Gazeteci Fehim Taştekin, Suriye’de devam eden ‘Fırat Kalkanı’ harekatı kapsamında başlatılan El Bab operasyonunu değerlendirdi.
 
Taştekin, “Suriye’ye müdahaleye izin veren tezkere zaten MHP ve CHP’nin oylarıyla kabul edilmişti. Muhalif kanatlar bütün bu belaların müsebbibi olarak yanlış Suriye politikası yüzünden hükümeti görürken TSK’nin desteklediği grupların kapasiteleri de nihayet sorgulanmaya başladı. Ülkücü camianın gazetesi Yeni Çağ’dan Ahmet Takan, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) diye sunulan Fırat Kalkanı’nın kara unsurlarının ihanet ettiğini öne sürdü” ifadelerini kullandı.
 
Fehim Taştekin’in Al Monitör’de yayınlanan, “El Bab ateşi halkı yaktığı gibi hükümeti yakmıyor” başlıklı yazısı şöyle:
 
Türkiye’nin 24 Ağustos’ta başlattığı Fırat Kalkanı Harekâtı’nın deklare edilmiş iki hedefi vardı: İslam Devleti’ni (İD) sınırlardan uzaklaştırmak ve kırmızı çizgilere rağmen Fırat Nehri’nin batısına geçen Kürtlerin Menbic’ten sonra Cerablus’u İD’den temizleyip Afrin’e kadar gitmesini engellemek. Deklare edilmeyen ama satır aralarına sokulan diğer amaçlar ise Halep’te sıkışan silahlı gruplara nefes borusu açmak, muhalif örgütlere korunaklı bir alan yaratmak ve sığınmacıları bu alanda tutmak.
 
Ankara Kürtlerin önünü hem kuzey hem de güneyden kestikten sonra operasyona daha da derinlik katarak El Bab’a girmeyi ve ardından Rakka operasyonu için ABD’nin Kürtlerle kurduğu ortaklığı bitirecek şekilde alternatif bir güç oluşturmayı kafasına koydu.
 
Ancak Cerablus, El Rai ve İD’in kıyametten önce Haçlılarla son savaşın gerçekleşeceği yer diye efsaneleştirdiği Dabık’a kadar gerçek bir dirençle karşılaşmayan Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) El Bab’a dayandığında ağır kayıplar vermeye başladı.
 
21 Aralık’ta 16 askerle birlikte TSK’nin kayıpları 37’yi buldu. Türkiye 16 askerin şokunu atlatamadan daha önce kaçırılmış iki askerin yakıldığına dair görüntüler de insanların yüreğini yaktı.
 
Devletin ilgili makamları “Görüntüleri inceliyoruz” demekle yetinirken hükümet susmayı tercih etti. Hatta meselenin tartışılmasını önlemek için interneti yavaşlatmak gibi önlemlerden geri durmadı.
 
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir süt ürünleri tesisinin açılışında kendisinden bir açıklama yapması beklenirken “Günlerce, haftalarca bana saldırdılar. Varsın saldırsınlar. Evet bizim milli içkimiz ayrandır" diyerek bir şişe ayranı kafasına dikti.
 
Nihayetinde Milli Savunma Bakanı Fikri Işık’ın “Üç askerimizin DEAŞ'ın elinde olduğunu değerlendiriyoruz ancak bundan öteki tüm yorumlar teyit edilmiş bilgi değildir.” açıklaması da kimseyi tatmin etmedi.
 
Acı haberler karşısında Türk kamuoyu bölündü. Bir tarafta “Taş üstünde taş bırakmayalım” diyenler öne çıktı, diğer tarafta “Amaç Kürt koridorunu önlemek ve İD’i sınırlardan uzaklaştırmak ise hedefe varılmadı mı, neden El Bab’a girmekte ısrar ediliyor” diye soranlar oldu.
 
Suriye’nin bataklık olacağına dair uyarılara rağmen operasyona destek verenler bu denli bir fatura beklemiyordu. ABD ve Rusya ile kıyaslandığında Türkiye’nin kayıpları çok yüksek. Suriye’de 2014’ten beri hava operasyonları yürüten ve sahada 300 askerle Suriye Demokratik Güçleri’ne danışmanlık-eğitim desteği veren ABD şimdiye kadar bir asker kaybetti. Sahada 4 bin askeri personel bulunduran Rusya’nın 30 Eylül 2015’ten bu yana askeri kayıpları 23. Fırat Kalkanı’nı 500 kadar askerle yürüten Türkiye ise dört ayda yakıldığı söylenen iki asker hariç 37 askerini kaybetti.
 
Operasyonun yol açtığı sivil kayıplar da gündeme geldi ancak milliyetçilik ve hamasetin tavan yaptığı bir ortamda bunların çok da umursandığı söylenemez. Suriye İnsan Hakları Gözlemevi’nin Fırat Kalkanı’yla 250 sivilin öldüğüne dair raporu TSK tarafından yalanlandı.
 
Türk kamuoyu TSK’nin sözünün üzerine söz söyleme gibi bir geleneğe sahip değil! TSK’nin İD’e ağır darbeler vurulduğu yönündeki açıklamaları da askeri kayıplardan dolayı biriken öfkeyi sönümlendirici bir etki yapıyor. Sonuçta sosyal medyada alevli tartışmalara rağmen hükümeti Fırat Kalkanı ile ilgili radikal bir değişikliğe zorlayacak bir kamuoyu baskısı oluşmadı.
 
