hiçbir şey olmayacak. Dedim tedavi etmeyecek misiniz? Dedi “bunun tedavisi yok, en çok konuşma.” Kulağım şu anda ancak büyük sesli şeyler duyuyor. Polis dövdükten sonra böyle oldu kulağım.

M.E. : Ben liseden terk ettim okulu.

B.E. : Ben de lise 1’de bıraktım. Durumumuz yoktu. Aileme bakmam gerekiyordu.

B.’nin Annesi: Babası da yoktur. Kalp krizinden öldü. 35 yaşındaydı. Hiçbir şeyi de yoktu ama kalp krizi geçirdi. Üç sene önce.

B.E.: Tekstil işinde çalışıyordum ama şu an o da yok. Kriz yüzünden kapanmış fabrika. İş arıyorum şu an.

M.E. : Tam dört ay cezaevinde kaldık. Bir sefer koğuşta arama olurken dediler yasak şeyler bulmuşuz. Bizim hiç yasak bir şeyimiz yoktu ama üstümüze attılar. Tutuklama çıkardılar.

B.E. : Tutuklama değil, tutanak.

M.E. : He, tutanak.

B.E. : Bir sefer de bizi koğuştan çıkarırlarken, baktım koridorda bizim siyasi bir arkadaşımız. O başka koğuştaydı. El salladı bize, biz de el salladık. O zaman da kadın gardiyan Zeynep dedi ki, yasak. Bana sormadan el sallayamazsın, dedi. Hakkımızda tutanak çıkardı.

M.E. : Zeynep de aslında bir suç yaptı. B.’yle tartıştıktan sonra bizi tekrar koğuşa kattı. O sırada da cezaevinde bize verilen kimlikleri yüzümüze fırlattı. Yani kendi devletinin kimliğini yere atmış oldu. Bence bu da suçtur. Biz de ondan şikâyetçi olduk. Dedik TC.’nin kimliğini suratımıza atmıştır.

B.E. : Cezaevine girenlere birer kimlik veriyorlar. Önceden o kimliğin üstünde “terör” yazıyormuş. Sonradan değiştirmişler.

M.E. : Cezaevinin adı Karataş Kapalı Kadın Cezaevi. F tipi galiba.

B.E. : Yok, F tipi değil. Sanırım tipi yokmuş Karataş’ın.

M.E. : Evet, galiba tipi yokmuş.

B.E. : 16 kişi kalıyorduk cezaevinde. Çok iyi anlaşıyorduk. Kardeş gibiydik.

M.E. : Hepsi bizim gibi siyasiydi sonuçta. Zaten cezaevi sürecimizin en iyi tarafı oydu bence.

B.E. : Adlilerde her gün kavga oluyordu. Mesela bir et için, bir ekmek için kavga ediyordular. Ama bizimki öyle değildi. Bize günde iki ekmek veriyordular. Yalan yok, doymuyorduk. Ablalarımız kendi ekmeklerini bize verdiler. Cezaevinin en iyi koşulu oydu. Hep büyük kadınlar vardı. Ama küçücük bir bebek de vardı. Kadın cezaevine girdiğinde bebeği iki aylıkmış. Şimdi bir yaşına çıktı. Ama aramızda ajan da vardı. Sürekli bizi dinliyordu. Biz diyorduk ajanı deşifre edelim, böylece düşman onu alıp öldürsün.

M.E. : O yüzden ailemize yazdığımız mektuplarda diyorduk aramızda ajan var filan. Mektuplarımızı okuyordular ya, dedik belki ajanı tanıdığımızı sanırlar. Ama sanmadılar. Çünkü ajan hep aramızdaydı. Mektuplarımız ailemize gitmiyordu. Ailemizin mektupları da bize gelmiyordu. Adliler telefonda konuşuyordu ama biz konuşamıyorduk.

B.E. : Bir tane annemiz vardı koğuşta; şeker hastası, 65 yaşında. Gardiyan onu alıp itekledi. Açık, kapalı tüm görüşlerini de kilitledi. Görüşte de elektrikleri kesiyordular. Ailemizin yüzünü göremiyorduk. Elektrik varken de hani ziyaretçiyle telefonda konuşuyorduk ya, onun sesini kesiyordular. Ziyarete giderken kolumuza “aslı gibidir” diye bir mühür vurdular. Koğuştaki abalar dedi ki, sizi resmen koyun yerine koyuyorlar. Onlara yapmıyormuşlar bunu. Yani biz sesimizi çıkarmadıkça onlar hep zor yasalar çıkarıyordular.

M.E. : Bu arada mahkememiz devam ediyor. Ama bizi çağırmadılar.

B.E. : Bizi hem propaganda hem de üyelikten suçluyorlar. İkisi üst üste binince bir sürü yıl yapıyor.

