Kasım 2016'da çıkan bir Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile işini kaybeden ve o tarihten bu yana görevine dönmek için mücadelesini sürdüren Saçılık, şu an 40 yaşında. Ancak ne devlet şiddetiyle karşılaşması ne de eylemlilik hali yeni.

Veli Saçılık, ilkokul ikinci sınıfta temelli taşındıkları Ankara'dan cezaevi süreçleri haricinde hiç ayrılmamış. Altı çocuklu ailenin en küçüğü olan Saçılık, yoksulluk nedeniyle Çorum'dan Ankara'ya göç ettiklerinde oldukça zorlandığını aktarıyor: "Köy ve şehir uyumsuzluğundan ilkokul epey kötü geçti."

Babasının inşaatlarda bekçilik yaptığını, annesinin ise çalışmadığını anlatıyor. Çocukluk yıllarından en net hatırladığı, maddi imkansızlıklar. Bir evlerinin olmaması, sekiz kişilik aileyi devamlı olarak taşınmak zorunda bırakmış. Ne annesinin ne de babasının politik olduğunu söyledikten sonra ekliyor: "Ailem, Alevi. Ben üç yaşındayken politik olmamalarına rağmen 12 Eylül'den sonra sağcılar nedeniyle Mamak'tan köye kısa süreli geri dönmek zorunda kalmışlar."

Burcu Karakaş'ın DW Türkçe'de yer alan haberine göre Saçılık, politikleşme sürecinin miladını, 2 Temmuz 1993 yani Sivas Katliamı olarak görüyor:

"O yıl, devletin kime karşı olduğunu idrak ettiğim yıldır. 16 yaşındaydım. Çocukken annem hep, 'Okulda Alevi olduğunuzu söylemeyin' derdi ama ilk defa insanların Alevi olduğu için yakıldığını orada gördüm."

Saçılık, lisede makina ressamlığı bölümünü bitirir. Çok başarılı olmasa da ortalamanın üzerinde bir öğrencidir. Mezun olduktan sonra Ortadoğu Sanayi ve Ticaret Merkezi'nde (OSTİM) makina ressamı olarak işe başlar. Burada işçi örgütlenmeleriyle tanışacaktır. Cezaeviyle tanışması ise 1995 yılına denk gelir. Henüz 18 yaşında olan Saçılık, bildiri dağıttığı ve işçi örgütlediği gerekçesiyle tutuklanmıştır. İki buçuk ay içeride yattıktan sonra serbest bırakılır ancak yargılandığı davadan ceza çıktığında 1998 yılında Ulucanlar Cezaevi'ne gönderilir.

2000 yılının Aralık ayına kadar devam edecek cezaevi süreci yeniden başlamıştır. Ulucanlar Cezaevi'nde aynı koğuşu paylaştığı iki mahkûmun hastalık nedeniyle yanında son nefeslerini verdiğine şahit olur. Bir süre sonra Ulucanlar Cezaevi'nden Burdur Cezaevi'ne gönderilir.

5 Temmuz 2000 sabahı, tutuklu bulunduğu Burdur Cezaevi'nde kaldığı koğuşa bir ses bombası düşmesiyle hayatı değişecektir. Her ne kadar ters bir şeyler olacağı hissine daha önceden kapılmış olsa da ortamın bu kadar sertleşeceğini hayal etmez. Öyle ki, bir kolunun kopmasıyla sonuçlanacak saldırılar başladığında günlüğünü ıslanmasın diye bir plastiğe sarmıştır:

"Ranzada otururken yanımda önce ses bombası patladı. Ardından gaz bombası…. Sonra savaş ortamına benzedi. Birkaç saat orada kaldık. İçeri çok uzun süre gaz bombası atıldı. Saatlerce tarif edemeyeceğim bir işkence ortamına dönüştü. Yerde can çekişir halde kendimizi sağa sola vurduk."

Kısa süre sonra geçtikleri ikinci kattaki kadın koğuşunda bir duvarın gürültüyle yıkıldığını duyar. Güneş yüzüne vurur, temiz hava almak için kafasını dışarı uzatır. Bir dozer, koğuşun duvarını yıkmıştır. O esnada dozerin kendisine yöneldiğini görür. Hafızasına kazınan bu kareden sonra kolu, dozerle duvar arasında kalarak kopar:

"Akşam saatlerinde hastaneye götürdüler. Bir arkadaşım koluma turnike yaptı. Birileri kolumu aradı. O haldeyken, 'İyi tarafından bakalım, kelepçe takamazlar artık' dediğimi hatırlıyorum! Bir de kopmuş olan sağ kolumu sol elime alarak merdivenden indiğimi..."

Bir elinde sağ koluyla gittiği hastanede kopan kolunun dikilme şansı olmadığını öğrenir. Isparta'da doktorlar, "Kolunu dikmeyeceğiz, ampute olacak" dediğinde ampute kelimesinin ne anlama geldiğini bile bilmez. Röntgenden döndüğü sırada, "Teröristmiş, iyi olmuş" denildiğini duyar. Bir kağıt imzalamasını istediklerinde önce kabul etmese de bir an önce ameliyata alınması gerektiği için imzalamak durumunda kalır:

"Uyandığımda hastane hücresindeydim, ayağımda zincir vardı. 'Kolumu koparttınız, şimdi de ayağımı mı zincirlediniz' dedim. Kolum koptuktan sonra 25 günü hastanede olmak üzere altı ay daha cezaevinde yattım. Cezaevinde ayağıma çift pranga taktılar, açlık grevine başladım."

