Fotoğraf: MUHSİN AKGÜN

 

Neden
Prof. Mesut Yeğen, bir sosyolog olarak milliyetçilik, vatandaşlık ve en çok da Kürt meselesi üzerine çalıştı, çalışıyor. Bugüne dek yayımlanan ‘Devlet Söyleminde Kürt Sorunu’, ‘Müstakbel Türk’ten Sözde Vatandaşa Cumhuriyet ve Kürtler’, ‘Son Kürtler’ ve ‘İngiliz Belgelerinde Kürdistan’ başlıklı kitapları onun bu meselede ne kadar zihin açıcı ve yerinde analizler yaptığının basılı kanıtlarıdır. Prof. Yeğen’den son birkaç haftadır yaşadığımız olaylar silsilesini bizim için tercüme etmesini, çözüm önerilerini paylaşmasını istedim. Kendisi bu röportajda da görüntünün ardındaki gerçeği söze dökmek ve söylenemeyeni söylemek konusunda usta bir sosyal bilimci olduğunu gösterdi.


Leyla Zana’nın Hürriyet’e verdiği röportajı okuyunca ne düşündünüz?
Kafamda sorular oluştu: Leyla Zana bu açıklamaları Kürt siyasetinden birileriyle görüşerek mi yaptı? Yani birilerinin onayını olmasa bile, fikrini alarak mı yaptı? Türkiye dışından Kürt siyasetini temsil eden birilerinin görüşünü alarak mı yaptı? Yoksa tamamen kendi fikirleri miydi? 

Bir cevap bulabildiniz mi?
Sezgileriyle hareket edip böyle bir açıklama yapmış olabileceğini de düşündüm. Fakat bu ihtimallere dair belirgin bir cevabım yok. Hepsi bir arada olmuş olabilir. 

Bu çıkışı size göre önemli miydi?
Kesinlikle. Çünkü bu açıklamayı bir olaylar seti içinde değerlendirmek gerekiyor. BDP heyetinin ABD ziyareti, Kılıçdaroğlu’nun Kürt açılımı, Talabani’den gelen açıklama, Karayılan’ın Avni Özgürel’e söyledikleri… 

Bu olaylar setini bize tercüme edebilir misiniz?
Şu anda Kürt meselesiyle ilgili bir çalışma yapıldığını ve bu çalışmanın içinde ABD’nin, hükümetin, Irak Kürt yönetiminin ve bir şekilde BDP’nin olduğunu gösteriyor. Ama tüm bu unsurlar pürüzsüz biçimde bir uzlaşma içindedir de diyemem.
Bu tür müzakerelerin Oslo’da, İmralı’da yapıldığı da bilinmeyen bir şey değil. Yeniden bir çözüm yoluna girilmişti ve Karayılan röportajı da Leyla Zana’nın çıkışı da bunun bir parçasıydı diye düşünüyorum. Tüm bunların tesadüf olması bana zor görünüyor. 

Geçen hafta salı günü yaşanan ikinci Dağlıca baskını nereye oturuyor bu durumda?
Dağlıca derin bir analiz gerektiriyor. Bir ihtimal şu olabilir: PKK bir takım işlerin kotarıldığını görüyor ve bu sürece eli güçlü olarak girmek istiyor. Yani kış boyunca, hem eylemsizlik nedeniyle hem de almış olduğu darbelerden sarsılmış prestijini onaracak bir iş yapmaya kalkmış olabilir Dağlıca’yla. 

Prestij derken?
Yani bu sürece yenilmiş bir PKK olarak girmiyoruz intibaını vermek istemiş olabilirler. Ama bana daha güçlü gelen ihtimal şu:
PKK içinde bir kesim, Karayılan’a da Zana’ya da KDP’ye de “Barış istemiyor değiliz ama bizsiz barış olmaz” demek istemiş olabilir Dağlıca baskınıyla. ‘Biz’ dedikleri PKK’nın neyine ve ne kadarına tekabül ediyor bilmiyorum. Ama belli ki PKK’nin içinde bir kesim var ki “Bizi hesaba katmadan bu sürecin yetkinleşmesine izin vermeyiz” diyor. 

