Anayasa Profesörü  ve CHP Milletvekili İbrahim Kaboğlu’nun bir gece yarısı yayımlanan OHAL KHK’sı ile 43 yıl emek verdiği akademiden uzaklaştırılmasının üzerinden 22 ay geçti.

Barış için Akademisyenler Bildirisine imza attığı için üniversiteden koparılan Kaboğlu bugün yeni sistemin Meclis’inde milletvekili olarak görev yapıyor.

Kaboğlu, ““Türkiye’nin hukuka dönüşüne bir nebze de olsa katkıda bulunabilir miyim umuduyla buradayım” diyor.

Kaboğlu, Duvar’dan Nergis Demirkaya’nın sorularını yanıtladı.

43 yıl anayasa çalışmış bir akademisyensiniz. Sizin ifadenizle “bir gece yarısı yayınlanan KHK’nın ekli listesinde adınız yer aldı” ve üniversiteden koparıldınız. Türkiye’de anayasaya aykırılıklar zinciri yaşandığını söylediğiniz böyle bir dönemde neden bu sistemin Meclis’ine geldiniz?

Aktif politika düşünmediğim için bu fırtınalar yaşanmasaydı bilimsel çalışmalarıma devam ediyor olabilirdim. Fakat bu benim ve benim gibi binlerce meslektaşın yaşadığı durum kişisel bir durum değil. Bu tam da ülkenin büyük dönüşüm geçirdiği bir döneme rastlıyor. Bu büyük anayasal ve siyasal yıkım süreci ile bu konuda düşünen, bu konuda görev yapan kişilerin uğradığı hukuki muamele arasında doğrudan bir ilişki var.

Nasıl bir ilişki. Bunu biraz açar mısınız?

Dönemin Başbakanı anayasa referandumundan yaklaşık 2 ay sonra 6 Haziran 2017’de “70 günde desteği, yüzde 30’dan 51,4’e çıkardık” demişti. Hangi 70 gündü. Olağanüstü Halin (OHAL) en katı şekilde uygulandığı 70 gündü. Bu beyan madalyonun iki yüzünü yansıtıyor. Birincisi 17 Nisan’dan 70 gün önce, 7 Şubat 2017 günü anayasaya destek yüzde 30’lardaymış. Diğer taraftan bir rastlantı olabilir ama tam 70 gün önceki 7 Şubat gecesi yayımlanan kararnamede yaklaşık 4 bin 500 kamu görevlisi, 3 bine yakın öğretmen 4 anayasacı adı yer almış. Bunlar büyük kıyımlar. Sadece bizim tarihimiz açısından değil dünya hukuk tarihi açısından da böyle.

150 yıllık bütün deneyimlerin siyasal ve anayasal birikimin altüst edildiği bir dönem, OHAL koşullarında ve büyük kıyımlarla bunlar gerçekleştirilmiş. Kişisel kader değil, burada bir paralellik var. Bu açıdan benim Meclis’te bulunmamla, ortam ve koşullar arasında bağlantı kurulacaksa bunu gece yarısı sonrası AK Partili vekillerle de paylaştığım olmuştur.

Bütün kişisel konuların, acıların, mağduriyetlerin ötesinde hukuka olan inancımla, Türkiye’nin hukuka dönüşüne bir nebze de olsa katkıda bulunabilir miyim umuduyla buradayım. Buradaki varlık nedenim budur. Benim için burada olmak asla amaç değil araçtır, o da hukuka katkıda bulunmaya çalışmaktır.

‘YENİ SİSTEMDE 5 AY 5 YILIN TANIKLIĞININ PRATİĞİ OLDU’

Çok eleştirdiğiniz yeni sistemin ilk milletvekillerindensiniz. Bu sistemi ilk elden tecrübe ediyorsunuz. 5 ay geçti. Nedir izleniminiz?

5 ayda gördüğüm Türkiye’de 5 yılda tanık olduğumuzun bir tür pratiği oldu. 5 yılda neye tanık olduk. 2014 Ağustos ayında zamanın çiçeği burnunda Cumhurbaşkanı parlamenter sistemin askıya alındığını söyledi.

Bu “Anayasa askıya alındı” demekti. Kendisi halk tarafından seçilmişti ama Cumhurbaşkanının görev ve sorumlulukları aynıydı. Sonra ne oldu? 7 Haziran 2015 seçiminin sonuçları, bir neden yokken tanınmadı. Türkiye tarihinde 2015 yazındaki gibi bir yaz yaşanmadı. 15 Temmuz’da ne oldu? 15 Temmuz’da bir darbe girişimi oldu. Bir anayasa devleti, bir hukuk devleti olarak anayasanın amir hükümlerine saygı duyulsa idi 15 Temmuz’a gelinmezdi. 3 ay sonrasında MHP Genel Başkanı Bahçeli “anayasa suçu işleniyor” dedi. Bu konuşmadan 6 ay sonra 16 Nisan’da anayasa değişikliği yapıldı. Ve bu anayasa değişikliğinin yapılmasına elverişli olmayan ortamda, OHAL’de yapıldı. OHAL’in neden ilan edildiğini hepimiz biliyoruz ama anayasa değişikliği için kullanıldı.

