1077 gündür tutuklu olan ve daha önce verilen iki tahliye, bir beraat kararı ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen serbest bırakılmayarak, “casusluk” suçundan yeni iddianame hazırlanan iş insanı ve Anadolu Kültür Yönetim Kurulu Başkanı Osman Kavala’nın avukatları ve eşi, savcılığa sert tepki gösterdi.

Avukatları, ikinci iddianamedeki kanıtların, Kavala’nın beraat ettiği Gezi dosyasından alındığını, dosyayla çürütülen kanıtların yeniymiş gibi kullanılıp beraat kararının gizlendiğini, “manidar” gibi ifadelerle suç üretilmeye çalışıldığını belirterek, “Siz kanıt bulmadan bu suçlamalarda bulunamazsınız. Bu suçlamaların bir hukuki bedeli olacaktır” açıklamasını yaptı.

Kavala’nın dirayetli ancak suçlamalar nedeniyle çok kızgın olduğunu söyleyen avukatlar, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin de duruşmanın yapılacağı Aralık ayında, AİHM’nin verdiği “Derhal serbest bırakılsın” kararının uygulanmamasını gündemine alacağını, Türkiye aleyhine yaptırım kararları verilebileceğini anımsattı.

Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra da “Eşimin, benim, ve eşimin 94 yaşındaki annesinin işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Başta Adalet ve Kalkınma Partisi olmak üzere tüm partilerin vekillerine seslenmek istiyorum. Aynı zamanda halkın yararına siyaset yapmak için çok önemli olan empati yapmalarını istiyorum. Artık oğlunu göremeyeceğini düşünen annesinin, benim durumumun bütün kadın siyasetçileri ilgilendirdiğini düşünüyorum. Çok zorlanıyorum. Çok şaşkınım. Kaktüs tarlasında yürümek gibi bir şey. Artık yalan söylemeye bile gerek görmüyorlar. Buna gerek duyan kimse kalmadığını bile düşünmeye başladım” dedi.

“HÂKİM KARARI OLMADAN İKİ TUTUKLAMA”

Kavala’nın avukatları Deniz Tolga Aytöre, Prof. Dr. Köksal Bayraktar ve İlkan Koyuncu ile eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra, 8 Ekim’de açıklanan ikinci iddianame ve yaşananlarla ilgili olarak, online bir basın toplantısı düzenledi.

T24’ten Gökçer Tahincioğlu’nun haberine göre, Kavala’nın avukatlarından Deniz Tolga Aytöre, 2017’den bu yana yaşananlar ve son iddianame konusunda şunları söyledi:

“2017 yılının 1 Kasım günü Kavala tutuklandı. Tutuklama tek dosyaydı ancak iki sevk maddesi vardı. Birincisi TCK 309, ikincisi TCK 312. Tek tutuklama vardı. Savcılık daha sonra ikiye ayırdı dosyaları. Ve hakim kararı olmadan iki ayrı tutuklama kararımız oluverdi. 312. maddeden, Gezi dosyası diye adlandırdığımız dosyadan iddianame bekledik. 11 Ekim 2019 tarihinde, iddianame açıklandıktan sonra bahsetmiş olduğum, 309. maddeyle ilgili tutukluluk kaldırıldı. Yani sadece Gezi dosyasından tutukluluk devam etti. 10 Aralık 2019’da ise bizi sevindiren bir haber aldık. AİHM başvurumuz kabul edildi. Bu kararda, Kavala’nın makul şüphe bulunmadan siyasi gerekçelerle tutuklandığı ve derhal salıverilmesini içeriyordu karar. Daha önemlisi, hem 309, hem 312. maddeleri kapsayan bir karardı. Ama yerine getirilmedi. 18 Şubat 2020’de ise Gezi davasından tüm sanıklar beraat etti ve tahliye oldu, Kavala hariç.

