Gazeteci İrfan Aktan, IŞİD tarafından yakıldığı iddia edilen 2 askerin görüntülerinin ardından toplumda oluşan tepkiyi ve iktidarın tavrını değerlendirdi.

Aktan, “Vahşet görüntülerini seyirlik bir malzeme olarak izleyenler ve bunun da ötesine geçerek “fav”layanlar giderek pasif bir hınçla bezeniyor. Bu hınç da sanıldığı gibi vahşeti uygulayana karşı hissedilmiyor her zaman. Aksine, korkunç acılar içinde kıvranan kurbanın çaresizliğine duyulan bir nefret ve katile içten içe “yanaşma”, veya teslim olma duygusunu da tetikleyebiliyor” ifadelerini kullandı.

Hükümetin yasak kararına değinen Aktan, “İki askerin yakılmasına ait görüntülerin yayılmaması için YouTube’a erişimi kısıtlayan iktidar neden askerlerin çektiği vahşet videolarına erişimi kısıtlamıyor? Büyük olasılıkla vahşet görüntülerinin yıldırıcı gücünü kullanmak istediği için”
 
İrfan Aktan’ın Gazete Duvar’da yayınlanan “Vahşeti 'fav'lamak” başlıklı yazısı şöyle:
 
Arkaik gibi görünen vahşet uygulamalarını, 500 yıl sonra, yanıbaşımızda, seyrediyoruz. Vahşetin yıldırıcı gücü bizi artık evimizde, bilgisayar veya telefon ekranımıza yansıyan videolar veya fotoğraflar üzerinden teslim alıyor.
 
Türkiye zor günlerden geçmiyor, zor günlere giriyor. Şu ana kadar gördüklerimiz gelecekteki büyük felaketin idmanından ibaret. Artık toplumun “demokrasi” talebinin görünebileceği bir mecra yok. Olağanüstü hal, büyük ölçüde olağanlaştı. 2015’ten bu yana içine girilen şok edici girdap yeni düzenin olağan hali. Normal bir toplumsal düzenin kaldıramayacağı uygulamalara uyum sağlandı. Şok evresi geçti, 2017 itibariyle alışma evresine giriyoruz. Ve asıl film yeni düzende çekilecek gibi görünüyor.
 
Özgürlük taraftarları büyük ölçüde köşeye kıstırıldıktan sonra, Kılıçdaroğlu ve çevresindeki belli kesimler, milliyetçi söylem yarışına girdikleri için yüzlerini kızartacak bir ayna kalmadı. Rahatlıkla “ülkücüleşebilecekleri” bir iklim var karşılarında. Onlar da girdabın yeni düzenine ayak uyduruyor. Bundan sonra da itiraz veya muhalefetlerinin egemen söylemin hudutlarından taşmayacağı anlaşılıyor.
 
Eleştirel gazeteciliğin yasaklanmasının nedeni hakikatin topluma ulaşmasından duyulan korku değil. Çünkü “toplum” hakikate ilgilenmiyor artık. İktidarın esas derdi, irili-ufaklı demokratik direnişlerin varlığını gizlemek. Suskunluk sarmalı, kimseden ses çıkmadığında daimileşir.
 
Kimse direnmiyor gibi gösterilmek isteniyor. Çünkü direnenin öyküsü müjde gibidir. Müjde yayılmasın, sadece seçilmiş kara haberler aktarılsın isteniyor. İktidarın önümüzdeki günlerde üzerinde en fazla çalışacağı nokta direnişleri görünmez kılmak ve bunun için de “milli İnternet’i” inşa etmek.
 
VAHŞİ CAZİBE
 
İlk kez CNN International’ın 1991’de Körfez Savaşı’nı Bağdat’tan canlı olarak aktarmasıyla insanlık yeni bir sürece girmişti. O tarihten beri “izleyici” insanlık vahşetinin hudutlarını görsel olarak merak etmekle kalmayıp görüntüleri talep de ediyor. Öyle olmasa, 2003 Irak işgali sırasında CNN Türk “Savaş CNN’de izlenir” şeklinde bir “reklam” yayınlar mıydı?
 