Size göre Dağlıca, Karayılan’a rağmen mi yapıldı?
Bence bu eylem hem ABD’ye, hem Türkiye’ye hem de Karayılan’a yönelik bir mesaj içeriyor. Böyle bir eylemin hazırlık sürecinin en az iki hafta olacağı söyleniyor. Diyelim ki eylem, karşımıza çıkan Karayılan ve Zana röportajlarından, CHP açılımından önce planlanmış olsun. Ancak açık ki, bu gelişmelerden sonra istenilse geri çekilebilirdi. Durdurulmadığına göre bir tür bu sürece katılma hali olarak okumak zorundayız. “Ben de bu imzayla katılıyorum” demek. 

Bu tür bir imzanın katılacak süreç bırakmama ihtimali?
Elbette, bu işi yapanlar bu ihtimali hesaba katmıştır. Ama sonuç beklenildiği gibi oldu mu emin değilim. 

Nasıl yani?
Başbakan’ın Meksika’daki açıklaması ilk etapta beklenen tepkiyi vermeyeceğini gösteriyor. Şaşırtacak denli soğukkanlı ve basiretliydi. BDP açıklaması da bence eylemi yapanların beklediği türden değildi. 

Ne bekliyorlardı?
Bu tür durumlarda siyasiler genellikle bir öfke patlamasına girer BDP de sessizlikle geçiştirirdi.
Bu defa böyle olmamasının iki muhtemel sebebi olabilir. Biri; sözünü ettiğim genel sürecin akamete uğramaması için soğukkanlı davranılmış olabilir-ki inşallah öyledir- ikincisi ise bu saldırı üzerinden Kürt siyasetini bölmenin peşine düşülmek isteniyor olabilir. 

Burada AK Parti’nin yapacağı kötü iş, Dağlıca üzerinden Kürt siyasetini bölmeye çalışmak olacaktır.
Kimi bölmekten bahsediyoruz tam olarak? BDP’yi mi?

Tabii. Sivil siyaset üzerinden önce BDP ardından PKK’nın bölünmesi. 

AK Parti bunu hangi araçlarla yapabilir?
Soğukkanlı açıklamalarla Kürt siyasetinden tek tek bireylerin ya da çevrelerin arkasına yığınak yapılırsa, bu hem Kürt siyasetinin legal alanındaki bir kısım kesim tarafından hem de PKK tarafından “Devlet bizi bölmeye çalışıyor” şeklinde okunacaktır. Bu da safların tahkim edilmesine yol açar. Dolayısıyla bu türden bir pespaye hesabın peşine düşmeden yapılmalı her ne yapılacaksa. 

BDP’yi bölmek gibi bir plan başlatılmış olabilir mi?
Bilmiyorum ama bir yol deneniyor. Buna karşı da PKK’nın içinde bir kesim ses veriyor. “Eğer bu yola düşülecekse bizi de katacaksınız” deniyor. Bence geçen seneki Silvan çatışması da böyle bir şeydi. Silvan’ın etkisi ne oldu bir düşünün. 

Ne oldu?
Öcalan’ın kayıtsız şartsız Kürt siyasetinin bir numaralı adamı olmasının sonunu getirdi. Çünkü Silvan’dan birkaç gün önce Öcalan “Tarihi bir antlaşmanın eşiğindeyiz” demişti. PKK o noktada Öcalan’a bir cevap verdi. Şunu hafifsemeyelim: Öcalan 12 senedir hapiste. Bir örgüt bu sürede epey bir şey biriktirebilir. Alışkanlıklar, yatkınlıklar… Öcalan’ın Kürt siyasetindeki etkisini yadsımıyorum ama PKK’da ona rağmen bir şey yapılabilir ve nitekim yaptı da. 