Bir gün Isparta'da bir çöplükte köpekler tarafından bir kol bulunur. Olay, cinayet sanılır. Bir yerel gazete, "Sokak köpeğinin ağzında kadın kolu bulundu" diye manşet bile atar. Yapılan incelemede kolun Saçılık'a ait olduğu ortaya çıkınca, Burdur Cezaevi Operasyonu ve Saçılık'ın başına gelenler gündeme oturur. Haberlerin ardından hastaneye geri gönderilir. Oradan da yarasının içinde tahtakurusu temizleyeceği Haymana Cezaevi'ne.

"Rahşan affıyla cezamın bitmesine altı ay kala tahliye oldum. Cezaevinde isyan ettik ve koğuş duvarı hasar gördü diye dava açıldı. Sonrasında ben de tazminat davası açtım, kazandım. Ancak Danıştay kararı bozdu. Devlet benden özür dilemesi gerekirken hakarete varan mahkeme kararları çıktı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi lehime karar verdi fakat uygulanmadı."

Cezaevinden çıktığı 2000 yılından 2006 yılına kadar işsizdir. O sürede emekli maaşıyla geçinen ailesinin yanında kalır. 2006 yılında KPSS'yi kazanarak Çankaya Nüfus Müdürlüğü'nde işe başlamasıyla devlet memurluğu başlar. Bu sırada "örgüte yardım yataklık" suçlamasıyla kolunun koptuğu zaman cezaevinde olmasına neden olan davadan beraat eder ve devlet memurluğuna girmesi de bu beraat kararı ile mümkün olur.

Tüm sıkıntıların yanında güzel şeyler de olur. 2007 yılındaki 1 Mayıs Mitingi’nde Solmaz Kaval'la tanışır. Üç senelik arkadaşlığın ardından evlenirler ve bir çocukları olur. Tanışma hikayelerini anlatırken, "İyi eylem yaptığımı düşünmüş, aşık olmuş" diye gülüyor.

Sekiz yıl nüfus müdürlüğünde çalıştıktan sonra Açıköğretim'de sosyoloji bölümünü bitirir ve yeniden KPSS'ye girer. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Sinop İl Müdürlüğü'ne sosyolog olarak atandıktan sonra tayinini Ankara'ya alır.

Kasım ayında 10 yılını verdiği devlet memurluğu görevi, bir KHK ile son bulur:

"Büyük bir emekle işe girdim, işe iade inadım da bundan… O kadar alakasız insanlar ihraç ediliyordu ki, bu fırsatı kaçırmazlar diye düşündüm. Ben de iyi muhalifim."

İş yerinde herkes tarafından sevildiğini, tek elli olmasına rağmen çok çalıştığını ve işten atılmanın çok ağrına gittiğini anlatıyor. Öfkelenmesinin bir diğer nedeninin de herhangi bir bağlantısı olmamasına karşın Fethullah Gülen yapılanmasıyla ilişkilendirilmek olduğunu söylüyor.

"İdeolojik olarak yakınlığım olmayan bir örgüt üyeliği ile suçlanıyorum" diyen Saçılık, bu rahatsızlık ve öfkeyle, işten çıkarıldıktan sonra soluğu kendi gibi işinden edilen Nuriye Gülmen ve Semih Özakça'nın yanında aldığını ifade ediyor:

"İlk gün çok kötü saldırdılar. Şiddet gördük. Araca bindirildiğimde yüzüm şişmişti. Polisin biri kelepçelemeye çalışıyor, sağ elimi bulamıyor. Nuriye'ye 'Her gün bu işkenceye nasıl dayanıyorsunuz?' diye sordum. Sonra her gün ben de maruz kalmaya başladım."

Saçılık'ı bu süreçte en çok zorlayanın ne olduğunu sorduğumda duraksamadan yanıt veriyor:

"Annemin yerde sürüklenmesi."

Bir de maruz kaldığı şiddet sonucu omzu kırılınca bir sonraki eyleme desteğe gelen eşi ile gözaltına alındıkları zaman tarifsiz öfke duymuş. Gözaltına alındıkları araçta içeriye gaz sıkıldığını anlatarak, "Şiddeti bu kadar ağırlaştırmaları ağır bir şey… Bana ağır geliyor" diyor.

Geçen hafta polis tarafından evi basılan Veli Saçılık bugün ifade vermeye gidecek. Baskıların nedeninin, eylemlerinin ses getirmesinin olduğunu düşünüyor. "Ses çıkardığımız için birdenbire örgüt üyesi olduk" diye ekliyor. Savcılığa ifade verdikten sonra tutuklama ya da ev hapsi cezasının çıkabileceğini söylüyor ama işe iade talebiyle eylem yapmaktan dolayı gururlu. Saçılık'a göre, "direnmek" güzel:

"Eski hükümet kolumu koparttı. Yenisi kopan kolumun omzunu kırdı. Hayatımın hiçbir döneminde şiddet eylemi içerisinde olmadım. Kimseden ayrıcalık istemedim. Yasa dışı bir şekilde atıldığım işimi geri istiyorum. Anayasal haklarımı istiyorum. Bir keyfiyetle karşı karşıyayız. Bu sürecin sonucunda mutlaka işe döneceğim."