Bir beden nasıl parçalara ayrılıyor, nasıl yakılıyor, yakılanın, parçalananın tepkisi ne oluyor? İzleyicinin katliamın yapıldığı mekânda olmaması, dolayısıyla da eline kan bulaşmadığı yanılsaması, vahşetin seyirlik bir malzemeye dönüştürülmesini mümkün kılıyor. Fakat izlediğimiz görüntüler, ertesi gün devam ettiğimiz olağan hayatımızda yitip gitmiyor.
 
Vahşet görüntülerini seyirlik bir malzeme olarak izleyenler ve bunun da ötesine geçerek “fav”layanlar giderek pasif bir hınçla bezeniyor. Bu hınç da sanıldığı gibi vahşeti uygulayana karşı hissedilmiyor her zaman. Aksine, korkunç acılar içinde kıvranan kurbanın çaresizliğine duyulan bir nefret ve katile içten içe “yanaşma”, veya teslim olma duygusunu da tetikleyebiliyor.
 
İNTİKAMDAN HINCA GEÇİŞ
 
Max Scheler, “Hınç” (Ressentiment) kitabı bu konuda ufuk açıcı: “Eğer intikam ateşiyle yanan biri gerçekten eyleme geçer ve intikamını alırsa, eğer nefret dolu biri düşmanına zarar verirse, ‘aklını başına getirirse’ ressentiment (hınç) söz konusu olmayacaktır; hatta kızgınlığını başkalarının önünde açığa vurmakla kalsa bile yine ressentiment’dan kaçınabilecektir. Kıskanç kişi kıskançlığını çalışarak, takas ederek, çalıp çırparak ya da şiddet kullanarak elde etme arayışındaysa da ressentiment’ın etkisi altına girmeyecektir. Ressentiment ancak bu duygular özellikle güçlüyse ama yine de baş edilemeyeceği duygusuyla -ya fiziksel ya da zihinsel zayıflık ya da korku yüzünden- bastırılmak zorundaysa ortaya çıkabilir.”
 
Scheler’e göre intikam duygusu, alındıktan sonra biter. Oysa pasif bir duygu olarak hınç kişiyi veya toplumları içten içe kemirip zehirler.
 
IŞİD’in iki askeri yakarak öldürdüğüne dair görüntülerin paylaşılmaması ve izlenmemesi gerektiği kanaatinde olanlar ikiye ayrıldı.
 
İktidar çevresi, bu görüntüleri yayanların derhal şikâyet edilmesi ve hapse atılması gerektiğini ifade etti. Çünkü onlar bu görüntülerin, devleti acz içinde göstereceği kanaatindeydi ve bu konuda da haklıydı.
 
GÖRMEK İTİRAZ ETTİRİR Mİ?
 
Görüntülerin paylaşılmaması için “bizim mahalleden” gelen çağrıların sebebi tamamen başkaydı: Başkasının maruz kaldığı ölümcül acıyı seyirlik bir malzemeye çevirenlerin gösterdiği hedefi reddetmek. Bu reddiye, hakikatle yüzleşmekten kaçınma olarak okunamaz. Hakikati biliyoruz. Görmek yüzleşmeyi, itirazı beraberinde getirseydi, TSK mensuplarının ölü veya diri bedenlere yaptığı muameleye dair YouTube’da dolaşan yüzlerce video çoktan kaldırılmış olurdu.
 
İki askerin yakılmasına ait görüntülerin yayılmaması için YouTube’a erişimi kısıtlayan iktidar neden askerlerin çektiği vahşet videolarına erişimi kısıtlamıyor? Büyük olasılıkla vahşet görüntülerinin yıldırıcı gücünü kullanmak istediği için.
 
