Kürtler arasında giderildiği zannedilen ama sadece görünmez kılınmış olan kutuplaşma, devletin küçük dokunuşlarıyla bile yeni çatışmalara gebe görünüyor. Kürt hareketi bu tür çatışma/saldırı vakalarını devletin tahriki addedip yerel dengeler dolayısıyla geçiştirmeye devam ederse, karşısında hiç tahmin etmediği yeni bir çatışma dalgasını görebilir.

İrfan Aktan / Zete

19 Temmuz’da Ertoşi ile Pinyanişi aşiretleri arasında, belki de Hakkâri tarihinde hiç görülmemiş büyüklükte bir çatışma yaşandı. Çatışmanın devam ettiği 20 Temmuz’da, Pinyanişi aşiretinden 9 çocuk babası Mustafa Er (43) öldürüldü. Saldırı sırasında Er’in bir oğlu ağır olmak üzere üç kişi de yaralandı. İki tarafın gençleri şehir merkezinde, mahallelerde silahlı çatışmaya girdi, yol kontrolü yaparak karşı aşiretin gençlerini “almaya” çalıştı. Valilik, Er’in öldürülmesinden sonra sokağa çıkma yasağı ilan etti. Şunu baştan teslim edelim: Şu anki aşiretler arası çatışmanın doğrudan organizatörü olarak devleti işaret etmek, doğru teşhisi koymaktan imtina etmektir. Evet, görüştüğümüz tanıklar, yerel gazeteciler ve siyasetçiler, bu çatışmanın devlet tarafından başlatılmasa da kullanıldığına işaret ediyor. Neden kullanmasın ki devlet? Hakkâri gibi Kürt hareketinin kalelerinden sayılabilecek bir bölgeye ordusuyla, polisiyle, cemaatiyle, yargısıyla hükmedemeyen devlet için bu çatışmanın yaratacağı ayrışma, harekete karşı yeni bir taarruz fırsatı tanıyor. Ama bu çatışma zeminine kaynaklık eden sosyal-siyasal meselenin tedbirini alamayan yerel aktörlerin de şapkalarını önlerine koyup tefekkür etmesi gerekiyor.

ÖZERKLİĞE KARŞI AŞİRET ÇATIŞMASI

Yerel seçimler öncesinde zete.com’da yayımlanan “Kürtler birleşirken ayrışma tohumları mı ekiyor?” başlıklı yazımızda on yıllardır devletle birlikte hareket eden aşiret reislerinin harekete dahil edilme biçiminin yaratacağı tehlikelere dikkat çekmiştik. 1990’lı yıllar boyunca devletin yanında yer alan bazı aşiret reislerinin, güç dengesindeki değişim dolayısıyla Kürt hareketine meyletmesinin olumlu olduğuna, ancak onların harekete dâhil edilirken belli bir “yüzleşme-hesaplaşma” sürecine tabi tutulmamasının ittifakın zeminini zayıflatabileceğine işaret etmiştik. Nitekim görüldüğü üzere yukarıdan bir “ittifak” kurulsa da, tabanda, aşiret tebaaları arasında çatışma riski bertaraf edilemedi. Üstelik söz konusu iki aşiret içinde çatışanların önemli bir bölümü devletin silahını taşıyan korucular. Ertoşi ve Pinyanişi gibi etkili iki aşiret içinde korucular olsa da, genel olarak BDP’ye oy veriyorlar. Korucu oldukları halde Kürt hareketine yakın durmalarının devleti nasıl huzursuz ettiğini biliyoruz. Dolayısıyla çatışma hem sosyolojik hem de politik etmenlere dayanıyor. Dahası, yereldeki aşiret hâkimiyeti mücadelesi muhtemelen aşiret yöneticileri tarafından Kürt hareketinin içine sıçratılarak belli bir meşruiyet zeminine kaydırılmaya ama aynı zamanda hareketin gücü sarsılmaya, hükümsüz kılınmaya çalışılıyor. Bu açıdan iki aşiret arasındaki çatışmanın, Hakkâri’de demokratik özerkliğin inşası konusunda son derece önemli bir kilometre taşı sayılan “Birinci Özerklik Konferansı”yla aynı gün (19 Temmuz) gerçekleşmesi dikkate şayan. Zira bu konferansla birlikte devletin yönetim mekanizmalarına karşı halkın gücüne dayanan yeni bir mekanizmanın temeli atıldı. O temele, bu çatışmayla birlikte etkili bir dinamit kondu; özerklik çalışması aşiret çatışmasıyla kadükleştirildi. Bu anlamda KCK operasyonlarından çok daha etkili ve kalıcı hasarlar yaratacak bir olayla karşı karşıyayız.

