Ankara Sincan Cezaevi'nde tutuklu bulunan eski HDP Grup Başkanvekili ve İmralı Heyeti üyesi İdris Baluken, Türkiye'deki gelişmeleri ve çözüm sürecinin bozulmasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

"HDP’nin üçüncü yol paradigmasını ileri çıkarmasına ya da daha doğru tanımlamayla toplumu buna inandırmasına ihtiyaç vardır" diyen Bluken, “Çözüm sürecindeki barış çabalarının değerlendirmesini, konjoktürel siyasi atmosfer ya da verileri yargısal mekanizmalara göre yapmaya zül addederim.  Adalet terazisinin siyasi kılıçla tuzla buz edildiği bir ortamda barış çabalarına hakkaniyetli bir yaklaşım beklemek gerçekçi olmaz. Önemli olan bu çabaların tekil anlamda bireysel vicdanlarda, kolektif anlamda ise toplumun ya da insanlığın ortak vicdanında açığa çıkardığı yargılardır. Gerçeği ve hakikati açığa çıkaracak asıl teraziler buralardır. Savaş-barış denkleminde bireylerin, toplumların, ya da insanlığın ortak vicdanında başınızı dik, yüzünüzü ak tutabiliyorsanız gerisi zaman içinde tamamlanır” dedi.

Yeni Yaşam gazetesinin sorularını yanıtlayan Baluken'in Ramazan Bayramı öncesi gönderilen bazı sorulara verdiği cevaplar şöyle:

Üç Kırık Dal ve Poko aldı romanlarınız çıktı. İlgiyle de karşılandı. Edebiyata merakınız hep var mıydı?

Hapishane sisteminin üzerine oturtulduğu, eziyet ve can sıkıntısı hararetinden, yaratı ateşinin kıvılcımlarını çıkarmak sanırım en çok yazı sayesinde mümkün oluyor...

Edebiyata karşı kendi pozisyonumu, oldum olası meraklı bir okuyucu üzerinden tanımlayabilirim. Dışarıdayken, gerek tıp eğitimi ve doktorluk mesleğinin yoğunluğu, gerekse de siyasi çalışmaların yoğun temposu bu alanla ilgili planlamalardan beni hep alıkoydu. Hapishane ortamı, bu açıdan merak edilen yazar ya da kitaplarla daha fazla buluşmaya vesile oldu. Yazma hevesi ya da yazma serüvenini ise zihinde ve yürekte biriktirilen fikirlerin, hislerin, hayallerin paylaşılma isteği üzerinden tanımlamak mümkün. Yazının kendine has bir tılsımı var. Öyle ki bir süre sonra yazmak ile yaşamak iç içe geçip, bütünleşebiliyor. Biri olmadan diğeri eksikmiş gibi bir duygu oluşturuyor. Bu duyguyla tanışan birinin yazmaktan vazgeçmeye kalkışması, yaşamaktan vazgeçmiş gibi bir hisse kapılmasına neden oluyor. Tıpkı, yaşamak gibi yazmak da umudun ve iradenin direngen bir eylemi haline geliyor. Hapishane sisteminin üzerine oturtulduğu, eziyet ve can sıkıntısı hararetinden, yaratı ateşinin kıvılcımlarını çıkarmak sanırım en çok yazı sayesinde mümkün oluyor...

'GERİSİ ZAMAN İÇİNE TAMAMLANIR'

Siz devletin onayı ve talebi ile İmralı Heyeti'nde yer alarak çözüm sürecinde aktif rol oynadınız. Ama şimdi bu suçlama konusu yapılıyor. Bu konuda ne söyleyebilirsiniz?

Zweig tarihte aklın ve barışın ağır bastığı dönemlerin kısa ve geçici olduğunu söyler. Bu tespit doğru olmasına rağmen böylesi süreçler insanlık tarihinin vicdanında barışın önemi ve değerini ortaya koyma, yaşam-barış diyalektiğinin bilincini açığa çıkarma açısından muazzam öneme sahiptirler. Savaş makinalarının kanla çalışan çarkları ancak böylesi süreçlerin devreye koyduğu çomaklar sayesinde durdurulabilmiştir. Savaş dışında başka çözümlerin ve yaşamların olabildiği inancı bu süreçler sayesinde gelişmiştir. Buradan hareketle çözüm sürecindeki barış çabalarının değerlendirmesini, konjoktürel siyasi atmosfer ya da verileri yargısal mekanizmalara göre yapmaya zül addederim.  Adalet terazisinin siyasi kılıçla tuzla buz edildiği bir ortamda barış çabalarına hakkaniyetli bir yaklaşım beklemek gerçekçi olmaz. Önemli olan bu çabaların tekil anlamda bireysel vicdanlarda, kolektif anlamda ise toplumun ya da insanlığın ortak vicdanında açığa çıkardığı yargılardır. Gerçeği ve hakikati açığa çıkaracak asıl teraziler buralardır. Savaş-barış denkleminde bireylerin, toplumların, ya da insanlığın ortak vicdanında başınızı dik, yüzünüzü ak tutabiliyorsanız gerisi zaman içinde tamamlanır. Emekler-gayretler er ya da geç muhakkak layıkıyla tanımlanır. Barış adına ebedi olarak lanetli hale gelmektense konjonktürel olarak suçlanmak yeğ tutulur. Tarih böylesi süreçlerde güncel olarak suçlanan nice örneği, ebedi erdemliler sınıfına dahil etmiştir. Barış adına çaba gösterenlerin uğradığı haksızlıklar bir yönüyle insanlığı daha büyük haksızlıklardan korumuştur demek yanlış olmaz.