“EVİNE DÖNMEYE HAZIRLANIRKEN TUTUKLANDI”

Kavala, evine dönmeye hazırlanırken, eşyalarını toplamışken, emniyet müdürlüğüne götürüldü. Başka suçtan tutuklandığı söyleniyordu. Araştırdığımızda, 11 Ekim 2019’da resen tahliye kararı verilen 309. maddeden tekrar tutuklandığı söylendi. Savcı, resen bırakmıştı aslında, yanlışlık olduğunu düşündük. Ama 9 Mart 2020 günü bir tutuklama kararı daha çıktı. O karar, bugün casusluk suçlaması denilen suçlamadan verildi. Bunun neden olduğunu düşünürken, 20 Mart’ta bu kez, Kavala’nın beraat ettiği gece salıverilmesine engel oluşturan 309. maddeden yeniden tahliye kararı verildi. Süreç, Anayasa Mahkemesi kararına kadar bu şekilde devam etti. Arada AİHM ve AK Bakanlar Komitesi’nin kararları oldu.

“YARGILAMAYI ÇORBA YAPIP, ELİMİZE ÇATAL VERDİLER”

Gördüğünüz gibi yargılamayı çorba haline getirip elinize de bir çatal tutuşturduklarında mecbur kalıyorsunuz bunları anlatmaya. Anayasa Mahkemesi, Kavala dosyasını gündemine aldı. Tek tutukluluğu kalmıştı Kavala’nın, casusluk suçlaması. Anayasa Mahkemesi’nin toplanacağı gün, 328. maddeden yani casusluk dosyasından dolayı iddianame düzenlendiğini öğrendik. Anayasa Mahkemesi toplantısı ertelenmiş oldu. Bu süreci izah etmenin yolunu çok fazla bulamıyoruz.

“İDDİANAMEYE CMK’YA AYKIRI”

Bir iddianame paylaşıldı, 36. Ağır Ceza Mahkemesi, bu iddianameyi kabul etti. İddianamenin öncelikle Ceza Muhakemesi Kanunu’na (CMK) aykırı olduğunu öne sürdük. CMK’nin 2. maddesine göre, suçlamak için yeterli şüphe içermesi gerekir ancak bize göre yoktu. 4. maddeye göre, kanıtlarla desteklenmesi gerektiği belirtiliyor. Bu da yok. İddianamenin hukuki değer taşımadığını açıkladık biz de. Suçlamak için yeterli şüphe denildiği zaman ve iddianameye baktığınızda örtüşmeyen bir sürü şey olduğunu gördük. İddianame, ‘varsayılabileceği, manidar olduğu’ gibi cümlelerle bir insanın geleceği ile ilgili yorum yapıyor. Vatan hainliği gibi bir ağır iddiada bulunuyor.

“YARGI SİSTEMİ BU CİDDİYETSİZLİĞİ HAK ETMİYOR”

Türk yargı sisteminin bu ciddiyetsizliği hak etmediğini gördük. Bir insana vatan haini diyorsanız, varsaymaktan öte bir şeyler sunmak zorundasınız.

“BERAAT ETTİĞİMİZ DOSYA KULLANILDI”

Gezi dosyasının iddianamede, kaynakça yapıldığını gördük. Beraat ettiğimiz Gezi dosyası. Gezi dosyasından sadece iddianameyi alıp, beraat kararını saklayarak, bunu 328. maddeden açılan iddianameye monte etmek, sanığın lehine olan hükümleri iddianameye koymamaktır. Sanığın lehine delil toplamayı bırakın, beraat kararını görmezden geliyor iddianame. Herhalde ellerinde delil yok dedik. Ama bu çok tehlikeli. O kararı göz ardı ederek bunu yapamazsınız. Gezi dosyasının kararı, iddianamede yer alan delillerin hukuka aykırı biçimde elde edildiğini söylüyor.