Anayasa değişikliği de bütünüyle hemen hayata geçmedi…

Anayasayı “beka sorunumuz var bu anayasa ile ülkeyi yönetemiyoruz. Bunu aşmak için anayasaya ihtiyacımız var” diye oylattılar. Anayasayı yürürlüğe koymak yerine Sayın Cumhurbaşkanının partisine dönmesi, HSK’nın isteğine göre oluşturulması gibi daha çok kendi iktidarını, partisi üzerinde pekiştiren, yasama üzerinde pekiştiren, yargıyı güdümü altına alan bir hükümler dizisi yürürlüğe konuldu. Ama anayasanın yürürlüğe girmesi 2.5 yıl sonrasına bırakıldı. Bunun hiç unutulmaması gerekir. Bu anayasa metni bütünüyle yürürlüğe konulmadı ama halka oylatılan metinde parlamentoya 6 ay içinde uyum yasaları yapma yükümlülüğü verildi. Fakat bu da yapılmadı. Bu süre de yapılan Cumhur İttifakı’nın alt yapısını oluşturmak için kullanıldı. Sonra erken seçim kararı alındı. Bütün bu süreç karşılaştırmalı anayasa hukuku üzerinde çok çalışan dünya yurttaşı biri olarak baktığımda hiçbir demokratik devlette olmayacak bir durumdu.

5 AYLIK UYGULAMA ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE BİLE UYGUN DEĞİL

5 yılda yaşananlar yeni sistemde geçirdiğimiz 5 ayın ayak sesleri miydi?

Bir komisyonda dediğim gibi bu Anayasa meridir, yürürlüktedir ama meşru değildir. Bu açık. 5 yılın özeti son 5 aya ayna tutuyor. Alt yapısı ve geçişi anayasaya aykırı olduğu gibi 5 aylık uygulama bırakın anayasanın amir hükümlerine bizzat kendilerinin getirdiği anayasa değişikliği hakkındaki kanun hükümlerine bile uygun değil. Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde (CBK) anayasaya aykırı düzenlemeler yapıldı. Meclis’teki ilk pratiğim yine OHAL’i 3 yıl kanunla uzatan dehşet teklif oldu.

Bu CBK ve kanunlardaki anayasaya aykırılıklarla ilgili neler yapılacak?

OHAL’i uzatan kanun için Anayasa Mahkemesi’ne başvurduk. Ama orada durmadı. Anayasaya aykırılıklar zinciri paralel devam etti. Cumhurbaşkanı günbegün CBK’ler çıkardı. Sadece bir örnek vereyim. Anayasa 127. madde yerel yönetimlerde İçişleri Bakanlığı vesayetini öngörüyor. Ama 1 numaralı CBK ile mahalli idareler Çevre ve Şehircilik Bakanlığına bağlandı. Çok açık aykırılık. Bu durumda ya CBK’yi değiştirmek, mahalli idareleri içişlerine geri getirmek lazım ya da anayasanın 127. maddesini değiştirip oradaki içişleri bakanını silmek lazım. Bunun gibi bir sürü aykırılık var. Kanunla düzenlenecek bir çok şey kararname ile düzenleniyor. Bunların birçoğuna karşı Anayasa Mahkemesine gittik.

YETMEZ AMA EVET DİYECEK DURUMDA DEĞİLİZ

KHK ihracı hekimlerin çalışmasına getirilmek istenen engel de çok tartışıldı.

Sağlık teklifinde en kritik 5. maddeydi. “Tanrı yeryüzüne inse bile buna dokundurtmayız” yaklaşımı ile geldi. Ama biz onun anayasaya neden, nasıl aykırı olduğunu 3 gece sabahlayarak anlatmaya çalıştık. Olmadı. Sonra bir hafta geçmedi “5. maddeyi sizin istediğiniz doğrultuda yüzde 80 iyileştirdik. Gelin buna oy verin” dediler. “Hayır, oy vermeyiz. İyileştirmeniz olumlu ama yeterli değil. Yetmez ama evet diyecek durumda değiliz. Bunu tümüyle kaldıracaksınız. Çünkü oradaki tanım OHAL tanımı, MGK, KHK tanımıdır. 6-10 yıl eğitim almış doktora kıytırık bir güvenlik soruşturması ile engel getirmek anayasaya aykırıdır” dedik.

TOBB ve TESK başkan ve yöneticilerine dönük siyaset imkanı da çok tartışıldı.

Şimdi 20 oda var ve siz 18’ini dışarıda bırakıp ikisine özel düzenleme yapıyorsunuz. Bunun için hukukçu olmaya gerek yok. Burada susma lüksümüz var mı? En son çevre kanununda benzer durumlar var. Onlar da oylama yapılıp bitmeden bazı aykırılıkları görüp kısmen adım atabildiler. Burada “anayasaya aykırıdır” haykırışlarım anayasacı oluşumdan değil, ülkemin hukuka dönüş umudunu görebilmek için.