AŞİRETÇİLİKTEN MİLLİYETÇİLİĞE

Şunu da teslim edelim; BDP’nin bir süredir Kürtler arası ihtilafları gidermek için kurduğu tüm barış/gayriresmi hukuk mekanizmaları 2009’dan itibaren KCK operasyonlarıyla “paralel yapı” addedilerek kriminalize edilmişti. Kürt hareketinin Hakkâri’de tebarüz eden çatışmalara karşı önceden almaya çalıştığı tedbirler bizzat devlet tarafından bertaraf edilegeldiği gibi, aşiret yapısı da otuz yıllık savaş sürecinde devlet tarafından yozlaştırıldı. PKK’ye yakın aşiretler zorunlu göçle dağıtılırken, koruculuk yapan aşiretler varlıklarını/birliklerini koruyabildi. Daha da ötesi, dağılan ama PKK’nin tabanını oluşturan aşiretler zorunlu göçten sonra önemli ölçüde asimilasyonun mağduru olurken, devletin silahını taşıyan aşiretler yapılarını koruyabildi. Nihayet çatışma ortamı “sonlandığında” da bu aşiretler, koruyabildikleri kültürel değerlerini milliyetçi söyleme tahvil ederek Kürt hareketinin gücünden pay istemeye başladı. Hareketin yerel güçleri de bu “payı” ihtilafların doğmaması ve aşiretlerin yeniden devlet tarafına geçmemesi için vermeye başlasalar da, aşiretlerin yerel hâkimiyet çabasından kaynaklanan çatışmaları önlemede ve 1990’lara dayanan ayrışmaya karşı toplumsal barışı sağlama girişimlerinde muvaffak olamadı. Ayrıca devletle mücadelede idmanlı gençler, bu tür aşiretler arası çatışmalarda, ihtilafları giderebilen yerel aktörleri, siyasetçileri dinlemeyecek kadar özgüven sahibiydi artık.

Devlet 1980’lerden itibaren Kürt hareketiyle savaşırken reisler üzerinden bazı aşiretleri müttefik olarak devşirdi. Kürtler bu süreçte koruculuğu kabul edenlerle etmeyenler olarak bölündü. Toplumsal bölünmenin basit seremonilerle giderilebileceğine dair yanılgı, Hakkâri örneğinde olduğu gibi telafisi zor tahribatların zeminini hazırladı.

YENİ TEHLİKELER

Hakkâri’de patlayan ama tüm Kürdistan’da yaşanan gerilim, yeni patlamaların habercisi olarak görülmeli ve buna göre tedbirlere girişilmeli. Şu çok açık ki, Hakkâri’de yaşananlar daha başlangıç. Kürtler arasında giderildiği zannedilen ama sadece görünmez kılınmış olan kutuplaşma, devletin küçük dokunuşlarıyla bile yeni çatışmalara gebe görünüyor. Hatırlanacağı gibi Temmuz ayının başında Mardin’in Ömerli İlçesi’ne bağlı Kayadere Köyü’nde iki aile arasında yaşanan çatışmada 4 kişi ölmüş, 27 kişi yaralanmıştı. Yine çocukları dağa çıkmış olan ailelerin devlet organizasyonuyla Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi önünde oturma eylemi yapması yeni bir odağın habercisiydi. Aynı belediyenin iftar çadırının binlerce kişi tarafından basılıp yakılması da filmin devamı niteliğindeydi. Keza yakın zamanda Diyarbakır’da bir grup dolmuş şoförü, çalıştıkları hatta otobüs seferi koyduğu için Büyükşehir Belediyesi’ni basmaya kalkışmış, belediye araçlarını tahrip etmiş, personeli yaralamış ve tüm bu olanlara polis seyirci kalmıştı. Zira bu çatışma, devlet açısından son derece seyirlik bir manzara oluşturuyordu. Belediyeye saldırma cüreti gösteren şoförler daha sonra gidip “provoke edildik, özür diliyoruz” diyerek işin içinden sıyrılmıştı. Kürt hareketi bu tür çatışma/saldırı vakalarını devletin tahriki addedip yerel dengeler dolayısıyla geçiştirmeye devam ederse, karşısında hiç tahmin etmediği yeni bir çatışma dalgasını görebilir.

