Gazeteci yazar Fehim Işık, Türkiye’nin Suriye politikasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Türkiye’nin Suriye politikasının Kürt karşıtlığı üzerinden geliştiğini savunan Işık, “Türkiye, Kürt karşıtlığı üzerinden yürüttüğü Suriye politikasında denenmedik hiçbir yol bırakmadı. Türkiye’nin sarıldığı yeni dal IŞİD oldu. IŞİD efsanesi Kobanê duvarına çarpınca Türkiye’nin yapabileceği tek şey kalmıştı o da bölge aktörlerinden birinin ipine sarılarak iş yürütmekti. Türkiye’nin tek hedefi Kürtleri engellemek değil elbet. Kısa vadede Kürtleri engelleme hedefinde etkili olmak isteyen bir Türkiye var karşımızda” ifadelerini kullandı.
 
Türkiye’nin Suriye’de kaybettiğini söyleyen Işık, “Katil Esed”den, yeniden Kardeşim Esad”a dönecek kadar gözü kara davranmayı bile normal sayacak bir noktaya geldi. Bu davranış bozukluğu istikrarlı bir politikanın değil, kaybedişin dengesiz sonucudur” iddiasında bulundu.
 
 Fehim Işık’ın Evrensel’de yayınlanan, “Suriye'de kazanan Türkiye mi oldu?” başlıklı yazısı şöyle:
 
Türkiye Fırat Kalkanı operasyonunu başlattıktan bir süre sonra Demokratik Suriye Güçleri (DSG) de Fırat’ın Gazabı operasyonunu başlattı. YPG ve YPJ’nin başat gücünü oluşturduğu DSG’nin başlattığı bu operasyon bir yanıyla bölgeyi IŞİD’den temizleme amaçlı ise diğer bir yanıyla da Türkiye’nin bölgedeki yayılmacı emellerini engelleme amaçlıydı. Şu da çok açık: YPG ve YPJ açısından bu operasyona öncülük yapmamak Türkiye’nin işini kolaylaştırırdı ki Türkiye bunu bildiği için uzun dönem YPG ve YPJ öncülüğündeki bir Rakka operasyonunu engellemek için uğraştı. Bu realite nedeniyle olacak ki PYD ve TEV-DEM öncülüğündeki Rojava yönetimi işin siyasi boyutunu somutlaştırmayı bile beklemeden YPG ve YPJ’nin Rakka operasyonuna yönelmesinden yana tavır aldı.
 
Bir kez daha hatırlamakta yarar var; Türkiye, Kürt karşıtlığı üzerinden yürüttüğü Suriye politikasında denenmedik hiçbir yol bırakmadı. İlk dönem Müslüman Kardeşler ile hareket etti. Batı ve ABD Mursi deneyimi ile ılımlı İslam projesinin Erdoğan ve benzeri partnerleri açısından bir takiyeden ibaret olduğunu görünce, bu politikasını değiştirdi. Erdoğan da buna karşı gardını radikal İslam’ın öncülerinden Nusra’dan yana aldı. Bu çark etmenin sonuçlarını 2012’den itibaren daha açık görmeye başladık. O dönem Nusra’nın Suriye’ye taşıyıcısı ve destekleyicisi Türkiye oldu ve bunu gizleme gereği bile duymadı.
 
Ebubekir Bağdadi liderliğindeki hareket Irak İslam Devleti’nden IŞİD’e dönüşüp bu adla Suriye’ye girince Nusra alan kaybetmeye ve zayıflamaya başladı. Bu kez Türkiye’nin sarıldığı yeni dal IŞİD oldu. Türkiye IŞİD’e de, Nusra kadar açıktan olmasa bile etkin bir destek verdi.
 
IŞİD efsanesi Kobanê duvarına çarpınca Türkiye’nin yapabileceği tek şey kalmıştı o da bölge aktörlerinden birinin ipine sarılarak iş yürütmekti. Bunu ise kanlı bıçaklı olmasına rağmen bir müddet sonra Rusya’nın ipine sarılarak yapmaya başladı.
 
Rusya, AKP iktidarının içinde bulunduğu zor durumu okumakta gecikmedi. Bu okumayı kendi lehine geliştirdi. AKP ve Lideri Erdoğan ile öncelikle Halep pazarlığı yaptı. Bunu Erdoğan ikrar etti. Hatta Nusra’nın Halep’ten çekilmesi için arkadaşlarına talimat verdiğini bile söylemekten imtina etmedi.
 
Son günlerde Bab’a hızlı bir biçimde yaklaşan, eğer bu şekilde ilerlerlerse kısa sürede Bab’ı alabileceği öngörülen Türkiye’nin açık söylemek gerekir ki şu anda ön açıcısı Rusya’dır. Türkiye şimdilerde Rusya ile ilişkilerini kullanarak Afrin’i yalnızlaştırmayı ve kantonlar arasındaki bağlantıyı koparmayı amaçlıyor. Türkiye’nin bu nedenle geliştirdiği bir diğer yeni politika ise Suriye ile ilişkilerini düzenlemektir. Bir yandan Doğu Perinçek’in başını çektiği ulusalcılar, diğer yandan Rusya ile Türkiye’nin kapalı kapılar ardındaki diplomasi ile zorladığı süreç ile amaçlanan, hiç kuşku yok Suriye ile yeniden Kürt karşıtlığında bir araya gelmektir. Bunu sağlayan bir Türkiye -ki Halep’i alıp yeniden güç kazanan Suriye Türkiye ile ilişkiyi geliştirmekten imtina etmeyebilir- Suriye’deki Kürt karşıtı politikalarında bir level daha atlamış olur.
 
Türkiye’nin tek hedefi Kürtleri engellemek değil elbet. Kısa vadede Kürtleri engelleme hedefinde etkili olmak isteyen bir Türkiye var karşımızda. Ancak Türkiye, kurulması muhtemel ‘çözüm masasında’ da etkili bir aktör olmayı, buna bağlı olarak işgal ettiği alanlarda kalıcılaşmayı da amaçlıyor.
 
ABD’ye gelince o Suriye’de farklı bir denge üzerinden ilerliyor. Rojava’daki güçlere siyaseten bir güvence vermemiş olsa da bu muazzam askeri gücü kaybetmemek için IŞİD karşıtı savaşta DSG’yi açıktan, YPG ve YPJ’yi de DSG üzerinden dolaylı destekliyor. ABD, Türkiye’nin NATO’yu zayıflatacak biçimde Rusya ile yeni denge arayışından da huzursuz. Ancak Türkiye’yi tamamen kaybetmemek için henüz buna cepheden bir tutum da almış değil.
 
Türkiye bölgede ilişkileri kendi lehine dönüştürmek için takla üstüne takla attı. Hatta “Katil Esed”den, yeniden Kardeşim Esad”a dönecek kadar gözü kara davranmayı bile normal sayacak bir noktaya geldi. Bu davranış bozukluğu istikrarlı bir politikanın değil, kaybedişin dengesiz sonucudur. Türkiye kaybederken de iradesini bir süper güce teslim etmiştir. Oysa Türkiye’nin Rojava’da yok etmek istediği siyasi irade en olumsuz durumda bile bir irade teslimiyeti yaşamadan istikrarlı bir şekilde, kararlı bir direnişin sonucu olarak politik sürece dahil olabildi.
 
Bu iki davranış arasındaki fark, hiç kuşkusuz etkili olmak için her gün yeni bir takla atanların lehine olmayacaktır.