Gazeteci Hasan Cemal, “Bu memlekete demokrasi dıştan gelmeyecek.AB’den, ABD’den gelmeyecek. Demokrasi bizim işimiz. Demokrasiyi kurmak kendi iç işimiz. Kendi ellerimizle kurmak zorundayız demokrasi ve hukukun üstünlüğü düzenini bu memlekette” ifadelerini kullandı.

Hasan Cemal’in t24’te yayınlanan, “Führer ya da Reis düzeni” başlıklı yazısı şöyle:

Avrupa Parlamentosu Başkanı Schulz, “Avrupa Birliği artık sessiz kalmamalı!” diyor.

Sonra da ekliyor:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın politikaları Avrupa değerleriyle bağdaşmıyor ve bu durum Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini sadece zora sokmuyor, imkânsız hâle getiriyor.”

Britanya Başbakanı Cameron, Erdoğan’la birlikte Türkiye’nin AB’den ne kadar büyük bir hızla uzaklaştığını alaycı bir dille belirtiyor:

“Türkiye bu hızla AB'ye ancak 3000 yılında üye olur.”

Almanya Başbakanı Merkel, Başbakan Erdoğan’a dönük uyarılarını üç noktada topluyor:

Bağımsız yargı...

Bağımsız medya...

Güçlü meclis...

Merkel düşüncelerini saklamıyor:

“Erdoğan’la görüşmemizde açıkça dile getirdim. Bağımsız bir yargı sistemine, bağımsız bir medyaya ve güçlü bir meclise ihtiyaç olduğunu belirttim. Tabii ki dört milletvekilinden birinin dokunulmazlığının kaldırılmasının bizi derinden kaygılandırıyor.”

İngiliz London Times gazetesine gelince...

Başyazısında, Türkiye’nin AB’ye üyelik sürecini saçmalık olarak niteliyor ve bu ‘saçmalığa’ AB'nin bir an önce son vermesi gerektiğini belirtiyor.

Haksız değil The Times.

Evet, orta yerde bir saçmalık var.

Kaç yıldır süren bir saçmalık.

Türkiye artık ikinci sınıf demokrasi bile değil.

Hukuk devleti rafa kalkmış durumda.

Erdoğan rejimin fiilen değiştiği kaç zaman önce söyledi.

Yine Erdoğan’ın dediği gibi, anayasa da ‘bekleme odası’na alındı.

Anayasa Mahkemesi kararına uymayacağını söyleyen de Erdoğan’dan başkası değil.

Demokratik değerlerin böylesine ayaklar altına alındığı bir ülke, AB çatısı altında kendine yer bulabilir mi?

Hayır.

Rahmetli dışişleri bakanlarından CHP’li Turan Güneş’in deyişiyle:

Briç kulübünde pişpirik oynanmaz!

Hatırlıyorum.

Askeri darbe dönemlerinde Türkiye’nin Avrupa Konseyi üyeliği gündeme gelirdi.

Türkiye’yi atalım mı?

Üyeliğini askıya mı alalım?

Avrupa Konseyi’nden Ankara’ya gelir, nabız yoklar, sorarlardı n’apalım diye.

Aldıkları yanıt genellikle şöyle olurdu:

“Ne atın, ne de askıya alın. İlişki kesilirse, Türkiye üzerinde etkiniz sıfırlanır. Bunun yerine ilişki şöyle böyle de olsa devam ederse, darbe yönetiminin üstünde fren rolü oynayabilirsiniz.”

Bugün böyle bir oyun oynanabilir mi?

Hiç sanmıyorum.

Bugün askeri değil sivil darbe yaşıyoruz.

Böyle bir darbe sürecinde, AB’nin demokrasi açısından Erdoğan’a karşı ‘fren rolü’ oynamaya yalnız gücü değil, niyeti de yok.

Bu nedenle ‘AB saçmalığı’nı bir yerde sona erdirmek ve başka bir ilişki modeli kurmak iki tarafın da işine gelebilir.

Böylece iki taraf, Ankara ve Brüksel de daha dürüst davranmış, ikiyüzlü politikadan kurtulmuş olur.

Sanıyorum, böyle bir noktaya doğru hızla yol alıyoruz.

İki taraf da yakın zamanda saçmalığı sona erdirebilir.

Türkiye’nin Avrupa hülyası bitebilir.

Bir kez daha altını çizmek istiyorum.

Bu memlekette demokrasi yok.

Ve hiç unutmayın:

Bu memlekete demokrasi dıştan gelmeyecek.

AB’den, ABD’den gelmeyecek.

Demokrasi bizim işimiz.

Demokrasiyi kurmak kendi iç işimiz.

Kendi ellerimizle kurmak zorundayız demokrasi ve hukukun üstünlüğü düzenini bu memlekette.

Türkiye, Führer ya da Reis düzenine mahkûm değil.

Veyahut:

Diktatörlük kaderimiz değil!