Şimdi de Karayılan’a karşı mı?
Öyle görünüyor. Hep beraber şunu anlamamız gerekiyor: PKK’nin içinde bir kesim devletin, işin doğasına uygun reformlar yapmadığını, KCK adı altına binlerce insanı içeri tıktığını ve PKK’ya da birşey önermediğini söylüyor. Eğer devlet kan akmamasını istiyorsa PKK’nın bu argümanlarını boşa çıkarmalı ki Kürt kitleler PKK’ya “Silahların bir anlamı kalmad” diyebilsin. Halbuki Dağlıca saldırısının olduğu gün ANF’de yayımlanan Bahoz Erdal’ın açıklamasını okuyan birçok Kürt ‘Evet Bahoz haklı’ demiş olabilir. Asıl mesele savaşmanın meşru görülmesi durumuna son vermek. 

Tam olarak ne yapılmalı sizce?
PKK’ya muhabbet duyan Kürtlerde “Ben devlet olarak bir şeyler yapıyorum, bana güvenin” duygusunu oluşturmak. İlk adım; bir af kampanyasının önünü açmak. Bana sihirli başlangıç buymuş gibi görünüyor. 

Kime af? KCK tutuklularına mı?
Daha kapsamlı bir şeyden söz ediyorum. CHP’nin ve AK Parti’nin bir araya gelip hem PKK’ya, hem Ergenekon’a hem de Balyoz’a dönük bir salıverme programı hazırlamaları lazım.

Ergenekon ve Balyoz’un konumuzla ne ilgisi var?
İlgisi şu: Sadece PKK’lılara yönelik bir salıverme kamuoyunu çok rahatsız edecektir. Kılıçdaroğlu’nun bunu tabanına anlatması ancak bu şekilde bir af sistemiyle mümkün olabilir. Çünkü CHP’nin tabanının önemli bir kesimi Ergenekon ve Balyoz tutuklularının salıverilmesinden memnun olur. Bu da CHP’nin çözüme aktif katılımını kolaylaştırır. 

PKK-Balyoz-Ergenekon affını AK Parti tabanına nasıl anlatacak?
Ak Parti tabanında büyük bir mesele edileceğini zannetmiyorum. Muhafazakâr tabandan ziyade, Gülen Cemaati’nin profesyonelleri maraza çıkaracaktır. Fakat başından beri söylediğim şey şu; Dağlıca eğilimini engellemenin yolu Kürt kitlelerini ikna etmekten, onlara güven vermekten geçiyor. Bu tabii ki kolay olmayacaktır. Ama başarılabilirse, Kürtlere PKK’nın bu eylemlerinin manasız olduğu gösterilmiş olur; Kürt kitlelerinin her durumda PKK’nın ardında kalma durumunun önüne geçilmiş olur. Bunun için de önce böyle bir affın peşine düşülmesi, ardından reformların yapılması gerekiyor.
Sündürme, süründürme siyaseti çare değil. Eğer devlet Kürt meselesini bu meselenin doğasına, hacmine uygun biçimde çözmekte samimiyse bunları yapmalı. Hatta sadece bu adımları atacağını beyan etmesi bile ilk etapta yetebilir. Bir; af. İki; anadilde eğitim. Üç; yerelleşme. 

