İZMİR - İzmir Barosu, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu ile Anayasa Mahkemesi’nin yapısının değiştirilmesinden sonra Yargıtay ve Danıştay’ın yapısında da köklü değişiklikler yapılmasına karşı 4 Şubat’ta duruşmalara girmeme kararı aldı.

Konuyla ilgili olarak açıklama yapan Baro Başkanı Sema Pekdaş, yasa değişikliğinin amacının tam olarak açıklanması ve değişikliklerin ilgili tüm kesimlerce tartışılması gerektiğini belirtti.

Yargıda köklü bir reform yapılmasının kaçınılmaz olduğu ve yargının bugünkü yapısı itibariyle mevcut iş yükünü kaldıramayacağı gerçeğinin farkında olduklarını anlatan Pekdaş, hükümet tarafından hazırlanan yasa tasarısının da sorunları çözmekten uzak olduğu eleştirisinde bulundu.

İzmir Barosu Başkanı Sema Pekdaş, 4 Şubat günü tutuklu dosyaları hariç olmak üzere 1 gün süreyle duruşmalara girmeme eylemi yapacaklarını duyurdu, tüm hukuk örgütleriyle hâkim ve savcılardan da eyleme destek istedi.

İzmir Barosu'nun açıklamasının tam metni burada:

BASINA VE KAMUOYUNA

SÜREKLİ VE GERÇEK ADALET İÇİN BAĞIMSIZ YARGI KAÇINILMAZDIR...

SİYASİ İKTİDARIN YARGIYA HÜKMETME İSTEĞİNE KARŞI DURALIM…

12 Eylül darbesi sonrasında siyasi iktidarların müdahalesine açık bir yapı olarak oluşturulan ve yargının siyasallaşmasının bir unsuru haline gelen HSYK, 12 Eylül 2010 referandumu ile birlikte siyasal iktidarların doğrudan ve dolaylı etkisine daha açık, daha savunmasız bir yapıya büründürülmüştür.

Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi, toplumumuzun ve hukuk sistemimizin en köklü ve derin sorunlarından biridir. Hukuk kurumlarının on yıllardır yargı üzerindeki siyasi vesayetin kaldırılması konusundaki çabaları ve tartışmaları bugün daha da yakıcı olarak karşımızdadır

HSYK ve Anayasa Mahkemesi'nin yapısının değiştirilmesinden sonra bugün de; Yargıtay ve Danıştay'ın yapısında köklü değişiklikler yapılmasına yönelik yasa tasarısı gündeme gelmiştir.  Hükümetin 2007 yılında Yargıtay Yasası'nda değişiklik öngören yasa tasarısı Adalet Komisyonu'nda bekletilirken 21.01.2011 tarihinde TBMM Başkanlığı'na sunulan yeni tasarı, 25.01.2011 tarihinde Adalet Komisyonuna gönderilmiş, Komisyonda da gereği gibi tartışılıp görüşülmeden jet hızıyla 29.01.2011 tarihinde kabul edilmiştir.

Söz konusu tasarı ile Yargıtay ve Danıştay’da daire ve yargıç sayısı arttırılmakta, birinci başkanlık kurulunun seçim kriterleri değiştirilmekte ve dairelerin görevlerinin yasa ile belirlenmesinden vazgeçilmektedir.

Tasarının gerekçesinde değişikliğin amaçları açıklanmaya çalışılırken; Yargıtay ve Danıştay'da bekleyen dosya sayısının fazlalığı, dosyaların incelenmesinin çok uzun sürüyor oluşu ve bu durumun da adil yargılanma hakkını ihlal ettiği gerekçe olarak gösterilmiştir.

Gerekçede yer alan verilere göre;

-Yargıtay ceza dairelerinde dosya başına ortalama 3.6 dakika,

-Hukuk dairelerinde ise dosya başına ortalama 4.5 dakika inceleme süresi düştüğü,

-Yasal alt yapısı bulunmamasına ve yasal olmamasına rağmen dairelerin çoğu zaman iki, hatta üç heyet olarak çalıştıkları,

-Bugün itibariyle yeni iş gelmese bile Yargıtay ve Danıştay'da bulunan işlerin en erken dört-beş yıl içinde bitirilebileceği,

-Bazı tutuklu dosyalarda ise bihakkın tahliye tarihi dolduğu halde dosyalar incelenemediğinden sanıkların ceza infaz kurumunda kalmaya devam ettikleri,

- 03.01.2011 tarihi itibariyle cezaevinde bulunan hükmen tutuklu oranının %38.30olduğuanlaşılmaktadır.