AŞİRET TEMSİLCİLİKLERİ ÖNERİSİ

Kürt hareketi, yerele dair tüm kararların en genişinden en darına kadar oluşturulmuş kent, mahalle, köy vs, meclislerinin etraflı tartışmasından geçirilerek alınmasını öngörerek demokratik özerkliği inşa etmeye çalışıyor. Bir kere bu inşanın bir an önce tamamlanarak ihtilafların, fikir ayrılıklarının, toplumsal ayrışmanın giderilmesi için etkili arabulucu/uygulayıcı mekanizmaların devreye konması gerekiyor. Hakkâri, Şırnak, Urfa, Van, Mardin gibi aşiret yapısının varlığını koruduğu bölgelerde, “aşiret üstü” organizasyonların yanısıra, aşiretler arası örgütlenme de yeniden dizayn edilerek demokratikleştirilmelidir. Kürt hareketi içindeki bazı yönetim kademelerinde “niye bizim aşiretten kimse yok” türü itirazların çıktığını biliyoruz. Bu itirazları bertaraf etmek için bazı kademelerde yöneticilerin doğrudan aşiret temsiliyle varlık göstermesi sağlanabilir. Örneğin oluşturulan yönetim mekanizmalarında, aday gösterilen belediye meclis üyelerinde de bu hakikat gözetilebilir. Mesela kent, mahalle meclislerinde temsilciler doğrudan aşiretleriyle anılabilir: “Pinyanişi, Jêrki, Doski, Ertoşi vs.” aşiret temsilcilikleri kurulabilir ve bu temsilciler ortak bir masa etrafında yerele dair kararlarda aşiretlerinin önerilerini sunabilir. İhtilaflar temsilciler arası oylamayla nihayetlendirilebilir.

Unutulmamalı ki aşiret sistemi, tarih boyunca Kürtlerin devletler tarafından boyunduruk altına alınmasını kolaylaştırdığı gibi, Kürtlerin birliğini de sağlayabilmiş önemli bir örgütlenme modelidir. Karşı durulması gereken, aşiretler üzerinden örgütlenmek değil, aşiretçilik üzerinden bölünmektir. Bu bölünme ihtimalini devlet lehine sürekli diri tutmamak için yönetim mekanizmalarından bazılarının, aşiretlerin demokratik seçimle temsilci olarak atayacağı kişilerce yürütülmesinin önü açılabilir. Böylece Kürtlerin giderek yaklaştığı özyönetim sisteminde aşiret yapısı bir engel değil, bir olanak haline getirilebilir. Ve elbette Kürt hareketi, devlet tarafından ayrıştırılmış, parçalanmış, kutuplaştırılmış Kürtleri yeniden birleştirme çabasını, geçmişle hesaplaşmayı geçiştirerek alelacele kotarılmış pragmatist ittifaklara kurban etmemeyi başarabilirse, Hakkâri’deki çatışma tarih kayıtlarına yeni bir çatışmanın miladı olarak değil, kötü bir mazi olarak geçebilir.

(İrfan Aktan'ın bu yazısı zete.com'dan alınmıştır.)