“HUKUKA AYKIRI DELİLLE İKİNCİ İDDİANAME”

Bugünkü iddianamede, hukuka aykırı elde edilmiş delillerle ikinci kez yargılama isteniyordu. Bu yüzden açıklama yaptık. Hukuk tutulmasından ziyade akıl tutulması ile uğraşıyordunuz zaten Gezi dosyasında. Hazırlayanların hepsi FETÖ dosyasından tutuklanan ya da kaçan kişilerdi. Gezi dosyasında Kavala hakkında delil toplayanlarla Kavala’nın darbe teşebbüsü yaptığı iddia ediliyordu. Akla aykırı bir suçlama.

“BU SUÇLAMALARDA BULUNAMAZSINIZ, HUKUKİ BEDELİ OLACAKTIR”

Bugünkü iddianameye baktığımızda, üç yıldır süren soruşturma sürecinde bulunduğu ileri sürülen iki şey var. Biri Henry Barkey ile örtüşen baz istasyonları, diğeri İshak Alaton’la çektirilen resim. Yok Kavala, telefonunu değiştirmiş, yok birbirleriyle görüşmüşler. Kavala’nın telefonu onlarca yıldır dinleniyor. Siz kanıt bulmadan bu suçlamalarda bulunamazsınız. Eni konu bu suçlamaların bir hukuki bedeli olacaktır.

“STK’LARI ETKİLİYOR”

En sıkıntılı bölümlerden biri de devletin gizli kalmış sırlarını elde etmek unsurunun yerine konulan husus. Yerine konulan şey, sivil toplum kuruluşlarının (STK) çalışma esasları. Kendi yorumlarıyla elde ettikleri doneleri, devletin gizli belgeleri yerine koyup, casusluk suçlamasıyla çerçevelemek tüm STK’lere yönelik en büyük haksızlıklardan biri olacaktır.

CEMAL SÜREYA’DAN ALINTI

Makul şüpheyi bırakın, imadan öte, varsayımdan öte, hiçbir kuvvetli şüphe bulunmamaktadır. “Biz kırıldık daha da kırılırız, kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza” dizeleri, durumu çok iyi anlatmaktadır.”

“OSMAN BEY DİRAYETLİ AMA ÇOK KIZGIN”

Kavala’nın nasıl olduğu ile ilgili soruyu yanıtlayan Avukat Aytöre, “Osman beyin morali her zamanki gibi. Gayet dirayetli, gayet güçlü… Ama her suçsuz, iftira atılan insanın olacağı gibi çok kızgın... Casusluk ve vatan hainliği suçlaması için çok kızgın olduğunu söyleyebilirim. Onun dışında sağlığı da psikolojisi de yerinde. Gayet dirayetli” dedi.  Aytöre, Kavala’nın hücrede tek başına kaldığını da ifade etti.

“2,5 AY SONRA DURUŞMA YAPILMASI MANİDAR”

Aytöre, yeni davanın duruşması için 18 Aralık tarihinin belirlenmesi için de “Bu bir tutuklu iş. 3 yıldır süren tutukluluk. Arada bir de AİHM ve Bakanlar Komitesi kararları var ama 2,5 ay sonraya duruşma günü veriyorsunuz. Çok rastlanan bir durum değil. Tutuklu işler öncelikli bakılması işlerdir. 18 Aralık, duruşma tarihini çok doğru bulmuyoruz. Toplanan deliller belli, toplanacak yeni delil yok. Üstelik Bakanlar Komitesi’nin Aralık’taki toplantısını da dikkate alırsak, uygun bulmadığımız gibi manidar da buluyoruz” diye konuştu.

Aytöre, bir soru üzerine, savcıyı Hâkimler ve Savcılar Kurulu’na şikayet konusunu henüz değerlendirmediklerini, ancak şu anda bunun etkili bir müracaat olmayacağını düşündüklerini, buna karşılık, bütün hukuki yolları kullanacaklarını söyledi.

