Gazeteci Kadri Gürsel, 2002 yılında iktidara gelen AKP’nin alkole yaklaşımını ve değişen dönüşen Türkiye'yi değerlendirdi.

Muhafazakarlaşan Türkiye’yi rakı tüketimi ve alkole yapılan zamlar üzerinden değerlendiren Gürsel, “Türkiye’deki siyasal iktidarın “bir büyük”e karşı çeşitli yollardan sürdürdüğü mücadelede “toplum sağlığını korumak” hedefinden ziyade ideolojik saiklerle hareket ettiği de gerçeğin bir başka yüzünü oluşturur. Şöyle ki Türkiye’de alkol tüketimi ve bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2018 tarihli “Alkol ve Sağlıkta Küresel Durum Raporu” başlıklı çalışmasındaki verilere göre diğer ülkelerle kıyaslandığında hayli geride kalıyor” dedi.

Erdoğan’ın Başbakan olduktan sonra 2004’te rakı ve diğer alkollü içki üretimini özelleştirdiğini anımsatan  Gürsel, “WHO verilerine göre Türkiye’de alkol bağımlılığı 2010 yılında yüzde 0.8 iken bu oran Avrupa bölgesinde yüzde 4.0 olarak ölçülmüş. Ve Türklerin en az alkol tüketen, alkole en az bağımlılık geliştiren bir halk olması Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısı değil aslında. Veriler ve elde edildikleri tarihler bunu doğruluyor. Buna rağmen Erdoğan 24 Haziran 2018 seçimleri için başlattığı kampanya sırasında “Belediye başkanlığımdan bu yana bulunduğum her yerde alkolü ben kaldırdım” derken kendi açısından haklıydı. 1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde ilk işlerinden biri belediyeye ait sosyal tesislerde alkollü içki satışını yasaklamak olmuştu. Erdoğan Başbakan olduktan sonra 2004’te rakı ve diğer alkollü içki üretimini özelleştirdi. Bugün toplam sekiz özel şirket rakı üretiyor” ifadelerini kullandı.

Kadri Gürsel’in Al Monitör’de yayınlanan, ““Türkiye’de neler oluyor?” sorusunun cevabı rakı şişesinde” başlıklı yazısı şöyle:

Türklerin gündelik lisanında “bir büyük”, damıtık bir alkollü içki olan rakının 70 cl’lik şişesine verilen addır. “Bir büyük”ün hikâyesi siyasal İslam’ın devlete egemen olması sonucunda Türkiye’nin maruz kaldığı dinsel muhafazakâr dönüşümü, laik kesimlerin buna karşı direncini, bu eksende ayrışan toplum kesimleri arasındaki gerilimi anlatır. Bunları öğrenmek için “bir büyük”ten içmeniz gerekmez. O şişeyi ve içindekini doğru okumanız yeterlidir. Okumak da rakının ne olduğunu bilmekten başlar. Türk Gıda Kodeksi’ne göre rakı, Türkiye topraklarında yetişen üzüm ile anasondan yapılır ve ayrıca tarihsel bakır imbik teknolojisine dayanan özgün bir üretim biçimiyle kendisini diğer damıtık alkollü içkilerden ayırt eder.

Bu resmi tanım, rakıyı Türklerin yerli ve milli alkollü içkisi olarak konumlandırıyor. Türkler, “meze” denilen çeşitli yerel yiyeceklerle donatıp, etrafında dostlarıyla bir araya gelerek anı ve fikir teati ettikleri yemek masalarını bu içkiyle tarif eder ve adına “rakı sofrası” derler. Rakı kültürü üretim aşamasından başlar, adını taşıyan sofrada mezeler eşliğinde tüketilirken zenginleşir... Ama her alkollü içki gibi rakının da sağlığa zararlı olduğunu elbette belirtmek gerekir.

Mamafih Türkiye’deki siyasal iktidarın “bir büyük”e karşı çeşitli yollardan sürdürdüğü mücadelede “toplum sağlığını korumak” hedefinden ziyade ideolojik saiklerle hareket ettiği de gerçeğin bir başka yüzünü oluşturur. Şöyle ki Türkiye’de alkol tüketimi ve bağımlılığı Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) 2018 tarihli “Alkol ve Sağlıkta Küresel Durum Raporu” başlıklı çalışmasındaki verilere göre diğer ülkelerle kıyaslandığında hayli geride kalıyor.