Vahşet görüntülerinin insanları isyana sevk ettiğine dair tez çoktan rafa kaldırılmalı. Vahşet  görüntüleri kuşatma altındakileri harekete geçirmez, teslimiyete daha da yaklaştırır. Sayısız IŞİD videolarından birinde, beş-on militan, yüzü aşkın kişiyi tek sıra halinde yürütüp tek tek infaz ediyor. Ama ölüme birkaç adımı kalan tek bir insanın bile son anda dönüp celladına bir yumruk sallamaması dikkat çekici. Çünkü onlar aslında öldürülmeden ölmüştür. Ölüme gidenin tepkisizliği, son saniyeye kadar celladının insafa geleceğine ilişkin beklentiden de kaynaklanabilir. Oysa celladın vicdanına yaslanmakla ölüme yaslanmak arasında bir fark yoktur.
 
İSPANYOL İSTİLACILARIN 500 YILLIK KEŞFİ
 
Tarihçi, Dominiken papaz, uluslararası hukuk ve insan hakları normlarının ilk savunucularından ve köleciliğe karşı çıkan ilk Avrupalı Bartoloméo de las Casas, 1502’de asker olarak gittiği Hispaniola Adası’nda İspanyol istilacıların vahşeti, milyonlarca yerliyi katledişlerini ayrıntılarıyla, uzun uzadıya anlatır “Yerlilerin Gözyaşları” kitabında.
 
“Bu Hristiyanlar, uzun bir direk ve bunun iki ucuna dik olarak tutturdukları kalaslardan oluşan idam düzeneklerine yerlileri on üçerli gruplar halinde astılar. Sonra astıkları yerlilerin altına yerleştirdikleri odunları tutuşturup hepsini diri diri yaktılar. On üçerli gruplar halinde asmalarının nedeninin, İsa ve on iki havarisini anmak olduğunu söylediler, ama aslında bu yaptıkları Tanrı’ya küfür etmekten başka bir şey değildi. Başka yerlileri de saman yığınlarının içinde topluca yaktılar. Ele geçirdikleri bazı yerlilerin sadece ellerini kestiler, bu kesilmiş elleri boyunlarına astılar ve ‘şimdi ötekilerin yanına gidin’ diyerek serbest bıraktılar.”
 
Devletlerin ve örgütlerin vahşetin yıldırıcı gücünü keşfi yeni değil. Nitekim Casas’ın aktardığı ve arkaik gibi görünen vahşet uygulamalarını, 500 yıl sonra, yanıbaşımızda, seyrediyoruz.
 
“Yanıbaşımız”dan kastım coğrafi bir mesafe de değil. Vahşetin yıldırıcı gücü bizi artık evimizde, bilgisayar veya telefon ekranımıza yansıyan videolar veya fotoğraflar üzerinden teslim alıyor.
 
İNKÂR MUTABAKATI
 
Casas’ın aktardığım paragraftaki son cümlesini tekrar hatırlayalım: “Ele geçirdikleri bazı yerlilerin sadece ellerini kestiler, bu kesilmiş elleri boyunlarına astılar ve ‘şimdi ötekilerin yanına gidin’ diyerek serbest bıraktılar.” İspanyolların bazı yerlilerin ellerini kesip boyunlarına asarak serbest bırakmasındaki amaç, IŞİD’in vahşet videolarını yaymasıyla aynıydı: Aynı acıya maruz kalmamış olanları dehşete düşürerek yıldırmak ve teslim almak.
 
Bazıları “bırakın da izleyelim” diyor. “Vahşeti izlemezsek, toplum buna karşı çıkamaz” diyorlar. Toplum… Scheler’in topluma dair olağanüstü tarifini not edelim: “Toplum dediğimiz şey cemaatlerin iç yapılarının dağılmasından doğan kalıntıdan, çöp yığınından başka bir şey değildir… Modern ahlak öz olarak bir ‘toplum ahlakıdır’ ve teorilerin çoğu da bu temel nosyona dayanır. Böylelikle, her insanın sorumluluğu, suçu ve meziyetinin kendisi ve eylemleriyle sınırlı olduğu ilkesi ortaya çıkmış, bütün asli ‘ortak sorumluluklar’ inkâr edilmiş olur.” İşte şu an tam da o inkârda mutabıkız.