Seçmeli ders olarak Kürtçeyi bu sırada gündeme alması iyi niyet beyanı olmaz mı?
Sündürme, süründürme siyaseti derken tam olarak bundan bahsediyordum. Bu siyasetin bir başka adı da ‘uzun vadede bu işten sıyırabilir miyiz’ siyasetidir. Bu işi yayarak, uzun vadede Kürtlerin Kürtlüğünü inceltebilir miyiz siyasetidir.
Bakın, kimse aptal değil. Eğer sen bana Kürtçeyi seçmeli ders olarak öneriyorsan benim Kürtlüğümün 20 sene sonra devam etmesini istemiyorsun der sıradan bir Kürt vatandaş. Osman Baydemir’in (Diyarbakır Belediye Başkanı) de söylediği gibi artık çocuklar bir noktadan sonra ister istemez Türkçe konuşmaya başlıyor. Dolayısıyla her Kürt biliyor ki, eğer çocukları Kürtçe eğitim veren okullara gitmezse Türkleşecektir. 20 sene sonra, Türkçe bilmeyen anneler tarafından bugüne aktarılan Kürt dilinden eser kalmayacak. Devlet de bunu biliyor tabii.

TEK ULUSLU DEVLET İSTİYORSAN O HAKLARI VERMEZSİN
Devlet için anadilde eğitim hakkı vermemenin rasyonalitesi nedir?
Vatandaşlarının esas olarak Türklerden ve Türkleşmişlerden oluştuğu merkeziyetçi bir devleti muhafaza etmek istiyorsanız bunları zinhar yapmamalısınız. Çünkü anadilde eğitimi ve bölge içinde bir özyönetimi kabul ettiğinizde Türkiye’de Türkler ve Kürtler şeklinde iki ulusal kimlik durumu oluşur. 

Var zaten?
Var ama siz bunu legal olarak da kabul edecek misiniz, soru bu. Var dediğiniz şey sosyolojik bir realite olarak var. Ki, devlet elindeki tüm araçlarla bu sosyolojik realiteyi de inceltme politikası güdüyor on yıllardır. Eğer ademimerkeziyetçi bir düzenlemeye gider, anadilde eğitim hakkını verirseniz, Türkiye’nin güneydoğusunda Kürtlerin yaşadığı ve Kürtlerin yönettiği bir bölge ya da bölgeler olur. Başlarında da sizin atadığınız ve her şeye muktedir bir vali olmaz. 

Böyle devam edecek yani?
Neden devam etmesin ki? Devlet kendisini solcuların ve liberallerin gözünden mi tahlil ediyor sanıyorsunuz? Devlet, Osmanlı ‘mezbelesine’ bakıyor ve iyi bir iş çıkardığını düşünüyor aksine. Bir tarafta Ermenilerin, bir tarafta Rumların, bir tarafta da Kürtlerin epey bir nüfus oluşturduğu büyük bir coğrafyanın büyük kesimini yekpare Türkleştirmiş olduğundan, hiç fena iş yapmadım diye düşünüyordur devlet. Biraz daha dişimizi sıkarsak Kürtleri de tamamen hallederiz diyordur bu devleti idare edenler. 

E bu fikrinde diretirse Kürtler nezdinde ne olur?
30 yıllık çatışma var ardımızda ama bir 30 yıl daha bu tempoda devam edemeyiz herhalde. Kürtler ilanihaye “Her ne yaparsanız yapın biz sizinle yaşamak istiyoruz” demeyecektir. Nitekim geçen seneden başlayarak BDP ve PKK çevrelerinde başka türden ihtimaller terennüm edilmeye başlandı. 

Kürtlerin ayrılmasından mı bahsediyorsunuz?
Ayrılık… Irak Kürdistanı’yla birleşme… Halbuki 1993 yılından beri Kürt siyaseti “Türkiye’yle birlikte yol almak istiyoruz” diyordu. Bir bakarsınız, birşeyler zaten çoktan biryerlerde birikmiştir ve küçük bir olay bu birikenleri tek bir mecraya toplar. Bu kesinkes olur mu ya da ne zaman olur bilemem ama Van depremi ve Uludere katliamı bu türden şeylerin olabileceğini fazlasıyla gösterdi. Ne zaman olur bilemem. Ama ‘Sıtkımız sıyrıldı’ denmesi ihtimali hiç de zayıf değil diyebilirim. Özellikle 20 yaş altı Kürt gençlerine kulak kabartırsanız bunu daha iyi görürsünüz.