Gülsen Feroğlu

Kim tutsak kim gardiyan belli olmayan ilişkiler ağında; kendine ait olmayan bir yolda; kaybeden olmaktan daha kötüsü belki de kaybolan olmaktır; kim bilebilir ki. Sonrası “/…./dipten korkulur /ama ben korkmuyorum/çünkü daha önce dibe vurdum” yazan Sylvia Plath’dır.

 “Yaman ve Gül yere çömeldiler…. 20 yaşında bir çocuğu nasıl öldürdük inanamıyorum. Sonradan öğrendim hiçbir suçları da yoktu “ itiraflı Ayhan Çarkınların Türkiyesinde Hevalım; sen de dibe vurmuştun hem de sayamayacağın, hatırlamayacağın kadar çok.

Üstelikte kibrini narsitlikle sıvayan ulus devletin faşist esintili  ideolojisiyle mayalanan işitmeyen kulakların, görmeyen gözlerin  şefkatsizliğinde; öyleeeee çok suçlu oldun, öyle de çok suçlandın ki; her biri nefret suçu niteliğinde; bölücü, hain, terörist, Ermeni dölü, komünist, iblis, iflah olmaz sıfatlarıyla.

Vatanımda “Kürt kimliğime saldırıldı, komşuma b..k yedirildi, Kürtçe konuştu diye dövüldü babam, tutuklandı evladım”  çığlığını yıllarca bir  güvencen saydığın gerillalar, PKK duydu. TOMA’ya taş atan,  lastik yakan, barikat kuran Kürt çocukları da; A, B, C yi tanımadan, tanıdı gerillayı. “Kırmızı başlıklı kız” yerine; Cudi’de faşist T.C ordusunun kıskacını yaran Gerilla timinin dağlarda “Rom’un (Türklerin)  tahtını salladılar, Gerilla güzel intikam aldı.” marşıyla yürüdüğünü dinlediler. Güzel bir kod adı bulma yarışında, en büyük düşleri özgürlük savaşçısı Gerilla olmaktı; tablette Angry Birds oynayan yaşıtları prens, prenses beklerken.

Gün geldi “o şartlarda yaşasam ben de dağa çıkardım” dediğinde devleti yönetenler; tank, top, “şehit namırın”,  “ bıji serok Apo”, “serhildan”lı çocukluk, gençlik; 40 yıl  süren, çoğu Kürt 100 bine yakın sivil, gerilla, askeri hayatından eden savaşın tek cümleyle bitirilebileceğini de  görecekti.

İşte bu savaşı bitiren, yenen çözüm süreciydi; ancak çocukluktan ergenliğe adım atıldığında yasak yaylalara çıkanlara, Gêrê Boğanın nergis kokularını getiren. Gever’de tetiksiz yudumlanan koyu çaya “ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir”  satırlı Wittgenstein’nı eşlik ettiren. Yarını hep muğlak gördüğünden, belki ilk defa hayata dair sıradan iş, ev bulma kaygılarına, dalga sesiyle uyanma, bir kadeh rakı arzusunu ekletip,   Altan Tan’nın  “İslamcı yazarların ve Kürt siyasetinde yer alanların yarısı devletin adamıdır”  konuşmasını sorgulatanda o süreçti.

Ama Kürtlerin masalı hep kötü bitmek zorundaymışçasına;  daha “çok tuhaf şeyler olmuş, oluyor Matmazel” fırsatını bulup, neden, niye diyemeden; onlarca …, …,  Seyit Rızaların, …, …,  Uğur (12) Kaymazların; askerin, gerillanın  dağlarda, ovalarda bıraktığı gençliklerinin üzerinde yükselen “çözüm sürecine” … üç nokta koyan  tarafları; meğer savaşmak için bahane yaratmaya nasılda  hazır ve nazırlarmış.

Onca Mehmet (1,5) Uytun’nun,  Rojivan (4) İdemin cansız bedenlerinin doyuramadığı  toprağı kan, kanı toprak kokan Türkiye’nin, yeni Mehmetleri kurban edeceği savaş dile min savaş;  kurşunlanmadan az önce  “ben yaşlıyım, bana kimse bir şey yapmaz”  diyen Cizre’li Mehmet (74)  Erdoğan’ın sandığı gibi değildi ki.

Düşman saydığını öldürmese o öldüreceğinden; can havliyle birbirine saldıran savaşın taraflarının  raks ettirdiği kurşunların, bombaların her ân, herkesi hayatından edebileceği savaş demek; büyümeyen çocuklar Aylanlar, Ceylan Önkollar, Serap Eserler demekti.