M.E. : Kâğıtta propaganda diyordu ama mahkemeye gidince üyelikten yargılanıyorduk. Bir alt üyelik varmış bir de üst üyelik. Alt üyelik daha iyiymiş.

B.E. : Düşman benim üzerimde taş çıktığını söylüyormuş. Ama ben kabul etmedim. İkinci mahkemede dediler Molotof çıkmış üstünden. Bunlar üst üyelik oluyor işte. Mesela M.’nin gerçek adı E.’dir. Biz ona hep E. diyoruz. Bizi ilk gözaltına aldıklarında karakolda söyledi polise: Gerçek adım E.’dir ama kayıtta M.’dir diye. Ama düşman demiş ki, M.’nin kod adı E.’dir.

M.E. : Kod adım olsaydı niye polise gerçeği anlatayım ki. Eskiden kafalarına göre yazıyorlarmış ya isimleri. Benim gerçek ismim E. ama kimlikte M. diye yazmışlar. Bu benim suçum değil ki.

B.E. : Abi, diyorsun ya bana, niye düşman diyorsun diye. Ben eskiden düşmanı seviyordum. Ama artık sevmiyorum. Düşman… Polis yani. Çünkü hep bizim hayatımızı bitirmek için çalışıyor. E.’nin ismini kod ad olarak yazmışlar kâğıda. O yüzden M., üst üyelikten yargılanacak. Hâlbuki bence böyle yapmaları ayıp bir şey. İftira gibi bir şey yani. Beni de üst üyelikten yargılıyorlar.

M.E. : Benim kardeşim on beş yaşından küçük olduğu için serbest bırakıldı. Ama onu da yargılıyorlar.

B.’nin Annesi: Yeminle söylüyorum, görsen, sanırsın altı yaşındadır. Ufacık bir çocuk M.’nin kardeşi.

B.E. : Anne onu bırak da, özürlü birini getirmiştiler. Sürekli onunla alay ediyordular.

B.’nin Annesi: He valla, o çocuğu görmüşüm mahallede. Titriyor sürekli. Zaten o ismini bile bilmiyor ki.

B.E. : Bir çocuğun da pantolonu maviydi ama kandan kıpkırmızı olmuştu. O şanslıydı, çünkü o halde mahkemeye çıkaramadılar. Sen evine git, dediler.

M.E. : Bizim erkek arkadaşların çoğu ağladı ama benle B., bir kez olsun ağlamadık. Cezaevindeyken de bize kızıyordu ablalar, niye ağlamıyoruz diye. Polis de çok sinirlendi, biz ağlamıyoruz diye. Dedi ki, Kürt kızları niye bu kadar cesurdurlar, niye ağlamıyorlar.

B.E. : Ölümden bile korkmuyoruz.

M.E. : Bizi o kadar çok dövdüler o kadar çok dövdüler ama biz ne ağladık ne de güldük. O yüzden bizden nefret ettiler. Ağlamamız için neredeyse yalvarıyordular artık. Bir de sürekli, bildikleri şeyleri gelip bize soruyordular. Bizden de duymak istiyorlardı. Yani Kürt kızları olarak onlara itirafçılık yapmamızı istediler. Ama kimsenin ismini vermedik.

B.E. : Biz çalışmak için okulu bıraktık. Ama nedense bizim erkekler hem çalışıyor hem de okuyorlar. Annem diyor bana, oku diye. Ama artık okuyamam. Yalan yok, derslerim de çok iyi değildi. Ablam okumayı çok istiyordu, dedim ben çalışıp onlara bakayım, onlar okusun. Hani babamız yok ya, o yüzden ben bakıyorum onlara. Ablam da benden bir yaş büyüktür. Ben de okusaydım, aç kalacaktık. Bir kardeşim 11, biri 9 yaşında. Tek erkek en küçüğüdür, o da daha okula başlamadı.

M.E. : Erkekler hem okuyup hem çalışabiliyor. Çünkü bazen biz işten geceyarısı dönebiliyorduk. O yüzden hem çalışıp hem okumak zordu. Bir de lise dersleri zaten çok zor.

B.’nin Annesi: Valla ben B.’ye diyorum, oku mutlaka diye. Ama benim sözümü dinlemiyor.

B.E. : Ben tutuklanmadan önce okula gidiyordum gerçi. Ama çıkınca devam etmedim. Yalan yok, gidip sormadım okula ama polis dedi ki, sizin okul hayatınız bitmiştir.

B.’nin Annesi: Biz aslen Siirtliyiz, Pervari’den. Ama ben Adana’da evlendim. Ailemiz çok önceden buraya çalışmak için gelmişti.

