BAHADIR ÖZGÜR / Radikal

 

Özal öldürüldü mü? Bu sorunun yanıtı ilk kez 'gerçekten' aranıyor. Devlet Denetleme Kurulu, yanıtı mezarın açılarak yeni otopsi yapılmasına bağladı. Peki otopsiden bir şey çıkmazsa? Cinayet ihtimali ortadan kalkacak mı?

 

Turgut Özal gerçekten öldürüldü mü? Ailesinin yıllardır dile getirdiği bu iddianın yanıtı ilk defa ciddi ciddi aranıyor. Devlet Denetleme Kurulu kapsamlı bir rapor hazırladı. Müfettişler özetle; bir dizi sağlık hizmeti ihmalinin bulunduğunu, gerekli tedbirlerin alınmadığını yazdı. Tüm yanıtları ise mezarın açılıp, otopsi yapılmasına bağladı. Peki otopsiden de bir şey çıkmazsa? Ya adli tıp uzmanlarının söylediği gibi inorganik (arsenik vb.) değil de bu kadar zaman sonra otopside tespit edilemeyecek organik (tarım ilacı vb.) zehir kullanıldıysa? Ya Agahta Christie’nin ‘Filler Unutmaz’ kitabındaki gibi, mezar açılıp önümüze yeni yeni muammalar çıkarsa? Filler Unutmaz, bir adamın ölümüyle başlar. Ailesi bunun cinayet olduğunda ısrarcıdır. Elde kriminal tek bir delil yoktur. Mezar açılır, otopsi yapılır ama yine bir şey çıkmaz. Obsesif dedektif Hercule Poriot içinse ipucu halıda, saç telinde veya mezarda değil, adamın çevresindekilerdedir. Her bir halka cinayetten izler taşır. Mesele bir cinayetin olup olmadığı değildir artık, bir cinayet konseptinin varlığıdır. Özal’ın durumu da biraz böyle aslında. Zira onun ölümünden hiçbir şaibe çıkmasa bile etrafında öyle bir cinayet konsepti örülü ki, ortaya atılan komplo teorileri bile yanında yavan kalıyor.

 

Bu konsept, Malatyalı iki mahalle arkadaşının yollarının devletin zirvesinde kesişmesiyle başlar. Özal, Jandarma Genel Komutanı Eşref Bitlis’i teamüllere aykırı da olsa Genelkurmay Başkanı yapmak için yol arar. Bu sürecin yakın tanığı Özel Kalem Müdürü Feyzi İşbaşaran, yıllar sonra verdiği bir röportajda Bitlis’in ölümünden sonra Özal’ın ağlayarak, “Biz bu Kürt sorununu çözemezsek, ileride Türkiye’nin başı daha da belaya girer” dediğini aktarır. Şifre bellidir: Kürt sorunu. Kaseti bir yıl önceye saralım…

 

KÖŞK’TE KÜRT ZİRVESİ

1992 Martı’nın ilk haftasında Özal, Köşk’te DEP milletvekilleri Ahmet Türk, Sırrı Sakık ve Orhan Doğan’la görüşür. Ardından sözcüsü Kaya Toperi ile başyaveri Kurmay Albay Arslan Güner’e 10 sayfalık bir Kürt Raporu hazırlatır. Rapor 13 Mart 1992 günkü MGK’da gündeme gelir. Af da dahil siyasi-sosyal çözümler tartışılır. Elbette askerin tepkisi serttir. 8 gün sonra tarihin en kanlı Nevruz’u yaşanır. İki günde resmi kayıtlara göre 57, sivil toplum kuruluşlarına göre ise 113 kişi hayatını kaybeder. Mayıs 1992’de bu kez ANAP Milletvekili Adnan Kahveci’ye bir rapor sipariş eder. Kahveci’nin raporunun başlığı manidardır: Kürt Sorunu Nasıl Çözülmez? Raporda bir dizi cesur adım önerilir: Kürt kimliği ve dili kabul edilmelidir. Bu rapor da Ağustos 1992’de MGK’nın gündemine gelir. Hatta Özal daha da ileri gider ve GAP Televizyonu’nda Kürtçe yayın yapılabileceğini söyler. Bu sözlerden birkaç gün sonra 18 Ağustos’ta Şırnak’ta büyük olaylar çıkar. 3 gün süreyle kent adeta bombalanır. O gün ölenlerin sayısı halen bilinmez.

 

Özal, kaygılıdır, zira atmayı düşündüğü her adım daha tartışıldığı gün karanlık bir olay vuku bulmaktadır. Malatya’dan arkadaşı, bölgede yıllardır görev yapmış çok güvendiği Eşref Bitlis’e başvurur. Yıllar sonra dönemin Çankaya efradının basına söylediklerinden anladığımız kadarıyla Bitlis, Özal’ın önüne bir liste koyar. Listede JİTEM’in bölgede kendi çıkarına hareket eden, uyuşturucuya bulaşan, çatışmaları körükleyen mensupları vardır. Öncelikle bunların tasfiyesini ister.

 

İKİ AYDA TÜM EKİP TASFİYE

Ancak olaylar hız kesmez. 20 Eylül 1992’de Kürtlerin bilge adamı Musa Anter, suikasta uğrar. Özal bu sefer Kahveci ve Bitlis’ten ortak çalışma yapmalarını talep eder. Kahveci işin ekonomik ve siyasi boyutunu, Bitlis askeri adımları yazacaktır. Özal iki resmi görevlisinin yanında gazeteci Uğur Mumcu ile de sık görüşür. Ne var ki Mumcu 24 Ocak 1993’te bombalı suikastta, Kahveci de 5 Şubat 1993’te o meşum trafik kazasında, 12 gün sonra da Bitlis, askeri uçağın kalkıştan 7 dakika sonra düşmesiyle ölür. 17 Nisan 1993 günü ise artık devletin zirvesinde Kürt adının uzun süre anılmayacağı bir dönemin başlangıcı olur. Özal’ın 17 Nisan 1993’te kalp krizine yenik düştüğü açıklanır. O andan itibaren de baş döndürücü bir değişim başlar. Demirel Köşk’e, Çiller Başbakanlık’a, Mehmet Ağar Emniyet Genel Müdürlüğü’ne çıkar.

 

Madımak ve Başbağlar, HEP’in kapatılması, DEP’li Mehmet Sincar’ın öldürülmesi, Kürt işadamlarının cesetlerinin ormanlık arazilerden çıkması… Muhtemel ki kazanan Bitlis’in değil, ‘ya bitecek, ya bitecek’ diyenlerin ekibidir. Nitekim Bitlis’in ekibinden Tuğgeneral Bahtiyar Aydın 22 Ekim 1993’te, Diyarbakır JİTEM Grup Komutanı Binbaşı Cem Ersever, 4 Kasım 1993’te, Alay Komutanı Kazım Çillioğlu 3 Şubat 1994’te Mardin Jandarma Komutanı Rıdvan Özden 12 Ağustos 1995’te öldürülür.

 

Şimdi bu koca muamma ile yeni bir mezarın açılmasını bekliyoruz. Oysa açılmış bir tane var. Bizzat üstleri tarafından intihar ettiği söylenen Albay Çillioğlu’nun işkence gördüğü, zehirlendiği ve vurulduğu ortaya çıktı. İpucu bu. Her cinayet çevresindekilerin izini taşır…