'MODEL ÖNEREBİLECEK BİR BARIŞ FORMÜLÜNÜ YAKLAMA ARZUSU'

İmralı'da PKK lideri Abdullah Öcalan'la yaptığınız görüşmelerde sizi şaşırtan, siyasi gündemlerin altında ezilen dipnotlar var mı? Biraz anılarınızdan bahsetseniz?

Yakıcı ve yaşamsal öneme haiz bir süreçten geçildiği için, kanımca çözüm sürecindeki görüşmelerden öne çıkarılması gereken hususları, anı anlatılan veya dipnot hatırlatmalarından çok, ana eksendeki kritik mesajlara odaklanmakta fayda var. İmralı'da yürütülen tartışmaların tümünde Kürt meselesi, Türkiye’nin demokratikleşmesi konularının, bölgesel ve küresel emperyal planlardan arındırılarak, bu topraklara ait gerçek ve kalıcı bir çözüme kavuşturma çabası vardı. Bölge halklarına ve Ortadoğu coğrafyasına örnek teşkil edebilecek, model önerebilecek bir barış formülünü yakalama arzusu, bütün tartışmaların odağındaydı. Kendi sorun alanlarımızı kendi aramızda konuşarak halletmeyi başarsaydık, bugün ne ülke içinde yaşanan acılar söz konusu olurdu, ne de bölgesel düzeyde yaşanan sancılar. Üstelik Ortadoğu coğrafyasına dair emperyal plan ve heveslerin, kapsamını genişlettiği bir süreç de gelişti.

Bu anlamda heyetimizin, Sayın Öcalan ve devlet heyeti ile yürüttüğü tartışmalar, bu tartışmalar sonucunda ortaya çıkan yaklaşımlar güncelde yaşanan yakıcı sürece karşı etkin bir ön alma girişimiydi. Yanlış yaklaşım ve değerlendirmeler, hem Kürt meselesinin boyutlanarak uluslararası platformlara daha fazla taşınmasını, hem de Türkiye’nin bölgesel ve küresel düzlemde gücünü yitirerek yalnızlaşmasını beraberinde getirdi. Demokrasi, adalet, hukuk devleti, ekonomi gibi pek çok alanda yaşanan çöküntülerin miladını da rasyonel yaklaşan her akıl rahatlıkla çözüm sürecinin bozulma aşamasından başlatabilir. Bu gerçekler ortadayken, hala Kürt meselesi ve savaş gerçekliğinin en az tartışıldığı yerin iç kamuoyu ve TBMM olması, insanı oldukça üzüyor. Buradan süretle çıkmak, bu çıkmazı hızla aşmak gerekir. Güncel siyasetin de sorunların ana kaynağına odaklanma yerine, tali konularda birbirine laf yetiştirme sığlığından sıyrılması elzemdir. Kaybedilecek tek bir anı, toprağa düşecek tek bir canı, göz pınarları kurumuş tek bir anayı kendine dert etmeden ülkeyi ve bölgeyi düze çıkarmak mümkün değildir.

'HDP ANGAJE OLMAYA MUHTAÇ KONUMDA GÖRÜLMEMELİ'

Şimdi de HDP'nin kapatılması kampanyası yürütülüyor? Nasıl okuyorsunuz? HDP nasıl yanıt verebilir?

Türkiye demokrasi mücadelesinin Kürt siyasi hareketinin yasaklanma arayışlarına yabancı değiliz. Defalarca denenmiş ve sonuç alması mümkün olmayan bir yöntemle, bugün de her iki mücadele damarını bağrında taşıyan HDP susturulmak isteniyor. HDP şahsında demokratik siyaset alanı, ülkedeki tüm ezilenler bir nevi kapatılmaya çalışılıyor. Demokratik siyasi alanın daraltılması gayretlerine verilebilecek en anlamlı yanıt bu alanın mümkün olduğunca genişletme çabasıyla aşılabilir. Bu sürecin hukuki dayanaktan yoksun, siyasi hedefleri önceleyen yaklaşımlarla şekillendiğini toplumun geniş kesimleri görüp, değerlendirebiliyor. O zaman yapılması gereken asıl şey de bu kesimlerle buluşup, ortaklaşmayı gerektiriyor. Mümkün olan en kapsamlı mücadele hattının örülmesi durumunda, siyasal, hukuksal, toplumsal, sosyal reflekslerin görünür kılınması ve bunların sonuç alıcı tavırlara dönüştürülmesi başarılabilinir. Bunun için de HDP’nin üçüncü yol paradigmasını ileri çıkarmasına ya da daha doğru tanımlamayla toplumu buna inandırmasına ihtiyaç vardır. Irkçılık düzeyine varan milliyetçilik faaliyetleriyle, iki ana siyasi aksın dışında, çözümün gerçek adresini bütün topluma göstermek HDP’nin en başat görevi olarak öne çıkıyor. Pragmatik düzeyi aşmayan seçim ittifakı temelli yanlış algıları düzeltmek, bunun yerine programatik ve ilkesel düzeyde gerçek bir çözümün yol haritasını, tutum belgesini olgusal olarak topluma sunmak işleri kolaylaştırabilir. Ezilen toplumsal kesimlerin hiçbir yerinde, HDP angaje olmaya muhtaç bir konumda görülmemeli, tam tersine geleceğe dair aydınlığın tohumlarını bağrında taşıyan öncü bir misyonla değerlendirilmelidir. Bunun başarılması, bütün tasfiye konseptinin boşa çıkarılmasının reçetesidir.