Tasarının da bu zorunluluk ve ihtiyaçları karşılamak amacıyla hazırlandığı ileri sürülmektedir.

Gerekçede ileri sürülenlerin aksine, tasarının mevcut durumu düzeltmeyeceği gibi sorunu çözecek yargı reformunun bir parçası olarak da kabul edilemeyeceği bizzat tasarının kendisi ve gerekçesi ile ortaya çıkmaktadır.

Tasarı ile Yargıtay’ 4 yeni Ceza Dairesi ve 2 yeni Hukuk Dairesi daha kurularak, daire sayısının 38’e yükseltilmesi; ayrıca 250 olan üye sayısının 137 üye daha eklenmesiyle 387’ye yükselmesi hükme bağlanmıştır.

Bu yeni durumun gerekçede açıklanan mevcut dosya sayıları ve her bir dosya için ayrılan süre açısından yeniden değerlendirilmesinde;

*Ceza davaları için ayrılacak süreyi daire sayısı açısından %30 artıracağı yani her bir dosyaya ayrılan inceleme süresini 3.6 dakikadan 4.6 dakika civarlarına çıkaracağı,

 *Hukuk davaları için daire sayısındaki artış yönünden bakıldığında ise 4.5 dakikalık süreyi % 10 artıracağı yani 4.5 dakikadan 5.10 dakikaya çıkaracağı,

*Hukuk davaları için daire sayısındaki artış yönünden bakıldığında ise 4.5 dakikalık süreyi % 10 artıracağı yani 4.5 dakikadan 5.10 dakikaya çıkaracağı,

*Aynı değerlendirmenin yargıç sayısı yönünden yapılması halinde ise sağlanacak katkının en fazla %50 lik bir katkı olabileceği tartışmasızdır.

Yasal olmasa bile, dairelerin tümünün iki ya da üç heyet halinde çalıştıkları şeklindeki gerekçede var olan kabul göz önüne alındığında dahi; heyet sayısını ikiye çıkarmayı düzenleyen değişikliğin esasen mevcut fiili durumu yasal bir statüye kavuşturmaktan başka bir sonucu olmayacağından dosyaların incelenme süresi üzerinde herhangi bir olumlu etkisinin olmayacağı da açıktır.

Tasarıdaki diğer iki değişiklik önerisinden biri,Yargıtay 1. Başkanlık Kurulunun seçim usullünde yapılan değişiklik, diğeri de Yargıtay Daireleri'nin yasa ile belirlenen görevlerinin artık yasada belirlenmesinden vazgeçilmiş olmasıdır.

Tasarı üzerindeki tartışma Yargıtay'da dosya inceleme süresi ve tutuklu sanıkların durumu gibi kamuoyunun da tepkisini çeken başkaca noktalara çekilerek, asıl amaçlanan değişikliklerin tartışılmasının önüne geçilmeye çalışılmakta ve söz konusu değişiklik hükümleri kamuoyundan gizlenmeye çalışılmaktadır.

 ·         İster demokrasi, isterse ileri demokrasi diyelim; baskıcı olmayan tüm yönetimlerde, yasa değişikliklerinin amacının mutlaka tam olarak açıklanmış ve değişikliklerin ilgili tüm kesimlerce tartışılmasının sağlanmış olması kaçınılmazdır.  Bu durum hem yasa yapma tekniği açısından, hem genel hukuk kriterleri açısından, hem de demokratik yönetim ilkeleri açıcından zorunludur.

 ·         Yapılması düşünülen en önemli değişikliklerden biri Yargıtay Kanunu'nun 14. maddesi değişikliğidir. Bu değişiklikle Yargıtay ceza ve hukuk dairelerinin görevlerinin belirlenmesi bir kanun hükmü olmaktan çıkartılmıştır.

 ·         Tasarıda yer alan yeni düzenlemeye göre dairelerin görevleri her takvim yılı başında yeniden belirlenecektir. Bu durum doğal yargıç ilkesinin, mahkemelerin kanuniliğinin ihlali ve Yargıtay’ın içtihat mahkemesi olma özelliğini kaybetmesi anlamına gelmektedir.

