İktidarın Kürt sorununu güvenlikçi politikalarla çözme ısrarının Türkiye’deki herkesi etkilediği koşullarda HDP’nin "Barışa Çağrı Deklarasyonu"nun önemine dikkati çeken isimler, “nefes alınabilir bir ülke için” bu çağrının herkes tarafından sahiplenmesi gerektiğini söyledi. 
 
Ekonomik krizin dibe vurduğu, Kürt sorununa dair çözümsüzlüğün derinleştiği, ırkçılığın ayyuka çıktığı ve Koronovirüs salgını nedeniyle insanların kaygı ve korkuya saplandığı bir dönemde Halkların Demokratik Partisi (HDP), bunlar ve daha birçok soruna çözüm bulmak için 1 Haziran’da ‘Demokratik Tutum Belgesi’ni açıkladı. Bu kapsamda tüm engellemelere rağmen 3 ay boyunca sürdürdükleri eylem ve etkinliklerde halk ile birlikte mevcut sorunlara çözüm bulmaya çalışan parti, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün arifesinde ‘Barışa Çağrı Deklarasyonu’nu yayımladı. 

Kamuoyu ile paylaşılan metinle, ülkedeki çıkmazın ana sebebinin Kürt sorunu olduğunu ve bu sorunun bütün yurttaşlarını etkilediğinin altı çizilerek, toplumsal barışın sağlanması için PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Kürt sorununun demokratik yollarla çözülmesi gerektiği konusunda tüm demokratik kesimlere bir araya gelme çağrısı yapıldı.

Mezopotamya Ajansı'ndan Naci Kaya, çözüm sürecinin sonlandırılması ardından ülkenin bugün içerisinde bulunduğu tablo ve bundan çıkış yoluna işaret eden HDP’nin barış çağrısını alanlarında uzman isimlerle konuştu. 
 
YOLERİ: NEFRET VE IRKÇILIK KÖRÜKLENDİ
 
Türkiye’nin hemen her dönem hak ihlallerin yaşandığı bir ülke olduğunu dile getiren İnsan Hakları Derneği (İHD) İstanbul Şube Başkanı Av. Gülseren Yoleri, hak ihlallerinin en sık OHAL, sıkıyönetim ve darbe dönemlerinde yaşandığını belirtti. Yoleri, çözüm sürecinde ise barış dilinin geliştirdiği atmosferden dolayı hak ihlallerinde görece bir gerilemenin yaşandığını ifade etti.  
 
Çözüm sürecinin bitirilmesinin ardından her şeyin ters yüz olduğunu söyleyen Yoleri, çözüm sürecinden Temmuz 2019’a kadar ki döneme ilişkin hazırladıkları raporun bu kötü gidişatı net bir şekilde gösterdiğini vurguladı. 

Yoleri, “Çözüm surecinde ifade özgürlüğü, demokratik hak olarak tanımlanan faaliyetler ‘terör faaliyeti’ sayıldı. Süreçte devletin resmi ilişki geliştirdiği kurumlar ‘terör örgütü’ olarak nitelendirdi. Uzun suren sokağa çıkma yasakları, yıkılan yakılan kentler, katliamlar, işkenceler,  gözaltılar, tutuklamalarla devlet, Kürtlerde oluşan barış umudunu yerle bir etti” dedi. 
 
Yaşanan tabloya bakıldığında HDP’nin çağrısının çok değerli olduğunu kaydeden Yoleri, bu konuda şunları söyledi: “Bugüne baktığımızda barış talebinin güçlendirilmesi oldukça öncelikli bir öneme sahip. Ancak hak ve özgürlükler konusunda yaşadığımız sorunların ana kaynağı devlet/ sistemin kodlarında. Bu yüzden de hiçbir sorun, ki buna Kurt meselesi, kadına yönelik şiddet, tecrit, işkence, adaletsizlik ve işsizlik dahil, tek başına gerçek bir çözüme kavuşturulamaz. Bu nedenle de toplumsal güçlerin temel meselelerde bütüncül bir yaklaşımla ve birlikte mücadeleyi örgütlemesine, iktidarı hak ve özgürlükler, barış yönünde tutum geliştirmeye zorlamasına ihtiyaç var.”

MÜFTÜOĞLU: GÜVENLİKÇİ POLİTİKLARLA EKONOMİ FELÇ EDİLDİ

Türkiye’de yaşanan ekonomik krizin ana sebebinin Kürt sorununun güvenlikçi politikalarla çözme ısrarı olduğunu söyleyen Ekonomist Özgür Müftüoğlu da, çözüm sürecinin ardından yaşanan gelişmelerle iktisadi anlamda yaşanan değişimlerin bu durumu kanıtladığı ifade etti. 
 