İnan bavê min, Barışın, hayatın yanında durmak savaşı kutsamaktan daha zordur. Zira ister devlet, ister bir kurum, parti;  ister örgüt, aile, patron, ister yandaş isterse de muhalif olsun bir kez  analitik  bakışı hazmedemeyen otoriter faşist  zihniyetle mayalanmaya görsün. Hepsi de illaki suçlayacak birini, başkasını bulacağından şiddetlerine, terörlerine, savaşlarına, yanlışlarına nasıl kolayca meşruiyet, sebep bulabiliyorsa sende Hevalê min; aynı şeyi yapacaksındır.

Nitekim Erdoğan gibi savaşa; döşediğin EYP’na, roketatarına çürütülemez sebepler bulman,  ”kriminalize ettiler bizi” demen,  savaşın bir tarafı olarak seni sorumluluktan kurtarıyor mu Hevalım?

Cizre’de yirmi bir insanın, gerilla Ekin Wan’nın,  askerin, polisin katli tek başına devletin, sarayın üzerine yıkacağın bir sorumluluk mudur? Silvan’da Emin Simpil’i (13) öldüren, Cizre de Yusuf (12) Şık’ı bir el ve ayağından eden senin bombandı. Belki senin attığın roketatarın yıktığı duvarın altında kaldı Baran Çağlı (7). Belki Cemile Çağrı (13)’yı vuran kurşunda senindi.

Bir genç neslini savaşta kaybetmiş; çözüm sürecinde ölmeden, öldürmeden eşit yurttaşlığın siyasi mücadeleyle de kazanılacağını yaşamış, görmüş Türkiyeli Kürtlerin ömürlerini ağıtla, gözyaşıyla tüketmelerine artık izin vermeyecek olanda hayatın ta kendisidir.

Belki 5, 10, belki 20 yıl sonra İspanyada Katalanlar, İngilterede İskoçyalılar gibi Kürtlerin Türkiye’den ayrılma ya da eyalet taleplerini referandumda oylatacak olgunlukta bir siyasal iklim, özgürlük bugünün dünyasının gerçeğidir. Onun için askeri, milliyetçi eksenden çıkarılıp siyasallaşan, normalleşen Kürt sorunu yalnızca savaşı bitirmeyecek. Devletin, PKK’nın, siyasi partilerin, bireyin sivilleşmesini, demokratikleşmesini de getirecektir.

Hal böyleyken asker annelerinden nasıl oğullarını savaşa göndermemelerini istiyorsan Hevalım; 1989’da Botan’daki çatışmada öldüğünü 26 yıl sonra öğrenene kadar evladının yaşadığını sanan Mecit Akkuş’un, Ahmet Budak’nın, Kürt annelerinin de hakkıdır “Êdî Bese”yle evlatlarının savaşmamasını istemek.

Kaderleri savaş yapılmış Kürtleri, çocuklarını; ölüm denkleminin dışında tutarak bir Fransız,  bir Amerikalı gibi kıllarına zararı önlemek,  huzurlu, sevgi dolu bir yaşam sürmelerine ön ayak olmak; Kürtlerin temsilciliğini yapan siyasilerin, örgütlerin de boynunun borcudur.

Barış, barış diye haykırılıyor ya Hevalım, lal olsun ki diller,  eğer  Barış nedir, nasıldır  bilen de varsa…..Uykusunda polis öldürme, PKK şehitliğini bombalama vahşetinin getirisi intikam duygusunu derinlere gömebilmektir barış, tam da budur işte; sırf bir Selman Ağar (10) daha hayatından olmasın diye.

Savaşın tarafları sizlerin birbirinize olan nefretiniz, zalimliğiniz, lanet sebepleriniz;  ne  8 yaşında vurulan Elif Şimşek’in hayatından;  ne de babası Yavuz Sonat’ın tabutunu tüm sesleri örten “hayır hayır“ çığlıklarıyla uğurlayan 12 yaşındaki  Sude’nin soldurduğunuz yarınından önemliydi. Şimdi  emrê min; bir kaybedişin daha olacağındandır; yitik zaman peşindeliğimiz,  savaşınıza isyanımız.

Minicik bedenlerin, hayallerin bombayla, kurşunla parçalandığı Suriye’de, Yemen’de, Irak’ta, Türkiye’de;  onlarca gülen gözün yokluğunda… mevsim  de döndü  gula min… Cizre, Varto, Ankara…. hazan her yer.

Hazanda, ayırt etmeye hiç gerek yok Hevalım; savaş, kan isteyen herkes aynıdır ki kanla yazılan bu  tarih; gün gelir de  hesap sorar mı…bilinmeyendir.