B.E. : Biz serbest kaldıktan sonra bazı arkadaşlar dedi biz artık eylemlere katılmayız. Ben bir yandan dedim, eğer benim elimi yara yaptılar, kulağımı patlattılarsa, bunlar gerçekten düşmandır. Eyleme katılırsam, tamam yakalayıp biraz dövsünler. Ama eyleme daha katılmamıştık. Buna rağmen kulağımı patlatmaları, elime böyle yapmaları bence çök kötüdür. Bence bunu yapmamaları lazımdı. Tamam, belki Erdoğan demiştir kadın da olsa, çocuk da olsa gereği yapılacaktır. Belki o yüzden dövüyorlar. Ama eskiden dövmek de yokmuş. Şimdi dövme olması bence kötüdür.

B’nin Annesi: Ohoo! Nasıl dövmek yoktu kızım? Babanın çektiği işkenceleri görmedin sen. Gerçi o zaman vardın sen ama hatırlamıyorsun. O da siyasiden iki yıl yattı. Ona yaptıkları işkenceyi kafirler bile yapmazdı.

B.E. : Tamam da anne o çok çok eskidenmiş. On yıl önce filanmış o işkenceler. Şimdi bile olması, bence yanlıştır artık.

B.’nin Annesi: B.’yi yakaladıklarında söylemişler: senin baban içeri girmiş, amcan içeri girmiş, halan öbür tarafa gitmiş… Her şeyi söylemişler.

B.E. : Bazı şeyleri ben bile bilmiyordum, onlar söylediler. Bir tek amcamın hâlâ cezaevinde olduğunu biliyordum. Babamı soğuk sudan sıcak suya atmışlar. Elektrikle dövmüşler. Resmen idam etmişler. Böbrek hastalığı geçirmiş. Zaten işkenceden sonra toparlanamamış. Ama bence düşman şunu çok iyi düşünmeli: Biz ilk önce cezaevine girmek istemiyorduk ama şu anda cezaevinden çıkmak istemiyoruz.

M.E. : O kadar işkence gördük ama hiç ağlamadık. Tahliye olduğumuz gün ağladık. Çünkü çok değerli arkadaşlarımızdan ayrılmak zorunda kaldık.

B.E. : Gardiyanlar çabuk vedalaşıp çıkın yoksa sizi çıkarmayız bir daha, dedi. Dedik tamam, çıkarmayın bizi. Burada kalmak istiyoruz, dedik.

M.E. : Yargılamamız devam ediyor ya, eğer tekrar tutuklanırsak pek üzülmeyiz.

B.E. : Ama ailemiz arkada kalıyor. Benim çalışıp onlara bakmam lazım. Yoksa valla içeri girmekten hiç korkmuyorum. Ailemin durumu olsa, yemin ederim gidip bile bile eyleme katılır ve kendimi tutuklatıp koğuş ortamına sokarım kendimi. O kadar güzel ki cezaevi! Ben yıllardır böyle güzel bir arkadaşlık ortamı görmedim. Gerekirse onlar için canımı bile verirdim, gerçekten. O kadar değerliler ki benim için. Mesela heval Tekoşin vardı, süperdi.

M.E. : Ben bir kere hastalanmıştım mesela. Sabaha kadar koğuşta hiç kimse uyumadı. Herkes başımda bekledi. Ben o ilgiyi annemden bile görmedim.

B.E. : Yeri geldiğinde annelik, yeri geldiğinde babalık ediyordular. Ama yine de biz, bize yapılanları kabul etmeyeceğiz. Hani bazıları var dağa gidiyor ya. Bizim öyle bir amacımız yok. Çünkü ailemizi de düşünmemiz lazım. Ama bize yaptıklarını yanlarına bırakmayacağız.

M.E. : Biz, bize yapılanları başkalarına yapmasınlar istiyoruz. Tek isteğimiz budur.

B.E. : Ben diyorum ki, sonuna kadar onlardan intikamımızı almalıyız. Onlar… Yani polisler. Boşu boşuna bize o kadar işkence yaptılar. Anlatması bile acı, yapılması daha da kötü. Yani biz sana bunları anlatırken acı hissediyorsun ama biz bunu yaşarken daha fazla acı çektik. Kelimeleri, küfürleri dövmekten beterdi. Sanki yaptıkları küfürleri gerçekten yapıyorlarmış gibi hissediyordum. Pis şeyler söylediler. Ben eskiden eylemmiş meylemmiş pek ilgilenmezdim. Ama bana bunlar yapıldıktan sonra, aşırı derecede bağlandım.

M.E. : Yani sözde bize ders vermek amacıyla bizi cezaevine kattılar ama karşılaşacakları tepkinin bence farkında bile değiller. Bize yapılanların karşılığı çok kötü olacak bence.