Bunlar iktidarın rakıya karşı vermekte olduğu mücadelenin alarm düzeyini destekleyen veriler değil. Misâl, Türkiye’de 15 yaşından büyük kişi başına düşen ortalama saf alkol tüketimi 2003-2005 arasında, kayıtlı ve kayıt dışı olmak üzere toplamda 3.4 litre iken bu miktar, WHO’nun Avrupa bölgesinde 11.9 litre imiş. Aradaki fark büyük. Keza 2008-2010 aralığında Türkiye’deki saf alkol tüketimi yüzde 58 gibi ciddi bir oranda azalarak kişi başına 2 litreye düşmüş. Avrupa’da ise aynı tüketim 10.9 litre olarak gerçekleşmiş. 2010 verilerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 79,6’sı hayatı boyunca hiç alkol kullanmadığını söyleyen insanlardan oluşuyor. Geçmişte alkol kullanmış olup 2010’da artık hiç içmediğini belirtenlerle birlikte alkollü içkiden uzak duranların oran yüzde 86,2 gibi yüksek bir seviyede görünüyor.

Yine WHO verilerine göre Türkiye’de alkol bağımlılığı 2010 yılında yüzde 0.8 iken bu oran Avrupa bölgesinde yüzde 4.0 olarak ölçülmüş.

Ve Türklerin en az alkol tüketen, alkole en az bağımlılık geliştiren bir halk olması Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başarısı değil aslında. Veriler ve elde edildikleri tarihler bunu doğruluyor. Buna rağmen Erdoğan 24 Haziran 2018 seçimleri için başlattığı kampanya sırasında “Belediye başkanlığımdan bu yana bulunduğum her yerde alkolü ben kaldırdım” derken kendi açısından haklıydı.

1994’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildiğinde ilk işlerinden biri belediyeye ait sosyal tesislerde alkollü içki satışını yasaklamak olmuştu. Erdoğan Başbakan olduktan sonra 2004’te rakı ve diğer alkollü içki üretimini özelleştirdi. Bugün toplam sekiz özel şirket rakı üretiyor.

Erdoğan’ın alkol karşıtlığının ideolojik kökeni kendi ağzından en berrak şekilde 28 Mayıs 2013’te henüz başbakan iken partisinin meclis grubu konuşmasında ifade edilmişti: “İnancı gereği yapıyor diyorlar. Hangi din olursa olsun, din doğruyu emrediyorsa, din emrediyor diye karşısında mı duracaksınız? İki tane ayyaşın yaptığı yasa muteber oluyor da dinin emrettiği bir yasa sizin için neden reddedilmesi gerekiyor? (...) Hiç kimse alkolü kimlik meselesi haline getirmemelidir. Kimsenin yaşam tarzına müdahale değildir içeceksen, alkolünü git evinde iç.”

2018 Türkiye’sinde alkollü içki servisi artık kamu ve devlet hayatından tamamen silinmiş bulunuyor. Erdoğan “bir büyük”ü bir anda ve tamamen yasaklama yoluna gitmiyor. Aşırı vergilendirme, ruhsat alımını ve yenilenmesini zorlaştıran politikalar ve toplumsal/siyasal baskı ile “bir büyük”ün tüketimini tedrici ve fakat kararlı biçimde kısıtlıyor. Kendi dinsel/muhafazakâr tabanını da alkollü içkileri bir anda yasaklamamaya bu şekilde razı ediyor. “Bir büyük”ten alınan büyük orandaki vergi aynı zamanda ülkede seçici vergilendirme yoluyla rıza üretmenin de sembolü. Alkolün yasaklanmasını isteyenler alkol içenlerin ödediği yüksek vergilerden faydalanarak alkolün şimdilik yasaklanmamasına rıza gösteriyorlar.

Türkiye’de rakı üzerine salınan vergiler ve tüketimi üzerindeki baskının artışı ile ülkenin demokrasiden ve hukuk devletinden uzaklaşması birlikte yürüyen süreçler ve bunların arasında bir doğru orantı var. Türkiye’de AKP iktidarının otoriterleşmesi 2008’de ana akım medyaya karşı boykot çağrıları ve ardından salınan ağır vergi cezaları ile başlamıştı.