“17/25 ARALIK’TA HUKUKA AYKIRI, KAVALA’DA DEĞİL”

Dosyadaki delillerin nasıl toplandığına konusunda Gezi davasını anımsatan Aytöre, şu değerlendirmeyi yaptı:

“Bu kadar kısa sürede 17/25 Aralık’ta yapılanlar hukuka aykırı delil olacak ama Gezi dosyasında aynı kişiler tarafından toplanılan deliller hukuka uygun delil denilecek. Mahkeme, bunun hukuka aykırı olduğunu tespit edecek ama siz çıkıp aynı delilleri kullanacaksınız. Bağımsızlığı konusunda şüpheleriniz olsa bile yargının bile bu kadar rahat hareket etme riski yoktur. Bunun da hukuki bedeli vardır, sorumluluğu vardır ve bununla karşı karşıya kalınacaktır. Yakın zamanda yapılan linç hukukun, öç hukukunun bugün geldiği noktayı düşünürsek, yerindelik ilkesi ile hareket etme zorunluluğunu görürüz. Herkesi hukuka saygı göstermeye davet ediyoruz. Gezi dosyasında çoklu taraflar vardı ve toplumsal olaylar vardı. Yargılanmanın da hak olduğunu düşünmemiz lazım. Bu yüzden sert bir duruş sergiledik. Ama kimse casusluk dosyasında bizden bunu beklemesin. Hukuki olarak, her türlü hakkımızı, şikayet hakkımızı, itirazımızı hiç düşünmeden yapacağımızı kamuoyunun bilmesini istiyorum.”

“BAZ İSTASYONUNU KANIT GÖSTERMEK İYİ NİYETLİ DEĞİL”

İddianamede, Barkey ile Kavala’nın ilişkisi konusunda baz istasyonu eşleşmelerinin kanıt gösterilmesini değerlendiren Aytöre, şöyle konuştu:

“HTS konusu yeni bir konu değil. AİHM’den yeterli delil olmadığı kararı verildi bununla ilgili. İki şüpheliyi birlikte değerlendirme gayreti var. Görüşmeler yetersiz bulunduğu için baz istasyonu konusu devreye alınmış. 10 tane HTS eşleşmesi varsa 9 tanesi Şişli’de. Osman beyin ofisi Şişli’de. Osman Kavala, ofisinde oturuyor. Barkey belki Taksim’den Şişli’den geçiyor. Barkey, belki oradaki otellerde kalıyor. Oteller bölgesi burası. Kavala zaten görüşse, bu dosyada yer alır. Hakkında takip kararı var Kavala’nın. İddianamede, doğrudan şüpheli irtibatının olmaması, Barkey’in istihbari taktikleri bilmesinden kaynaklanıyor diyor. Baz istasyonu çakışması hem delil değil, hem de doğru değil. Bu insanlar, bir araya gelmiyor. Bunlar Gezi dosyasında var. Gezi dosyasının eklerinde rapor var. Emniyetten gelen rapor. Hiçbir iletişim ve fiziki takip kaydına tesadüf edilmediği tespit edilmiş. Bu raporu bilerek tekrar bu iddianamedeki hususları kullanmak iyi niyetli bir yaklaşım değil. Doğrudan doğruya dinlemelerle ilgili pek çok Yargıtay kararı var. Ama insanların ikili olarak konuşmadıkları, karşılıklı olarak bulunmadıkları bir hadiseden sonra bunu delil olarak kabul eden bir Yargıtay kararı yok. Çünkü karineden kural çıkartmak anlamını taşıyor. Olasılıktan kural çıkartmak, hukukta kabul edilemez. Kaldı ki AİHM kararı var. Yargıtay’ı bırakın. AİHM, spesifik olarak Kavala-Barkey konusunda, baz istasyonu örtüşmesinin makul şüpheye ulaşmayacak delil seviyesinde olmadığını söylüyor. Tek tek yazdı bunu.”