B.E. : Evet, bence cezaevine kattıkları insanlar daha fazla akıllanıp çıkıyorlar. Cezaevine giren insanlar boş boş mu oturuyorlar? Hayır, kendini geliştiriyor, kitap okuyor ve düşmanı, yani polisi daha iyi tanıyor. Bence cezaevine katmaları hiç çözüm değil. Ölüm de çözüm değil… İçerdeyken Mehmed Uzun’un Yitik Bir Aşkın Gölgesinde’sini, başka bir yazarın Dörtlerin Gecesi’ni okudum. Ki ben içeri girmeden önce kitaplardan nefret ederdim. Nedir kitap okumak, saçma bir şey, diyordum. Ama şu an kitap okumayı o kadar çok seviyorum ki! Artık hep kitap okuyacağım, kendimi geliştireceğim. M.’nin okuduğu kitapları ben okuyorum, ben de okuduklarımı ona veriyorum. Bazen de cezaevinden arkadaşlar bize kitap yolluyor. Biz tüm siyasiler kardeş gibiyiz yani. Cezaevine güzel kitaplar girebiliyor ama eğer bir kitap gelişme amaçlıysa, yasak oluyor.

M.E. : Beş erkek, dört kız tutuklandık. 15 yaşın altındaki herkes serbest bırakıldı. Bizimle birlikte yakalanan bir kadın vardı, hâlâ içerde. Beş tane çocuğu var. Hepsi minicik. Kocası da içerde. Çocuklarına şimdi bakan hiç kimse yok. Kadın resmen delirmişti. Devlet de alıp bakmıyor çocuklara. Çocukları annelerinin yanına da katmıyorlar.

B.’nin Annesi: Ben B.’ye eylemlere katılma diyemiyorum. Kendisi bilir. Cezaevine düşmeden önce eylemlere katılma, hepsi erkektir, diyordum. Ama gelmiyordu. Baktım bütün çocuklar yüzlerini kapatmışlar, eyleme girmişler. B.’yi zorla alıp eve götürmeye gönlüm elvermedi. Sonuçta kendi kızımı götürsem, diğer çocuklar ne olacak? Sonra dedim B.’ye, kızım vallahi benim de yaşım genç olsa, gelip katılırdım eyleme! (gülüyor). İnsan çok etkileniyor gerçekten. Tutuklanınca da dedim sonuçta o da arkadaşları gibidir, ne diyeyim…

M.E. : Bence Kürt olduğumuz için bize böyle yapıyorlar.

B.E. : Diyorlar ki, Abdullah Öcalan Ermeni’dir, niye onun için sokaklara çıkıyorsunuz. Tamam, bırakın Abdullah Öcalan’ı ama bize bari özgürlüğü verin! Ama yok, diyorlar biz size özgürlüğü de vermiyoruz… Özgürlük demek, yani Kürtler yoktur dememek. Bence Kürt olduğumuz için böyle yapıyorlar. Ama eylemde bir Türk de olsa bence aynı şeyi yaparlar. Bence biz, Kürt olduğumuz için böyle yapmıyorlar. Özgürlüğü istediğimiz için yapıyorlar. Ben Türkleri hayatta reddetmem. Sonuçta biz onlarla kardeşiz. Biz Kürtleri seviyoruz diyen Türkler de var sonuçta. Bence haklı konuşanı işkenceye veriyorlar.

M.E. : Sonuçta gerillada olanlar da askerde olanlar da bizim abilerimiz, ablalarımız.

B.E. : Bence resmen kardeşleri düşman ediyorlar. Türk-Kürt kardeştir sonuçta.

M.E. : Dağdaki abimiz veya ablamız şehit düştüğünde öldü veya geberdi diyorlar. Askerdeki abimiz şehit düştüğünde de şehit diyorlar. Bence bu kötü bir şey.

B.E. : Bir gerilla şehit olduğunda bile gidip kulağını kesiyorlar. Yav zaten ölmüştür, niye kulağını kesiyorsun. Ama gerillalar askerleri yakaladıklarında hiç dövmüyorlar bile. Ama bazı Kürtler de gerilladan nefret ediyor.

M.E. : Biz mahallede çok güzel yaşıyoruz.

B.E. : Eylem dışında düğünlere gidiyoruz, arkadaşlarımızla dolaşıyoruz, çalışıyoruz. Her gün eylem oluyor. Çünkü bizim her günümüz var yani. Mesela şehitlerimizin günü var, Öcalan’ın doğum günü var, yakalanış tarihi var… Onun dışında mesela Öcalan’a işkence yapıldığında da hemen ayaklanıyoruz… Cezaevinden çıktıktan sonra eylemlere katılmadık. Korkudan filan değil. Diyorlar ki, şimdi tekrar yakalanırsanız 533 yıl yatarsınız. Bence bunu korkutmak için söylüyorlar. Çünkü 533 yıl kimse yaşamaz, bundan eminim. Belki 13, 23 yıl verebilirler. Ama bence 533 yıl veremezler. Biz yine de gitmiyoruz eylemlere. Kendimizi geliştiriyoruz. Bir de iş arıyoruz.