·         Bu değişiklikler ile istenen işlerin istenen dairelere gördürülmesi, bu yolla da istenen kararların elde edilmesi, istenen içtihatların yaratılması sağlanacaktır.

·         Diğer taraftan söz konusu tasarının genel gerekçe kısmında Yargıtay 1. Başkanlar Kurulunun seçim şeklinin neden değiştirildiğine ilişkin herhangi bir açıklama yoktur. Keza madde gerekçeleri içerisinde de neden bu değişikliğin yapıldığı ve "yargı reformuna" katkısının ne olacağına ilişkin tek bir satır bile yoktur.

·         Bu değişiklikle; Yargıtay 1. Başkanlık Kurulunun seçiminde getirilmiş olan "en az 4 yıl Yargıtay dairelerinde çalışmış olma" şartını içeren 2797 sayılı yasanın 33. maddesinin 1. fıkrasının kaldırılması hedeflenmektedir.

 ·         Siyasi iktidar tarafından ne tasarının gerekçesinde ve ne de madde gerekçelerinde bu değişikliğe neden ihtiyaç duyulduğu ve 4 yıl kıdem şartının neden kaldırılmak istendiği izah edilmemiş ve hatta bu konuda tek bir açıklama dahi yapılmamıştır.

·         Anlaşılacağı üzere daire sayısının artırılması veya hakim savcı sayısının artırılmasının yanına sıkıştırılmış olan bu maddenin izahı yoktur. Bu değişikliğin izahı olsa olsa, Yargıtay'ın yönetim yapısı ile dairelerin iş bölümünü hükümetin arzusu doğrultusunda istendiği gibi değiştirebilmektir.

·         Daire, hâkim ve savcı sayısının artırılmasının bir sonuç yaratmayacağını yukarıda gerekçede hükümet tarafından açıklanan rakamlarla açıklamıştık.

Yine iktidarın samimiyetsizliğinin bir başka göstergesi ise 2007 ile 2011 hükümet tasarılarının gerekçelerinde kendisini göstermektedir.

·         2007 tasarısında Yargıtay daire sayısının azaltılması önerilirken:

"Bugün hemen hemen bütün ülkelerde Yargıtay’ın karşılığı olan yüksek mahkemeler birer içtihat mahkemesi görevini yapmaktadır. Ve bu mahkemeler olaylarla, ispat araçlarıyla değil kanun uygulaması ile ilgilenirler.

2007 Tasarısıyla bölge adliye mahkemelerince incelenip kesinleştirilecek  dosyaların sayısı düşünüldüğünde bu mahkemelerin fiilen göreve başlamalarından itibaren Yargıtay’a gelecek iş sayısı ve yoğunluğunda bir azalmanın olacağı dikkate alınarak Yargıtay'da daire ve üye sayısı azaltılmakta ve buna bağlı olarak Yargıtay dairelerine gelecek olan iş ve davaların getirilen yeni hükümler çerçevesinde yeniden dağılımı yapılmaktadır." denilerek, hukuk daireleri 13 ceza daireleri 7 ve hakim sayısını da en fazla 150 üyeyle sınırlamaktadır.

 ·         Bugün gelinen noktada HMK nın yürürlük tarihi olan 1 Ekim 2011 tarihi ile birlikte Bölge Adliye Mahkemeleri'nin de faaliyete geçeceğine yönelik açıklamalar da göz önüne alındığında, yani 2007 tasarısında öngörülen tüm koşulların sağlandığı düşünüldüğünde, Ceza Dairelerinin 2007 de önerilen 7 daireden 15 daireye, Hukuk Dairelerinin sayısının 2007 tasarısında önerilen 13 daireden 23 daireye çıkarılmak istenmesi ve hakim savcı sayısını ise neredeyse 2007 tasarısında önerilenin üç katına yükseltilmek istenmesinde amacın tasarı da gösterilen amaçla sınırlı olmadığı ve hükümetin gerçek niyetini gizlediği sonucu bir kez daha gözler önüne sermektedir.

