Hrant Kasparyan / Demokrat Haber

İnsan Hakları Derneği (İHD) Tuzla’da bulunan Ermeni yetimhanesi Kamp Armen’in Ermeni toplumuna iade edilmemesi ve bu konuda yaşanan mülkiyet hakkı ihlali hakkında Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’na yazılı olarak başvuruda bulunduklarını açıkladı.

İHD Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon konuya ilişkin olarak yaptığı açıklamada, verilen vaatler ve sözlü taahhütlere rağmen Kamp Armen’in asıl sahibi olan Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na hâlâ iade edilmediğine dikkat çekti.

İHD İstanbul Şubesi’nde bugün düzenlenen toplantıyla Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’na yapılan resmi başvuru hakkında detayları kamuoyuna açıklayan İHD Merkez Yürütme Kurulu Üyesi avukat Eren Keskin, Müslüman olmayan toplumların vakıf mülklerine el konulmasıyla Anayasa’nın ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ile Lozan Antlaşması’nda yer alan hükümlerin açıkça ihlal edildiğine dikkat çekti.

Kamp Armen ile ilgili yaşanan hak ihlaline ilişkin Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu nezdinde girişim başlattıklarını anlatan Eren Keskin, Kamp Armen bağlamında Türkiye’nin üyelik başvurusu yaptığı Avrupa Birliği (AB) kriterlerini de ihlal ettiğini söyledi. 

Kamp Armen’in gasp edilme sürecine ilişkin Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’ne rapor sunduklarını açıklayan avukat Keskin, Türkiye’nin AB süreci kapsamında vakıf malları konusunda reform yaptığını iddia ettiğini ancak hak ihlallerine gerçek anlamda çözüm getirilmediğini söyledi. Yapılan kısmi iyileştirmelerle el konulmuş olan mülklerin sadece yüzde 10’unun iade edildiğini belirten Eren Keskin, “Azınlık vakıflarının gasp edilmiş bütün taşınmazlarının iade edilmesi evrensel insan hakları hukukunun gereğidir” dedi.

“REFORM ADI ALTINDA YAPILANLAR ÇÖZÜM ÜRETMİYOR”

Kamp Armen’in Ermeni toplumuna iade edilmesini talep eden avukat Eren Keskin açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1974’ten bu yana Müslüman olmayan toplumların vakıflarına el koyuyor. Okulların, kiliselerin, sinagogların, hastanelerin, mezarlıkların ayakta kalmasını ve hizmet vermeye devam etmesini sağlayan, vakıflara ait bu taşınmazlardan elde edilen gelirdir. Ermenilerin, Rumların, Yahudilerin, Süryanilerin birer toplum olarak varlıklarını sürdürmesi buna bağlıdır. Bir devlet politikası olarak vakıf taşınmazlarına el koymak, bu halkların örgütlü toplumsal varlıklarını, zaman içinde yok olma tehlikesi ile karşı karşıya bırakmak demektir.

Avrupa Birliği’ne katılım sürecinde, mecburen reform adı altında iyileştirmeler ilan edildi; ancak bu hak ihlaline gerçek anlamda bir çözüm getirilmedi. Yalnızca gasp edilerek Hazine’ye geçen taşınmaz malları kapsayan bir düzenlemeye gidildi. Mevcut Vakıflar Kanunu gerekçe gösterilerek, gasp sonucu üçüncü şahısların eline geçenler ise kapsam dışı bırakıldı. Ancak Hazine’ye geçenlerin de yalnızca yüzde 10’u iade edildi. Vakıflar Kanunu’nun derhal değiştirilerek -yaygın tanımıyla- “Azınlık Vakıfları”nın gasp edilmiş bütün taşınmazlarının iade edilmesi evrensel insan hakları hukukunun gereğidir.

Bu hak ihlalinin yüzlerce örneğinden biri olan Kamp Armen’de 55 gündür tarihe geçecek bir direniş sürüyor. İlk kez Müslüman olmayan toplumlara ait gasp edilmiş bir taşınmaz için sivil toplum harekete geçti, devlet eliyle hırsızlığa karşı sadece sözle, yazıyla değil, eylemle karşı çıktı ve karşı çıkmaya, tüm zorluklara rağmen, devam ediyor.