Aksine askerlerin yakıldığını gösteren video kaydından iki gün sonra Erdoğan, operasyonu sürdürmekte kararlı oldukları mesajı verdi:
 
"Bizim 'terörden arındırılmış güvenli bölge' diye bir tezimiz var. Eğer bu hallolmazsa Gaziantep her zaman tehditte, Kilis her zaman tehditte, Şanlıurfa her zaman tehditte. Dertleri ne? Kuzey Suriye'de yeni bir devlet kurmak. Biz böyle bir devletin kurulmasına müsaade etmeyeceğiz. Şüphesiz ki şehitlerimiz canımızı yakıyor ama bir toprağın vatan olabilmesi için şehide ihtiyacı var, gaziye ihtiyacı var.”
 
Hükümetin şansı, “Kürt koridorunun oluşmasını engelledik” sözüyle bırakın Milliyetçi Halk Partisi’ni (MHP), “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” sözünü şiar edindiği iddiasındaki ana muhalefetteki Cumhuriyet Halk Partisi’ni (CHP) Fırat Kalkanı’nın haklılığı konusunda tamamen ikna etmiş olmasıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, ülke Suriye’den gelen acı haberlerle sarsılırken “Türkiye kendi geleceğini güvence altına almak açısından böyle bir operasyon başlatmışsa belli acılara katlanmak gerekiyor” deyiverdi.
 
MHP lideri Devlet Bahçeli ise ne pahasına olursa olsun Fırat Kalkanı’nın devam etmesi gerektiğini söyledi. Suriye’ye müdahaleye izin veren tezkere zaten MHP ve CHP’nin oylarıyla kabul edilmişti.
 
Muhalif kanatlar bütün bu belaların müsebbibi olarak yanlış Suriye politikası yüzünden hükümeti görürken TSK’nin desteklediği grupların kapasiteleri de nihayet sorgulanmaya başladı. Ülkücü camianın gazetesi Yeni Çağ’dan Ahmet Takan, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) diye sunulan Fırat Kalkanı’nın kara unsurlarının ihanet ettiğini öne sürdü:
 
“Yapılan planlamaya göre Mehmetçik ile ÖSO'ya ait 400 civarında güç IŞİD'in stratejik bölgesini ele geçirecekti. Yaralı olarak şu an hastanede yatan bir subayımızın anlatımına göre; taarruza geçildiğinde IŞİD'in attığı ilk mermilerden sonra ÖSO mensuplarının büyük bir bölümü cepheden kaçtı. Mehmetçikle birlikte sadece 40 civarında ÖSO mensubu kaldı.”
 
Bu iddiayı teyit edecek sağlıklı bilgiler ortaya çıkmasa da kabaca ÖSO diye etiketlenen saha unsurlarının toplama bir yapı olduğu konusunda şüphe yok. Bunlara bel bağlayarak El Bab gibi İD’in stratejik önem atfettiği bir yeri almak ya da 90’a 40 kilometrelik bir alanı güvenlik bölge haline getirmek kolay değil. Bu yüzden operasyon derinleşirken TSK destek gücü olmaktan çıkıp öncü savaş gücüne dönüşüyor.
 
Ankara, Halep’ten ayrılan daha tecrübeli ve adanmış örgütlerle Fırat Kalkanı’nın savaşçı kapasitesini güçlendirmeyi umuyor(du).
 
Rus Büyükelçisi Andrei Karlov’un Ankara’da bir polis tarafından öldürülmesinin ardından Moskova’da Türkiye, İran ve Rusya arasında imzalanan deklarasyon Türkiye’nin Suriye politikası kadar Fırat Kalkanı’nın amaç ve kapsamını da etkileyebilir. Rusya’nın Suriye ordusunu zora sokacak ya da müzakere masasında Esad yönetiminin elini zayıflatacak şekilde Türkiye’nin yeni bir stratejiyi hayata geçirmesine izin vermesi mümkün gözükmüyor.
 
Rusya lideri Vladimir Putin’in 23 Aralık’taki basın toplantısında ilan ettiği gibi Rusya, İran, Türkiye ve Suriye gelecek ay Astana’da masada oturacaksa Fırat Kalkanı ile ilgili muhtemel senaryonun da yeni sürecin ruhuna uygun gelişmesi beklenir.
 
Rus uçağının düşürülmesine ilaveten elçi cinayetinden dolayı bir diyet borcu daha olan Ankara’ya El Bab vizesi çıkması sürpriz olmaz. Böylece, Halep’i Suriye ordusunun kontrolüne geçmesi sürecinde yaptığı iş birliğine ve silahlı gruplara askeri-lojistik desteği kesmesine karşılık olarak Türkiye’ye onurlu çıkış şansı sunulmuş olur. Bu durumda, Ankara hem İD’i temizlediği hem de Kürt koridorunu önlediği hikâyesini rahatlıkla satabilir. Ancak bu başarıyı, İD’den kurtarılan bölgelerin Suriye ordusunun denetimine bırakılması adımı izleyebilir. Tampon bölge oluşumuna geçit vermesi beklenmeyen Putin’in elinde bu tür bir şartı dayatacak kadar koz birikti.