“BUNLAR TÜRK YARGI SİSTEMİNİ TUTUKLU KILAR”

Kavala hakkında son iddianame ile bir kez ağırlaştırılmış müebbet, 20 yıla kadar hapis cezası istenildiğini anımsatan Aytöre, “Geçmiş karanlık dönemlerden kopya çekeceğimize, ders almamız lazım. Gizli tanıklar, muhbirler, yoruma dayalı iddianameler. Kavala’yı bunlar 3-4 yıl tutuklu kılar ama asıl Türk yargı sistemini tutuklu kılar bunlar” düşüncesini dile getirdi.

“YARGI BAĞIMSIZLIĞININ İHLALİ”

Kavala’nın avukatlarından Prof. Dr. Köksal Bayraktar da şunları anlattı:

“İddianamede biz yargının bağımsızlığının tekrar ihlal edildiğini görüyoruz. Neden derseniz, bundan tam 10 ay önce, Şubat 2020’de, Kavala ve arkadaşları hakkında verilen beraat kararı bölge adliye mahkemesinde inceleniyor. Eğer ki iddianame, 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın olaylarını yeniden ele alıyor, 60 sayfa dolayında bunları ortaya koyuyorsa, bu olaylar zaten beraatle neticelenmiş olaylardır ve halen bölge adliye mahkemesinin denetimi içindedir. İddia makamı, görülmekte olan bir davayı, iddialarla ama yeni iddialarla değil, tekrarlanan iddialarla ortaya koymaktadır. Başka bir önemli ilke de ihlal edilmektedir. Hukukta, çok önemli bir kural vardır. Bir kişi, bir fiilden dolayı ancak bir defa yargılanır. 1500 sene önce ortaya konulmuş bir ilkedir. Eski iddianameyle, yeni iddianameyi karşılaştırdığınızda aynı şeyleri görüyorsunuz. Arap baharı, Soros, Gezi olayları, Barkey. Gezi olayları ile ilgili karar verilmiştir. Beraat verilen olayları yeniden ortaya koyarsanız burada bir yanlışlık var. Denilebilir ki yanlışlık yok bu sefer madde ayrı. Hayır, önemli bir hukuki kavram da fikri içtima kavramıdır. Eğer bir fiil birden çok kanun maddesine giriyorsa, en ağır madde neyse, onunla ilgili ceza verilir. İddia makamı, 309 ve 328. Maddeyi çıkarttı. Daha önce 312. Madde vardı. Hepsinin cezası aynıdır. Bir olay var. Bir tarafına bakıp başka madde, başka tarafına bakıp başka madde diyorsunuz. Bu yanlış. Hukukun temel kurallarına aykırı.

“BAKANLAR KOMİTESİ’NİN ÖNÜNDE…”

AİHM, Aralık 2019’da Kavala ile ilgili hak ihlali kararını verdi. Nadiren kullanılan bir üslupla, derhal salıverilmesi gerektiğini, bu hak ihlalin siyasi sebeplerle kaynaklandığını belirtti. AİHM’nin herhangi bir olayda “derhal” salıverilmesi terimini kullanması ve siyasal sebeplerle yargının işletilmesinin doğru olmadığını belirtmesi, nadir bir yaklaşımdır. Buna karşılık, 30. Ağır Ceza Mahkemesi, başta kararı dikkate almadı ama beraat kararı verdi. Türk makamları itirazda bulundu, AİHM, bunları reddetti. AİHM Genel Kurulu’na dosyayı göndermeyi reddetti. Biz, bunun üzerine yeniden mahkemeye müraacat ettik. AİHM yerine icra organı nitelindeki Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Ön Delegeler Komisyonu, iki önemli karar verdi. Türkiye hükümeti de müracaatta bulundu bu süreçte. Sonuç, Eylül ayının hemen başında AK Bakanlar Komitesi Delegeler Komisyonu, “derhal salıverin” dedi. Anayasa Mahkemesi’ne de Kavala’nın tahliyesi için girişimde bulunması gerektiğini bildirdi. Bu karar uygulanmadı. Yeniden Avrupa Konseyi ile yazışmalar başladı. Türkiye, yazışmalar yaptı, biz yanıt verdik. Daha sonra üçüncü bir karar daha verdi. Yeniden Kavala’nın salıverilmesini istedi. Aralık ayında yeniden dosyayı ele alacağını söyledi. Kavala, şayet tahliye edilmemişse, Avrupa Konseyi Sekreteryası’na konunun bildirileceğini iletti.