“ULUSLARARASI ANTLAŞMA VE SÖZLEŞMELER İHLAL EDİLİYOR”

Biz İnsan Hakları Derneği Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon olarak konuyu Avrupa Konseyi ve Avrupa Parlamentosu’na taşıyoruz. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri’ne ve Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü’ne birer mektup yazdık.

Mektubumuzda Kamp Armen’in tapusunun Ermeni toplumuna iade edilmemesinin ağır bir insan hakları ihlali olduğunu ve Türkiye’nin taahhüt ettiği Avrupa Birliği’ne katılım kriterlerini yerine getirmediğini anlattık. Türkiye’nin altına imza attığı ve ülkenin anayasası dahil ulusal yasalarının da üstünde yürürlük gücüne sahip olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 14. maddesinde şöyle deniyor: “Bu Sözleşmede tanınan hak ve özgürlüklerden yararlanma, cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasal veya diğer kanaatler, ulusal veya sosyal köken, ulusal bir azınlığa mensupluk, servet, doğum veya herhangi başka bir durum bakımından hiçbir ayırımcılık yapılmadan sağlanır.” Türkiye bu maddede tanımlanan, “ırk ayrımcılığı yasağı”nı açıkça ihlal ediyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu belgesi olarak kabul edilen Lozan Antlaşması’nın 42. maddesinde “Türk Hükümeti, söz konusu azınlıklara ait kiliselere, havralara, mezarlıklara ve öteki din kurumlarına tam bir koruma sağlamayı yükümlenir. Bu azınlıkların Türkiye’deki vakıflarına din ve hayır işleri kurumlarına her türlü kolaylıklar ve izinler sağlanacak ve Türk Hükümeti, yeniden din ve hayır kurumları kurulması için bu nitelikteki öteki özel kurumlara sağlanmış gerekli kolaylıklardan hiçbirini esirgemeyecektir” hükmü bulunuyor. Türkiye kuruluşundan bu yana, Lozan Antlaşması’nın “Azınlık Hakları”nı düzenleyen bütün maddelerini olduğu gibi, bu maddeyi de açıkça ihlal etmekte. Kamp Armen bunun somut örneği.

Yapılan, mülkiyet hakkının güvence altına alındığı, Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi 1 No’lu Ek Protokol’ün de ihlalidir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 1993 yılında Avrupa Konseyi’nin belirlediği Avrupa Birliği’ne tam üyelik için başvuran ülkelerin uyması gereken kriterleri yerine getireceğini taahhüt ettiği için Avrupa Birliği “aday adaylığı” statüsünü kazanmıştır. Söz konusu kriterlerin, ‘siyasi kriterler’ olarak tanımlanan bölümünde, 4 ana başlık sayılmıştır. Bunlar, (i) İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması; (ii) Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü; (iii) İnsan haklarına saygı ve (iv) Azınlıkların korunmasıdır. Türkiye bugün bu kriterlerin hiçbirini yerine getirme iradesi göstermemektedir. Kamp Armen özelinde “Azınlık Vakıfları”na yönelik uygulamalar, yalnızca “Azınlıkların korunması” şeklinde formüle edilen dördüncü kriterin doğrudan ihlali değildir, aynı zamanda diğer üç kriterin de yerine getirilmediğinin göstergesidir. Yapılan, Türkiye’de “kurumsallaşmış bir demokrasi”nin olmadığının, “hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü”nün gerçekleşmemiş olduğunun; “insan haklarına saygı” gösterilmediğinin de açık kanıtıdır.

İnsan Hakları Derneği olarak, Kamp Armen’in tapusunun derhal Ermeni toplumuna iadesini sağlamak için gerekli bütün girişimlerde bulunmayı ve konuyu uluslararası platforma taşımayı görev bildik. Türkiye yalnızca ulusal hukuka değil, kendisini bağlayan uluslararası hukuka uymakla da yükümlüdür.