2008'den bugüne geçen 10 buçuk yılda rakıdaki ÖTV yüzde 593.3 oranında artırıldı. Bu artış son beş yılda yüzde 262 olarak tezahür etti. Son olarak temmuz 2018’de yapılan ÖTV artışı yüzde 15,5’ti. Son 10 buçuk yılda, enflasyon göstergesini teşkil eden Tüketici Fiyatları Endeksi’ndeki (TÜFE) artış ise yüzde 145. Neticede rakıdaki ÖTV artışı enflasyonun 448 puan üzerinde. Makasın bu denli açılmasına bir siyasi ve ideolojik motivasyonun neden olduğu açık.

On yıl önce Türkiye parlamenter rejimle yönetiliyordu, bugün ise ülke güçlerin tek adamın elinde toplandığı, kontrol ve denge mekanizmalarının işlerliğinden söz etme imkânının kalmadığı bir otoriter başkanlık rejimi ile yönetilmeye çalışılıyor.

Günümüz Türkiye’sinde 70’lik “bir büyük” rakının fiyatı 119 TL (20 USD). Bu fiyatın yüzde 18’ini KDV (21.40 TL), yüzde 56’sını da ÖTV (67 TL) oluşturuyor. 2017’de tahsil edilen 138 milyar TL ÖTV’nin yüzde 7,2’sine tekabül eden 10 milyarı alkollü içkilerden alındı. Hiç de küçümsenecek bir miktar değil. İçenlerin “bir büyük” için ödediği 119 TL’den 88,4 TL’si vergi olarak devletin bütçe gelirine kaydediliyor.

Avrupa’da saf alkolden litre bazında en yüksek oranda ÖTV alan ülke 53,78 Euro ile İsveç. Türkiye'de rakıda kullanılan saf alkolün litresinden alınan ÖTV ise 28,65 Euro (213 TL). Bu 28,65 Euro ilk bakışta, alkolizmin Türkiye’dekiyle kıyaslanamayacak kadar büyük bir halk sağlığı sorunu oluşturduğu bilinen İsveç’te alkolden alınan vergiden daha düşük gibi görünse de karşılaştırma halkın satın alma gücüne göre düzeltilerek yapıldığında tablo tersine dönüyor. Bu bakımdan Türkiye’deki gerçek vergi İsveç’tekinden 2,7 kat daha fazla. Halkın satın alma gücüne göre hesaplandığında Avrupa’da en fazla alkol vergisi Türkler tarafından “bir büyük” için ödeniyor.

Bunun da bir sonucu oluyor tabii... Özellikle Anadolu’nun muhafazakâr taşra illerinde alkollü içki satış noktalarının birer birer kapanmasına neden olan siyasi ve sosyal baskılara bir de yüksek vergiler yoluyla şişen fiyatların Türkiye genelindeki etkisi eklendiğinde rakı tüketimi haliyle düşüyor. 2012’de 44 milyon 600 bin litre rakı satılan Türkiye’de 2017’de bu miktar 37 milyon 316 bin litreye inmiş bulunuyor.

“Bir büyük” üzerindeki bu baskının neticelerinden biri evde rakı üretiminde yaşanan büyük artış. “Bir büyük”e 119 TL vermek istemeyenler tarımsal kökenli etil alkole anason yağı karıştırıp bekletiyorlar ve sonra su ekleyip içiyorlar. Uzmanlara göre bu rakı değil çünkü damıtma yapılmıyor.

Diğer bir sonuç gettolaşma. İstanbul’da misâl, mahalle meyhaneleri kayboluyor, onun yerini şehrin Asya yakasındaki laik Kadıköy’de “meyhane mahalleleri” alıyor.

Rakı endüstrisinin, adının yazılmaması koşuluyla konuşan bir yöneticisi şunları söylüyor: “Bir kesim tarafından kahraman, diğer bir kesim tarafından ise kâfir olarak görülmek üzüyor beni. Birbirlerine karşı önyargısı olmayan insanların oturduğu bir sofranın temsilcisi olmak istiyorum ben. Rakının depolitizasyonundan yanayım. Başımıza ne geliyorsa hukuk ve medyanın olmamasından geliyor."

Kaynak: Al Monitör