Umut var mı? Yeni sistemin içinde kısmi düzenlemeler ile sistemin açıklarını kapatıp, meşrulaştırmıyor musunuz?

Can alıcı bir meşruluk sorgusu. Evet, “Anayasal sistem meşru değil” diyorsunuz ama siz de bu düzenin içine giriyorsunuz. Esasen bu sistemin sürdürülemezliğinin ifşası, ipuçlarını yakalıyoruz. Gelen teklifler milletvekillerinden değil esasen ilgili bakanlık ya da Külliye’den geliyor. Bu bile sistemin sürdürülemezliğinin bir kanıtıdır. Bu bir çelişkidir. Bunu ifşa ediyoruz. Bunları teşhir etme olanağımız oluyor. Eğer ufak tefek geri adımlar oluyorsa bunlar sayesinde oluyor. Teşhir ettikçe oluyor. Çelişkileri iyice göz önüne serdikçe ister istemez ufak tefek esneklikler olabiliyor.

KARADENİZ’İN DALGALARINDAN DAHA BÜYÜK DALGALARLA GELİYORLAR

Meclis dönüşür umudunuz var mı?

Bunun için biraz daha vekillerin iradelerini bu yönde ortaya koymalarında yarar var. Koymadılar demiyorum ama ben yeterli görmüyorum. CHP, İYİ Parti, HDP’ye haksızlık etmemek gerekir. Komisyonlarda, Genel Kurul’da saatlerce konuştuk. Onlar gittiler, geldiler, uyukladılar, bazen laf attılar sonra fiziken ellerini kaldırıp indirdiler.

Neyi oyladıklarını bilmeden. Son tartıştığımız çevre teklifinde bazı MHP’liler içeriğe ilişkin konuşmalar yaptı. Alkışladığım konuşmalar da oldu. Fakat gelin görün ki, “şu maddeyi çıkaralım” denildiğinde bunu yapmıyorlar. Ben burada varsam iki şey yapmalıyım. Birincisi yasama sürecine katılmak benim varlık nedenim. İkincisi kendi kendime tutarlı olmalıyım.

AKP’liler ne yapıyor? Sıraları çok tenha. Çok az bulunuyorlar, 15-20 kişi. Onlar içinde hatibi dinleyen de 2-3 kişi oluyor. Zaten çok az konuşuyorlar. Müttefiklerinin hatiplerini dahi dinlemiyorlar. Ne zaman geliyor AK Partililer. Ancak bir sataşma olduğunda, liderlerine bir laf olduğu zaman ya da oylamada bir sorun olduğu zaman geliyorlar.

En son oylamada Meclis Başkanvekili bizim çoğunluk olmamıza rağmen elektronik oylama için 5 dakika zaman verdi. Ve o 5 dakikada AK Parti grubu bizim Karadeniz’in dalgalarından daha büyük dalgalar halinde, mevzilenmiş biçimde, 10’ar, 20’şer kişi bir anda salonda bir patlamaya yol açtılar.

Bu manzarayı izledikten sonra söz aldığımda “sayın vekiller geldiniz ama neyin oylandığının farkında mıydınız” dedim. Bu durumun iktidar veya muhalefet milletvekili olmanın ötesinde bu toprakların çocuğu olarak beni çok derinden yaraladığını söyleyebilirim.

Bu sistem yürür mü?

Bu sistem yürümez. Sistemin yürümeyeceğini AK Partililer de biliyor, MHP’liler de biliyor. Bunun farkındalar ancak bunu ifşa etmek, bunu tartışmak, konuşmak onlar açısından şu aşamada mümkün değil. O bakımdan bizlere muhalefet partilerine çok görev düşüyor. Yoksa bunun yürümezliği zaten geçiş döneminde en başından beri izlenen yol ve yönetmelerle ortaya kondu. Ama 5 aylık dönem bize gösterdi ki bu yürümüyor.

Meclis Başkanının belediye başkanı adayı olması durumunda istifa etmesi gerekiyor mu? Gerekiyorsa bunun tarihi, YSK başvuru tarihi mi olmalı?

Bir Meclis Başkanı belediye başkanlığına aday gösteriliyor ve o Meclis başkanı olarak kalacak! Olabilir mi böyle bir şey. Bakan, Başbakan olmuş Meclis Başkanının aday gösterilmesi dahi esasen adaylar arasında kalkışta eşitliği bozan bir durumdur. Ama siz Meclis Başkanı olarak aday olacak, yarışmaya girecek ve buna seçim diyeceksiniz. Öyle bir şey düşünülemez. O zaman seçimin hiçbir anlamı yok. Pekala atama yoluyla belirlensin bu iş, bu kadar da harcama olmasın.

Kaynak: Duvar