"YAPTIRIM GELEBİLİR"

Bayraktar, nasıl bir karar çıkabileceği konusunda da “Ekim kararında Delegeler Komisyonu, derhal tahliye edilmesini söyledi. Aksi halde sekreteryaya konunun bildirileceğini iletti. Bu Avrupa Konseyi’nin de sekreteryası. Aralık ayında Delegeler Komisyonu, tahliye edilmediğini tespit ederek konuyu sekreteryaya bildirecektir. Sekreterya, AİHM Büyük Kurulu’na aktaracaktır. Ondan sonra politik bir takım yaptırımlar söz konusu olabilecektir.” değerlendirmesinde bulundu.

Anayasa Mahkemesi’nin dosyayı ne zaman görüşeceği konusunda da Bayraktar, “Erteleme kararı verdi Anayasa Mahkemesi. Belirsiz bir tarihe ertelendi. İddianamenin mahkemeye sunulması nedeniyle ertelendiğini biliyoruz. Bu dosya aleniyet kazandı. İddianame, Anayasa Mahkemesi’nin ilgili bölümüne iletildi. Karar verilmesini bekliyoruz” açıklamasını yaptı.

“HATALAR ZİNCİRİ”

"Bütün bunlar şunu gösteriyor, Kavala’nın tahliye edilmemesi çok yanlıştır. 68 sayfalık yeni iddianamede, hep iddialar var. Ama bu iddiaların delilleri yok. Oysa, iddia makamı, delilleri ortaya koymak ve hatta ispatlamak zorundadır. Henry Barkey, Büyükada’da toplantıya katılmış. Kavala’nın ilgisi yok ki. Bir ilişki yok. Soros’un hareketleri varmış. Kavala’nın onunla ilgili delillere dayanan, suç olan eylemi, delilleri yok. Bu hatalar zinciri ile karşı karşıyayız."

Avukat Koyuncu da iddianamenin diğer sanığı Henry Barkey’in vatandaşlığı ile ilgili soruya, “Barkey, iddianameden anladığımız kadarıyla Türk vatandaşı. Ancak ABD vatandaşlığını biz bilmiyoruz. Bilebilmemiz mümkün değil” yanıtını verdi.

TAHLİYE EDİLDİĞİ SUÇTAN “TUTUKLULUĞA DEVAM”

Kavala hakkında, tahliye olduğu suçtan da “tutukluluğa devam” kararı verilmesine ilişkin bir başka soru üzerine de Koyuncu, “Tensip zaptında 309. maddeden de tutukluluğun devamına denilmiş. Bir kere Kavala, 309. Maddeden tutuklu değil. Olmayan bir tutuklamanın devam etmesi düşünülemez. Eğer bazı dosyalarda uygulandığı gibi şu anda tutukladım demek istiyorsa, bu da mümkün değil. Bir sorgu yapılması gerekir. Ama bu da yapılmadı. Bu nedenle özellikle bu konuyu açıkladık” dedi.

“TEK SUÇ VAR, SAVCININ GÖREVİNİ YAPMAMASI”

Koyuncu, “Bu sadece bir suçun delili o da savcıların görevini yapmadığının delili” ifadesini kullanırken, “İddianamede bazı isimlerin dosyası ayrılmış. Ancak şüpheli sayılıp dosyası ayrılanlar, tanık olarak duruşmaya çağırılıyor. Raftan alel acele indirilen bir dosya izlenimi veriyor” dedi.

