Cumhuriyet’in yazar ve yöneticisi 13 kişi, ‘FETÖ/PDY ve PKK/KCK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek’ gerekçesiyle gözaltına alınmış, gazetenin yayın yönetmeni Murat Sabuncu dahil 10 kişi tutuklanmıştı. Son olarak gazetenin muhabiri Ahmet Şık, ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla tutuklanmıştı.

Şık dışında gazetenin tutuklu 10 ismi, 72 gündür iddianame hazırlanmasını bekliyor.

"KENDİNİ VE ONLARI KORUMA KAYGISIYLA SANSÜRE GÖZ KIRPACAKSIN"

Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan mektubuna Vassaf, “‘İçeridekilere nasıl mektup yazılır?’ siteleri var. Hassas konu. Moral verecek, üzmeyecek, sıradan sözlerle bunaltmayacak, canlarını sıkmayacaksın. ‘Görüldü!’ damgası taşıyan mektuplarda, kendini ve onları koruma kaygısıyla sansüre göz kırpacaksın. Cumhuriyet’in okuru, zaman zaman konuk yazarı oldum” sözleriyle başladı.

Gazetenin ilk nüshasını hazırlayan Zekeriya Sertel’in dayısı olduğunu hatırlatan Vassaf, “Bir türlü yazamadığım” dediği mektubunu, havaalanında karşılaştığı ve 20. yüzyılın önde gelen bestekarlarından Şostakoviç’in yaşamını anlatan ‘Zamanın Gürültüsü’ kitabını paylaşarak yazdığını aktardı.

"DİKTATÖRLÜĞÜN NE OLDUĞUNU BİLMİYORUZ"

Vassaf mektubuna şöyle devam etti: “Sovyetler Birliği kendine özgü rejimi, ordusu, sanayi ve Tek Adam’ıyla dünyanın en güçlü iki ülkesinden biriydi. Devrimi oturtan ölümcül uygulamalarından sonra ne açlık vardı ne işsizlik. Okul, hastane bedava. Uzay komşu kapısı. Bunları hepimiz biliyoruz. Bireylerin yaşamından bakınca durum farklı. Julian Barnes’ın kitabı, totaliter rejimlerin ellerine avuçlarına sığdıramadığı ruhumuza odaklanmış. Kitap, liderlerine inanmış vatandaşların bile ibret verici konumlarının gölgesinde, Şostakoviç örneğinde, bugünlerde kendimizi de tanıyabileceğimiz, ahlaksızlığa gömülüşümüzün öyküsü. Rejimin gözdesi Şostakoviç şöyle özetler Stalin döneminde yaşamını. 

‘Rejime karşı kahramanlık anlık mesele. İnatla sürdürülmesi gereken korkaklıksa çok zor. İnsanı her gün tüketen bir çaba. Korkaklığımın kâbusunu her gün yaşadığımdan, kurtuldukları için ölenlere hayrandım.

’Totaliter rejimlerde şikâyetlerimizi dile getirmekten korkup boyun eğmenin bir adım sonrası ahlaksızlığımızın bireyin vicdanındaki uç noktası intihar. Şostakoviç intihar edemezdi. Rejimin hikâyesini çalıp kendi masalını yazacaklarını biliyordu. Kendini korumayı becerdiğinde sevdiklerini de koruyabilirdin. Ve onları korumak için dünyada yapmayacağın şey olmadığına göre, aynı şey kendin için de geçerli olduğundan ahlaksızlıktan kurtulman mümkün değildi. Şostakoviç ahlaken her gün intihar ettiğine göre, bedenini yok etmesinin ne anlamı olabilirdi ki? Türkiye’de diktatörlüğün ne olduğunu bilmiyoruz.

Diktatörsün diyen de bilmiyor, değilim diyen de. Yasalarla değil yaşadıkça anlaşılıyor. Liderimizi seviyorsak, güveniyorsak, onsuz edemeyeceğiz diye korkuyorsak, canını davamız için feda etmeye hazır olduğunu biliyorsak, niçin onu güçlendirecek doğru bildiği yasaların önünü açmayalım ki? Korku imparatorluğunun yasaları yazılı değildir.

STALİN SORAR: AYAĞA KALKMALARINI KİM ÖĞÜTLEDİ?

“‘Konser bedava yoldaş, bekleriz. Ne kadar iyi olur gelirsen. Tabii mecburi değil. Yine de sen bilirsin. Yüzünü görmek isteriz.’ Stalin opera salonuna girer. Ayakta alkışlanır. Sonu gelmeyen bir alkıştır bu. Herkes birbirinden korkmakta, alkışlamayı ilk bırakan olmama tedirginliğindedir. Stalin elini kaldırır. Bıçakla kesilmiş gibi biter alkış sesi. Anna Akhmatova. Şair. Sahneye çıkar.”

Şairin sahneye çıkması üzerine Stalin’in “Ayağa kalkmalarını kim örgütledi?” diye sorduğunu ve ardından Yazarlar Sendikası, Mühendisler Birliği ve Postacılar Lokali gibi kurumların mensuplarının da yer aldığı yeni bir tutuklama furyasının başladığını aktaran Vassaf, iktidardakilerin de sonunda birbirlerinden ‘korkmaya başladıklarını’ anlattı.

"DİLİNİN BAĞLADIĞINA GÖRE EMARE GÖRMÜYORUM" 

Vassaf şöyle devam etti: “Şostakoviç farklıdır. Meselenin rejime sadakat değil, kıstaslarını kestiremediği lider tarafından beğenilip beğenilmemek olduğunu anlamıştır. Şöyle der, ‘Ruhumuzu katletmenin üç yolu var: Başkalarının bize yaptıkları; başkaları tarafından kendimizi kandırmaya ikna edilmemiz; kendimize yaptıklarımız.’ Stalin döneminde ününü sürdüren, müziğinde başarıları dünyaca takdir edilen Şostakoviç, totaliter rejimlerde bireyin ahlaksızlığının sanatını etkilememesinin sıradan bir örneği. Shakespeare aynı fikirde değil. 66 numaralı sonesinden, ‘Ve otoritenin dilini bağladığı sanat…’ Cumhuriyet içeride olabilir. Susturulmak istenebilir. Dilinin bağlandığına dair emare görmüyorum. Hepinize teşekkürler.”