Çözüm sürecinin ardından savunma harcamaları, işsizlik oranındaki artış, yabancı sermayenin yatırım yapmaktan uzaklaşması, yüksek enflasyon alanında yaşanan artışların ekonomiyi felç ettiğini ve bütün yurttaşların bu durumdan etkilediğini dile getiren Müftüoğlu, bu anlamıyla HDP’nin ‘Demokratik Mücadele Progamı’nda yaptığı tespitlerin doğru olduğunu kaydetti.

Barışın yalnızca HDP’nin sorunun olmadığını belirterek, “Güvenlikçi politikalar bütün toplumu olumsuz yönde etkiliyor” diyen Müftüoğlu, HDP dışında kalan muhalefet partilerinin barış politikalarında somut adımlarının olmamasını eleştirdi. 

Müftüoğlu, barış talebinin toplumsallaşması dahilinde çöküşte olan ekonomide iyileşmelerin olacağı öngörüsünde bulundu.

KENTEL: BİTMEYEN TRAVMA…

Türkiye’deki çatışma ortamını “sürekli ve bitmeyen bir travma hali” olarak tanımlayan Prof. Dr. Ferhat Kentel ise, güvenlikçi politikaların topluma yansıması üzerinde durdu. Kentel, mevcut durumu “Sadece ellerinde silahlarla çatışan kesimler değil, ellerinde silah olmasa bile, birbirlerine diş bileyen kesimler epey bir hakim oldular hayata… Yani insanları kolayca yönetebilmek, manipüle edebilmek, korku eşliğinde yeni kutsal yaratıklara inandırmak artık çok daha kolay. Demokrasiden uzaklaşıp, hamaset üzerine kurulu, sekülerleşmiş bir din ya da dinselleşmiş bir sekülerlik inancına sinekler gibi yapışan insanlarla totaliter yapılar çok daha kolaylaşmış oluyor” sözleriyle açıkladı. 
 
Böylesi bir atmosferde HDP’nin çağrısının anlamlı olduğunu ve toplumun yaşadığı travmalardan çıkabilmesi için bu çağrının yankı bulmasının çok faydalı olacağını dile getiren Kentel, şunları ekledi: “Ama ne yazık ki devletleşmiş AKP (ya da AKP’leşmiş devlet) cenahından gelen bitmez tükenmez manipülasyon faaliyetleri karşısında HDP izole edildi. Sanıyorum, yapılması gereken şey bu insanlarla bitmez tükenmez bir şekilde irtibat yollarını kurmaya çalışmak ve barışın savaştan daha mantıklı ve duygusal olarak daha zengin ve sağlıklı olduğunu göstermek olmalı.” 

EKMEZ: YAŞAM HAKKI KUTSALDIR

Savaş karşısında duran bir meslek grubu olarak, daha önce savaşın bir halk sağlığı sorunu olduğunu defalarca dile getirdiklerini söyleyen İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Murat Ekmez de, “Maalesef ki iktidarlar, dönem dönem iktidarda kalmalarını savaş politikaları üzerinde kuruyorlar. O yüzden barış konusunda daha cesur olmak gerekiyor. İnsan yaşamından daha kıymetli ve kutsal bir şey yok” dedi.

Yaşamlarımızın bu kadar şiddet sarmalının içinde olduğu bir dönemde herkesin daha sorumlu davranması gerektiğini önemle vurgulayan Ekmez, “Farkında değiliz ama bu savaş politikaları hepimizi psikolojik, maddi ve manevi bir şekilde etkiliyor. O nedenle her bireyin barış konusunda bir tutum geliştirmesi ve daha katılımcı bir şekilde barış talebini dillendirmesi gerekiyor” diyerek, sivil toplum kuruluşlarına ve siyasi partilere savaşa karşı bir barış cephesinde buluşmaları çağrısında bulundu. 

AKSU: SADECE KÜRTLERİN TALEBİ OLMAMALI

Ekoloji aktivisti Cemil Aksu ise, savaş ve güvenlikçi politikalarının doğanın tahrip ve talan edilmesine doğrudan etkilerine işaret etti. Bölge kentlerinde yaşanan orman yangınları, baraj kurma gerekçesiyle doğanın tahrip edilmesi, tarım ve hayvancılığın bitirilmesinde ana sebebinin güvenlikçi politikalar  olduğunu söyleyen Aksu, ekoloji hareketlerinin temel talebinin barış olduğunu, bir anlamıyla savaşa karşı çıkmanın ekoloji hareketlerinin DNA’sında olduğunu vurguladı.
 
Savaşı kurşun sesi, barışı ise kuş sesi olarak tanımladıklarını sözlerine ekleyen Aksu, “Barış talebi sadece Kürtlerin talebi değil, demokrasi isteyen, işçi-emekçinin, meralarının ve tarım alanlarını şirketlerce talan edilmesine karşı çıkanların talebidir. O açıdan biz ekolojisteler de barış talebini bütün toplumun nefes alabileceği bir talep olduğunu düşünüyoruz. Nefes alınır bir Türkiye için, herkesi bu çağrıya sahiplenmeli" dedi.