Prof. Dr. Bayraktar da şunları açıkladı:

“Kavala’nın suçsuzluğunu, delile dayanmayan ithamlarla yargılandığını sürekli olarak belirteceğiz. Yasal olarak bütün imkanlara başvuracağız. 2,5 ay sonra duruşma yapılacak. Bu süreçte yine tahliye talebinde bulunacağız. Tutukluluk hali her ay kontrol edilmek zorundadır. Her ay biz tahliye için dilekçeler vereceğiz.

AYŞE BUĞRA’DAN TBMM’YE ÇAĞRI: ARTIK YALAN SÖYLEMEYE BİLE LÜZUM GÖRMÜYORLAR

Kavala’nın eşi Prof. Dr. Ayşe Buğra da yaşadıklarını şöyle anlattı:

“Eşim, 2017’den bu yana dört duvar arasında yaşıyor. Karşılaştığımız durumun anlaşılması için herkesin son iddianameyi okumasını isterim. Metinde çok sayıda siyasi tahlil ve tekrar var. Onlar çıktıktan sonra makul şüphe oluşturacak bir belge olup olmadığını okuyanlar takdir edebilirler. Bir hukuk devletinde böyle bir iddianame mümkün müdür değil midir, okuyanlar bunu da tahlil edebilirler. Ama ben bütün bunların ailemiz için ne anlama geldiğinin düşünülmesini isterim.

“BİZİ NASIL ETKİLEDİĞİNİN DÜŞÜNÜLMESİNİ İSTERİM”

Tutukluluğunun hala sürmesinin bizi nasıl etkilediği konusunda düşünülmesini isterim. Bir insanın beraat ettikten sonra yoldan çevrilip yeniden cezaevine götürülmesinin nasıl bir şey olduğunun düşünülmesini isterim. Anayasa Mahkemesi’nin konuyu gündeme aldığı gün erteleme kararı vermesinin nasıl hissettirdiğinin düşünülmesini isterim. Casusluk gibi bir suçlamanın bir insan ve ailesi için ne demek olduğunu, üzerimizde nasıl bir etki yaptığının da düşünülmesini isterim. Yargının işleyişi ile ilgili sorunlar hep tartışıldı. Haksızlığa uğrayan bizden ibaret değil. Eşimin başına gelen, uygun suç aranırken, cezaevinde tutulması, özel bir durum oluşturdu. Buna karşı artık bağımsız bir yargı süreci ile karşı karşıya olduğumuza inanmak çok zor.

“94 YAŞINDAKİ ANNESİ VE BEN İŞKENCEYE MARUZ KALIYORUZ”

Eşimin, benim, ve eşimin 94 yaşındaki annesinin işkenceye maruz kaldığımızı düşünüyorum. Adalet mülkün temelidir cümlesi sık aklıma geliyor. Sadece basına ve kamuoyuna değil, TBMM’de vekillere seslenmek istiyorum. Adalet talebiyle, AKP başta olmak üzere, bütün vekillere seslenmek istiyorum. Aynı zamanda halkın yararına siyaset yapmak için çok önemli olan empati yapmalarını istiyorum. Artık oğlunu göremeyeceğini düşünen annesinin, benim durumumun bütün kadın siyasetçileri ilgilendirdiğini düşünüyorum.

“KAKTÜS TARLASINDA YÜRÜMEK GİBİ”

Çok zorlanıyorum. Kaktüs tarlasında yürümek gibi bir şey. Biz evrensel hukuk normlarından bahsederken artık karşımızda durumumuzun buna uygun olduğunu söyleyen kimse kalmadığını düşünmeye başladım. Yalan söylemeye bile gerek görmeyen kimse kalmadığını düşünmeye başladım.

“MEMLEKET İÇİN ÜRKÜTÜCÜ”

Buğra, Kavala’nın annesinin ne hissettiği konusundaki bir soru üzerine, “Böyle bir durumda bir anne ne hissederse onu hissediyor. Ben çok şaşkınım. Artık yalan söylemek gayreti bile gösterilmiyor gibi geliyor bana. İddianameyi çok ürkütücü buluyorum. Memleket için çok ürkütücü buluyorum” dedi.