Türkiye'nin neoliberalleri ve muhafazakâr "demokratları", bu otoriter polis ve özel yetkili mahkeme rejiminin zulümlerine gözlerini kapamış koro halinde Kürtleri, Alevileri, Türkiyeli solcuları vicdansızca suçlayıp duruyordu...

 

Kâh Kürt siyasi hareketi yüzünden, "demokrasi aşığı" AKP-Cemaat koalisyonunun demokratikleşme adımlarını gerçekleştiremediğini, kâh eski rejimin destekçisi diye niteledikleri Alevilerin uzlaşmaz olduğunu, “yüce gönüllü” iktidarın “samimi” adımlarına gözünü kapattığını, kâh solcuların Türkiye'deki büyük dönüşümü anlayamadıklarını, onun önünde engel olduklarını ileri sürüp duruyorlardı.

 

Kürt sorunun çözümsüzlüğünde de, Hrant Dink davasındaki utanç verici karar sonrasında da, gerekçeleri hep aynıydı...

 

İktidar aslında demokratikleşme istiyordu, ama onun demokratikleşme adımları atmasını engelleyen hep bir dış faktör vardı...

 

YER KAPMA KAVGALARI ORTALIĞA SAÇILIVERDİ

MİT-Yargı kriziyle birlikte, bütün bu demokratlık masalları yerle bir oldu. AKP-cemaat koalisyonu büyük bir yara alırken, bütün o “demokratlık masalları”nın altında yatan cemaatçilik, kliyentalizm, poliste, MİT'te, yargıda yer kapma kavgaları ortalığa saçılıverdi. Hem de bizatihi çatırdayan AKP-cemaat koalisyonunun tarafları aracılığı ile...

 

Birbirlerinin kirli çamaşırlarını, ihtiraslarını saçıverdiler ortalığa...

 

“DURUN SİZ KARDEŞSİNİZ”

Cemaatin polisteki örgütlenmesi, cemaate yakın polislerin, Kürt sorununda güvenlikçi, şiddete dayalı bir politikayı savunması AKP'ye yakın birçok kalem tarafından dile getirildi. Krizin, cemaatin MİT'te örgütlenememesinden kaynaklandığını yazanlar oldu. Cemaatçi bürokratların son dönemde iktidar tarafından görevden uzaklaştırılmasının bu krize giden yolu döşediğini söyleyenler oldu. Buna karşılık, iktidarın görevden aldığı KCK soruşturmasını yürüten iki polis, cemaat medyasında, KCK'yi çökerten polisler olarak nitelenip kahramanca savunuldu. Bir de “durun siz kardeşsiniz”, “pastayı hep beraber, kavga etmeden paylaşın” diyenler vardı ki onlar fotoğrafı daha da belirgin kılıyordu...

 

Öncelikle, Ahmet Şık “Dokunan Yanar” dediğinde, “ne alakası var canım, hizmetten başka bir şey düşünmeyen bir gönüllü hareketini temelsizce suçluyor” diyen kimi iktidar destekçilerinin, olayı açıkça cemaatin bir hamlesi olarak sunmaları, Ahmet Şık'ın haklılığının kabulüydü.

 

Krizde, cemaate yakın polislerin veya yargı mensuplarının şu veya bu düzeyde rol aldığını, cemaat medyası dışında neredeyse kabul etmeyen kalmadı. O halde, Ahmet Şık'ın “Dokunan Yanar” sözlerini eleştirmeye cüret etmiş kim varsa, eğer biraz tutarlılık kaygıları varsa Şık'tan özür dilemek zorundadır.

 

Hele, Şık'ın “Dokunan Yanar” sözleri için “kendisini fazla önemseme”, “iç dünyasındaki derin zaaf” gibi psikolojik tahlillere başvuranların, MİT başkanının, hatta başbakanın dokununca yanma ihtimalinin, AKP'ye yakın kesimlerce bile dile getirilmesi karşısında söyleyecek tek bir tutarlı sözü kalmamıştır. Benzer zihniyetin temsilcilerinden Nazlı Ilıcak'ın, “Her taşın altında The Cemaat mi var” adlı cemaati aklama kitabı da, bu kriz vesilesiyle, çıkar çıkmaz yanlışlanarak tozlu ve karanlık raflardaki yerini almıştır.

 

TURNUSOLUN NE OLDUĞU ÇOK AÇIK

Krizin diğer tarafının da, demokratik bir zihniyete sahip olmadığını, çıkarılan MİT düzenlemesi ile bir kez daha gördük. Kimse, bu düzenleme “Kürt sorununda görüşme ve müzakere politikalarını tekrar hayata geçirmek için zorunluydu” diyerek kamuoyunu kandırmasın. Böyle bir argümanın samimiyetinin turnusolunun ne olduğu çok açık: Kürt sorununda barışçıl çözüm için derhal müzakerelerin başlaması, özel yetkili mahkemelerin kaldırılması, terörle mücadele kanunundaki anti-demokratik hükümlerin iptal edilmesi veya bu doğrultuda açık bir irade beyanı.

 

Artık bu adımlar atılmadıkça, o spekülatif demokratlık söylemlerine sadece yandaşlar inanabilir. Ayrıca, özel yetkili mahkeme rejimi, Kürtleri, solcuları hapislere doldururken sesini çıkmayanların, hedef MİT başbakanı ve belki de başbakan olunca özel yetkili mahkemelerin anti-demokratlığından söz etmesi hiç inandırıcı olmuyor. Esasında, Orhan Gazi Ertekin, aylar öncesinde, Express dergisinin röportajında özel yetkili mahkemelerin “Kilise” olarak adlandırdığı cemaat tarafından kurgulandığını belirtmişti. Cemaatin geçmişin oligarşik merkezini ele geçirdiğini hatırlatarak, “Cemaat pastayı kendine dağıtıyor, dar bir paylaşım sistemleri var. Tipik oligarşik sistem yeniden kuruluyor. Bu da geniş dindar kesimlerin açlığını daha da sorunlu hale getiriyor, giderek huzursuzlaşıyorlar. Olumlu hava, Cemaat'e borçlu olduğunu düşünme hali, Cemaat'in bu pratikleriyle giderek tersine dönmeye ve Cemaat'i sorgulamaya doğru evrilmeye başlıyor” diyerek bugünkü krizin ipuçlarını vermişti. (http://www.turnusol.biz/public/haber.aspx?id=10018&pid=19 )

 

BU KAVGALARDAN DEMOKRATİKLEŞME ÇIKMAZ

Evet, yaşananlar iktidar paylaşımı kavgasıdır ve herkesin bildiği gibi, bu kavgalardan da demokratikleşme çıkmaz. Esasında İhsan Eliaçık, bu otoriter koalisyonu ve zihniyetini neyin beklediğini çok veciz bir ifadeyle şöyle anlatmış:

 

AKP tipi muhafazakârlığı 'rant hırsı' F tipi muhafazakârlığı 'cemaat taassubu' bitirecek. İkisi bir araya gelince Allah'ın adaleti şaşmaz.”


DEMOKRAT HABER