 ·         Durum böyleyken; hakim savcı sayısındaki olağanüstü artışla birlikte Yargıtay 1. Başkanlık Kurulunun seçimindeki kriterlerin sessiz sedasız değiştirilmeye çalışılmasında asıl amacın yargıda reform değil yeni atanan yargıç ve savcılar eliyle 1. Başkanlık Kurulunun ele geçirilmesi çabası olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.

 ·         Keza Tasarının amaçlarından biri olarak ileri sürülen yargılamaların makul sürede sonlandırılmasının söz konusu tasarı ile sağlanamayacağı düşünüldüğünde; gerçekleştirilmek istenenin bir yargı reformu olmadığı da ortaya çıkmaktadır.

 ·         Yargılamalardaki asıl uzunluk ilk derece mahkemelerinde yaşanmaktadır. Her gün asgari 40-50 dosyaya bakmak zorunda kalan hakim ve savcıların personel yetersizliği de göz önüne alındığında bu yargılamaları makul süre içerisinde sonuçlandırmayacakları tartışmasızdır. Buna rağmen ilk derece hâkim ve savcılarımız büyük bir gayretle ve bütün handikaplara rağmen görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır.

 ·         Bu durumu görmezden gelen, yargının asli unsuru olduğunu her fırsatta söylemekten geri kalmamalarına rağmen savunma mesleğinin temsilcilerinin görüşlerini almayan bir yargı reformunun yargıda istenen rahatlamayı sağlamayacağı tartışmasızdır.

 ·         Gerçek bir yargı reformu; ilk derece mahkemelerinde görev yapan hakim ve savcıların durumunun iyileştirilmesinden, bu mahkemelerin ve mahkemelerde görev yapan hakim, savcı, personel sayısının artırılmasından, Yargıtay'ın yükünü azaltacak ve gerçek bir içtihat mahkemesi olarak çalışmasını sağlayacak bölge adliye (istinaf) mahkemelerine acilen işlerlik kazandırılmasından geçmektedir.

 ·         Hükümet; yine kendisi tarafından 2007 yılında hazırlanan Yargıtay Kanunu tasarısında; Yargıtay'da mevcut daire sayısını nerdeyse mevcudun yarısına düşürmek ve hakim sayısını 150 ile sınırlamak önerilmekte iken, bu gün getirilen tasarı ile tam tersine üye sayısını ve daire sayısını artırmayı amaçlayan bir düzenleme yapılmış olmasının açıklamasını yapmak zorundadır. Mevcut tasarı gerekçesinde bu tavır ve anlayış değişikliğine ilişkin herhangi bir açıklama yoktur.

·        Biz, 2007 ile 2011 hükümet tasarıları arasında geçen zamanda değişen tek şeyin dairelere üyeleri atayacak olan HSYK nın yapısındaki değişiklik olduğunun farkındayız. Bu durum kamuoyunda, HSYK atamaları eliyle yüksek yargıyı ele geçirmeye yönelik bir çalışmanın yapıldığı şeklindeki haklı kaygıyı destekler niteliktedir. Hükümetin yargıyı ele geçirmesi ya da yargı üzerinde etkisinin bulunması durumu ve hatta en azından böyle bir algı dahi demokratik rejimin temellerinden biri olan kuvvetler ayrılığı ilkesini ortadan kaldıran ve dikta rejimine yönelen bir durumdur. 

·         Dikta rejimine gidişe karşı koymak ise tüm hukuk kurumlarının ve en başta baroların kaçınılmaz görevidir. 

        İzmir Barosu olarak; demokratik yönetim ilkesinin ayrılmaz bir parçası olan güçler ayrılığı kavramının yargı bağımsızlığı olmadan var olamayacağı ve yargı bağımsızlığının adaletin gerçekleşmesinde bir temel nokta olduğu düşüncesinden hareketle: 

·         Yargıda köklü bir reform yapılmasının kaçınılmaz olduğu ve yargının bugünkü yapısı itibariyle mevcut iş yükünü kaldıramayacağı gerçeğinin farkındayız.

Ancak;

·         Yargının tüm unsurlarının ve konuyla ilgili tüm sivil toplum örgütlerinin görüş ve düşünceleri alınmaksızın hazırlanacak ve yüksek yargıdan başlayan bir düzenlemenin yargı reformundan beklenen amacı gerçekleştirmeyeceği ve böyle bir girişimin baştan ölü doğacağını.

