Fehim Işık, Suruç’ta katledilen 33 gencin ardından başlayan çatışmalı süreci ve operasyonları değerlendirdi.

Devletin Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesine ağır bir tepki verdiğini ifade eden Işık, “İki polisin öldürülmesinin HPG sitesinde yayınlanan bir açıklama ile kısmi olarak sahiplenilmesi de Cumhurbaşkanı’ndan hükümete ve AKP’ye kadar geniş bir kesimin ekmeğine yağ sürmüştü.

"PKK, neden bu yolu tercih etti? HDP’nin gelişimini önleyecek, giderek HDP’yi etkisizleştirecek bir yol yerine HDP’yi ön plana çıkaracak çatışmasızlığı tercih edemez miydi” ifadelerini kullandı.

Fehim Işık’ın Haberdar’da yayınlanan “Çatışmalar engellenebilir miydi? Sorun nerede?” başlıklı yazısı şöyle:

Devlet cenahının ilk yoğun tepkisini 22 Temmuz 2015’te Ceylanpınar’da öldürülen 2 polise dönük saldırı sonrasında gördük. Suruç’ta katledilen 33 gencin ölümünü seyreden, ne soruşturmada, ne de sonrasındaki benzer katliamların önlenmesinde tek adım atmayan, aksine 33 gence dönük hak etmişlerdi noktasında duran devlet aygıtı, Ceylanpınar’da 2 polisin öldürülmesi karşısında alabildiğine ağır bir tepki verdi.

İki polisin öldürülmesinin HPG sitesinde yayınlanan bir açıklama ile kısmi olarak sahiplenilmesi de Cumhurbaşkanı’ndan hükümete ve AKP’ye kadar geniş bir kesimin ekmeğine yağ sürmüştü. HPG bu açıklamasını daha sonra geri çekip, olayın provokasyon olduğunu söyledi. HDP de, 2 polisin öldürülmesini sert biçimde kınadı.

Eğer diyalog yolunun açık kalması istenseydi bu açıklamalar öne çıkarılır, daha fazla insanın ölümünün önüne geçilebilirdi. Oysa hükümet tam tersini yaptı. Bu arada IŞİD’in Kilis-Suriye sınırında bir askeri öldürüp diğerini kaçırması da gerekçe edilerek PKK ve IŞİD’e dönük hava operasyonları yapılması kararı alındı.

Hava operasyonunda 24 Temmuz günü IŞİD mevzileri bir tek kez o da etkisiz bir biçimde bombalanırken, Kandil onlarca savaş uçağı ile günlerce bombalandı. Hala ağır biçimde süren bu hava saldırılarının şehir merkezlerindeki şiddeti de büyüten temel nedenler arasında olduğunu görmek gerekir.

PKK, SAVAŞ RESTİNİ GÖRDÜ

PKK, kendisini tamamen etkisizleştirmeye, askeri hareketlilik alanını daraltmaya ve giderek tamamen bitirmeye dönük, teknolojik olanaklarla da desteklenen ağır hava saldırısına karşın, görünen o tüm askeri olanaklarını kullanma kararı aldı. Hiç kuşku yok şehir savaşları da PKK’nin kullanacağı askeri olanaklardan biriydi.

PKK, neden bu yolu tercih etti? HDP’nin gelişimini önleyecek, giderek HDP’yi etkisizleştirecek bir yol yerine HDP’yi ön plana çıkaracak çatışmasızlığı tercih edemez miydi? Dışardan bakınca doğru olan bu. Ancak unutmamak gerekir ki PKK silahlı mücadeleyi esas alan bir örgüt olduğu kadar, Avrupa, Ortadoğu ve Türkiye’de sivil alandaki birçok dinamiğin gelişimini etkileyen, bir kısmına öncülük eden siyasal bir yapıdır. Özellikle Kürt hareketi sivil demokratik alanda kendi dinamikleri ile gelişebilmiş ve PKK’nin etkisiyle büyümemiş olsaydı, PKK’den farklı bir tutum beklenebilirdi. PKK’de, dünya alemde biliyor ki HDP’de dahil Kürtlerin etkin olduğu, güçlü olduğu tüm siyasal alanlar kendi dinamikleri üzerinden değil silahlı mücadele zemininin geliştirdiği olanak ve dinamikler üzerinden büyüyebildi, etkili olabildi. Bu durumda PKK’nin ne düşündüğünü daha açık biçimiyle anlamakta yarar var. Görünen o PKK yöneticileri, PKK’nin zayıflaması, etkisini yitirmesi durumunda sivil demokratik zeminin de bundan olumsuz etkileneceğini ve tamamen bitebileceğini hesaba kattı. Buna itiraz edenler olabilir ama ben de bu kanaatteyim. PKK, tüm askeri olanaklarını kullanarak etkili bir karşı koyuş geliştirirken esasen kendini korumaya aldı. Tabi PKK’nin varlığını korumasının devleti zorlayan bir etken olduğunu kabul ediyorsak, bunun zaman ve güç kaybına neden de olsa sivil alandaki siyasal yapıları yeniden etkin kılacak bir koşul sağlayacağını da unutmamak gerek. Tersi durumda dünyanın dört bir tarafında yayılmış Kürt hareketini sivil alanda daha zor günler bekliyor, olabilirdi.

Bu tür sorularla çokça karşılaşıyorum. Bu durumlarda hep 7 Haziran’a dönük fantastik bir soru sorarım. Düşünün, 7 Haziran’dan birkaç gün önce PKK karar alıp seçime girmeyi bir ihanet olarak açıklasaydı, Kürtleri sandıklardan uzak kalmaya davet etseydi, HDP’nin oyu ne olurdu? Bu soruya şimdiye kadar aldığım en yüksek oran yüzde 5 oldu. Evet, belki oran üzerinden konuşmak gerekmiyor ancak belli olan şu ki HDP bu durumda seçime bile girmeyebilirdi. Ne HDP’nin yapısı bu karara karşı çıkabilecek durumdaydı, ne de HDP bileşenlerinin bunu önleyip HDP’yi yüzde 13’lere taşıyacak bir potansiyeli vardı.

Durum madem bu, o zaman daha net değerlendirmekte yarar var. Devlet mekanizması savaş kararı aldıktan sonra PKK’nin yapacağı tek şey vardı, o da karşı savaşı geliştirmekti. PKK, bedelinin bunca ağır olacağını tahmin etmemiş olabilir ama nihayetinde savaş kararına rest çekerek cevap verdi. Ötesi, kendi sonunu getirecek riskli bir dönemi beraberinde getirebilirdi ki PKK kendi içinde de ciddi sorunlara yol açacak bir durumu tercih etmek yerine sonucu ne olursa olsun, yani bitecekse bile savaşarak bitmeyi tercih etti. Buna rağmen, çözüm girişimlerinden de, ateşkes istemekten de vazgeçmedi. Hatta hatırlayalım, 1 Kasım seçimleri öncesinde çatışmasızlığı tercih eden adımlar da attı. 10 Ekim Ankara Katliamı günü ilan ettiği ateşkes bu tercihin belirginleştiği bir adımdı. Ne yazık ki devlet bu adımı da, sonraki yaklaşımları da yok saydı, klasik “bitti-bitecek” hamasetini sürdürdü, sürdürüyor.