·         Yargıyı aşağıdan yukarıya doğru yeniden yapılandırmayan, ihtiyaçlar doğrultusunda yargı mekanizmasının çalışmasını kolaylaştıracak, iş yükünü azaltacak düzenlemeler getirmeyen bir değişikliğin herhangi bir iyileştirme sağlayamayacağını,

 ·         Hükümet tarafından hazırlanan ve komisyondan geçen  söz konusu yasa tasarısının mevcut sorunları çözmekten uzak, yargılamayı hızlandırmaya olanak tanımayan ve Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu'nun seçim kriterlerini ortadan kaldırması nedeniyle de yüksek yargıyı da hükümetlerin ve siyasi iktidarların etkisi altına sokacak bir düzenleme olduğunu.

 ·         Bu haliyle mevcut değişikliklerin kabulünün mümkün olmadığını düşünüyoruz.

İzmir Barosu olarak; Bağımsız yargıyı korumak ve mahkemelerin iş yükünü azaltarak,  Yargıtay'ı bir içtihat mahkemesi olarak kabul eden gerçek bir yargı reformunun hazırlanabilmesi için yargıç savcı ve avukatları temsil eden  çalışma grubu oluşturulmak suretiyle yapılacak bir reform çalışmasının içerisinde yer almaya hazır olduğumuzu,

Ancak; yargıyı siyasi iktidarların vesayeti altına sokmak isteyen her türlü girişim karşısında da sessiz kalmayacağımızı kamuoyu ile paylaşıyoruz.

 ·         Söz konusu tasarının gerçek amacının kamuoyuna anlatılması ve yasalaşmasının engellenmesi için her türlü girişimde bulunacağımızı

·         Gerçek bir yargı reformu için yeni bir çalışma başlatılmasının zorunlu olduğunu,

 ·         Yalnız karşı çıkan değil aynı zamanda inşa eden bir anlayışa sahip olmamız nedeniyle yapılacak reform çalışmalarında bağımsız bir yargının inşası için tüm gücümüzle var olacağımızı,

 ·         Parlamento çoğunluğuna dayanarak her türlü yasa değişikliğinde toplumun diğer kesimlerini yok sayan ve her türlü düzenlemeleri "torba yasalarla" gerçekleştirerek sağlıklı bir tartışma ortamını engelleyen iktidar anlayışına karşı olduğumuzu kamuoyuna duyuruyoruz.

 ·         Çözümün yüksek yargıda üye ve daire sayısını artırmaktan değil, ilk derece mahkemelerini güçlendirmek ve güçlü ve çok sayıda istinaf mahkemelerinin işlerlik kazandırılmasından geçtiğinin bilinciyle.

 ·         Yargının kurucu unsurlarının görüşü alınmadan gerçekleştirilmeye çalışılan her türlü yenileştirme çabasının ölü doğmuş olacağı düşüncesiyle.

 ·         12 eylül faşist darbesinin ürünü Anayasa'nın bir uzantısı olan ve yargı bağımsızlığını ortadan kaldıran uygulamaların temeli olarak karşımıza çıkan, Adalet Bakanı ve müsteşarının HSYK'da bulunması ve bakanlık çalışanlarının da üye olarak seçilebilmelerine yönelik düzenlemeler kaldırılmadan,

 ·         Anayasa Mahkemesi üyelerinin seçiminde Cumhurbaşkanı'nın etkisini ortadan kaldırmadan gerçek yargı bağımsızlığının sağlanamayacağı inancıyla;

Siyasi iktidarlara "bağımlı bir yargı"yı kabul etmeyeceğimizin ihtarı olarak SÜREKLİ VE GERÇEK ADALET İÇİN BAĞIMSIZ YARGI KAÇINILMAZDIR diyerek 4.Şubat.2011 Cuma günü, tutuklu dosyalar hariç olmak üzere 1 gün süreyle duruşmalara girmeme eylemi yapacağımızı, tüm hukuk örgütleri ile binbir güçlük içerisinde görev yapmaya çalışan hakim savcılarımızı da bu eylemimize destek vermeye çağırdığımızı kamuoyuna bildiririz.    

Saygılarımızla.

Avukat Sema PEKDAŞ

İzmir Barosu Başkanı