Fehim Işık, “ABD, dengelerin her an değişmesinin muhtemel olduğu Ortadoğu’da önemli bir müttefikini kaybetmek istemiyor. Hatta bu tutumun bir adım ötesinin Cerablus, Azez ve Mare hattının IŞİD’den temizlenmesi ile ilgili yapılacak askeri operasyonları Türkiye’nin desteklediği gruplara bırakmak olduğunu da söyleyebiliriz” dedi.

Fehim Işık’ın Haberdar’da yayınlanan, “Kürtlerin Suriye ve Rojava’daki iki cephesi” başlıklı yazısı şöyle:

Demokratik Suriye Güçleri’nin (DSG) öncülüğünde önce Rakka’nın kuzeyine, akabinde Minbiç’e doğru başlatılan operasyonlardan sonra Suriye’de hesaplar daha ince yapılmaya başlandı.

ABD kaynaklı değerlendirmelerde Türkiye’nin daha Minbiç operasyonu başlamadan ABD’ye, Şebha bölgesi olarak adlandırılan Cerablus, Azez, Mare, Minbiç hattındaki IŞİD karşıtı operasyonun DSG’ne bırakılmamasını önerdiği yazılmıştı.

Türkiye, ABD’nin onay vermesi halinde muhalifler ile Türk özel harekatından oluşan 2 bin 500 kişilik bir gücün silah ve mühimmatı ile birlikte 48 saat içinde bölgeye intikal ettirilebileceğini ve giderek artacak bir güçle IŞİD’e karşı savaşabileceğini belirtmiş.

Anlaşıldığı kadarıyla ABD, Türkiye’nin önerisini kökten reddetmiyor. Sadece 48 saatlik süreyi gerçekçi bulmadığını ve böyle bir operasyon için en az 1 ay hazırlık yapılması gerektiğini, Rakka’nın kuzeyine başlatılan operasyonun başarısı için ise 1 ay bekleyecek zamanlarının olmadığını söylüyor.

DSG öncülüğündeki Minbiç operasyonu, bu tartışmaların basına yansıdığı bir sırada başladı.

YPG ve YPJ’nin de aktif bir şekilde katıldığı operasyonlara dönük tartışmalarda dikkat çeken, Türkiye’nin YPG ve YPJ’yi terörist olarak tanımlamasına rağmen ciddi denilebilecek bir tepki vermemesiydi.

Bu işleri en çok konuşan Cumhurbaşkanı bile dostlar alışverişte görsün misali iç kamuoyuna yönelik mesajlardan öteye gitmedi. İç kamuoyunu rahatlatmak için olsa gerek, Minbiç operasyonuna katılan YPG ve YPJ’nin Araplara lojistik destek verdiğini, Minbiç’in IŞİD’ten temizlenmesinden sonra geri çekileceğini iddia etti.

Önce şunu hatırlamakta yarar var. Eğer DSG’nin önü kesilmeseydi, daha Tışrin barajı özgürleştiğinde operasyon Minbiç’e doğru uzardı.

ABD, bölgedeki operasyonlar açısından stratejik öneme sahip Tışrin barajının alınmasını o dönem yeterli gördü ve operasyonun Minbiç’e yönelmesini istemedi. Bunun altında yatan nedenleri tam olarak bilmesek bile nedenlerden birinin ABD’nin Türkiye’yi karşısına almamak olduğunu söyleyebiliriz.

ABD, Türkiye’yi karşısına almama politikasını sürdürüyor. Görünen o ABD, dengelerin her an değişmesinin muhtemel olduğu Ortadoğu’da önemli bir müttefikini kaybetmek istemiyor.

Hatta bu tutumun bir adım ötesinin Cerablus, Azez ve Mare hattının IŞİD’den temizlenmesi ile ilgili yapılacak askeri operasyonları Türkiye’nin desteklediği gruplara bırakmak olduğunu da söyleyebiliriz. Türkiye’nin, YPG ve YPJ güçlerinin Fırat’ın batısındaki varlığını görmezden gelmesinin, Türkiye’deki basının bakar körlüğü sürdürmesinin, yaşananların geçici bir durum olarak izah edilmesinin akla gelen başkaca nedeni yok.

Cerablus, Azez, Mare hattına dönük operasyonun Türkiye’nin desteklediği gruplar marifetiyle yürütülebileceği görüşünü destekleyen başka hazırlıklar da bu ara göze çarpıyor.

Suriye Kürdistanı Ulusal Cephesi’nin (ENKS) de kurucularından olduğu Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Enes el Abdi, geçtiğimiz ayın sonunda Irak Kürdistanı’na giderek hem Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ile hem de Kürdistan Bölgesi Güvenlik Ajansı Müşteşarı Mesrur Barzani ile görüştü. Bu görüşmede konuşulanlar dikkat çekiciydi.

Görüşmenin ana çerçevesini SMDK Başkanı Enes el Abdi, Rudaw televizyonunda açıkladı. Abdi, ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta geniş bir cephe oluşturması gerektiğini ifade ettiği Rudaw televizyonundaki mülakatında, “Peşmergenin de bu geniş cepheye katılmasını istiyoruz” dedi.

Abdi’nin peşmergeden kastı, Rojavalı Kürtlerden oluşan ve KDP tarafından eğitilen güçlerdir. Rojavalı peşmergelerin sayısını net bilmiyoruz ama farklı kaynaklarda sayılarının 2 bin ile 6 bin arasında değiştiğine dönük ifadeler var.

Enes el Abdi bu görüşmelerden sonra Türk yetkililerle de görüştü. Haziran’ın ilk haftasında da Suriye’deki farklı grupların Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) çatısı altında bir araya gelme girişimleri konuşulmaya başlandı.

Farklı 11 grubun ÖSO çatısı altında bir araya gelmek için Antep’te toplantılar yaptığına dönük haberler Türkiye basınına olmasa da Kürt basınına yansıdı. Suriye Kürdistanı Demokrat Partisi’nin (PDK-S) yayın organı olan ARK televizyonu, Gaziantep’te 11 farklı askeri grubun katılımıyla düzenlenen ÖSO’yu canlandırma ve etkili bir güce dönüştürme toplantısını konuyla ilgili haberinde uzun uzun aktardı.

ART televizyonunun haberinde, Gaziantep’te yapılan toplantıda Rojava peşmergelerinin yeni oluşacak güce katılmasının istendiği bilgisine de yer verildi.

Temmuz 2011’de Antalya’da yapılan Suriye konferansında kurulması kararlaştırılan, kurulduktan sonra bir türlü etkili olamayıp 50 parçaya bölünen ÖSO’yu yeniden canlandırma ve oluşacak bu yapılanmaya ENKS’nin askeri gücü olarak bilinen Rojava peşmergelerinin katılmasını sağlama çabalarını, sözünü ettiğimiz Cerablus, Azez, Mare hattındaki olası bir operasyondan bağımsız düşünmemek gerekir.

Türkiye, muhalif silahlı grupları bir çatı altında toplamayı başarır ve Rojava peşmergelerinin de bu güce katılmasını sağlayabilirse, ABD’nin bu gücü destekleyerek Cerablus, Azez, Mare operasyonununun sorumluluğunu Türkiye’ye vermesi güçlü bir olasılıktır.

ABD politikalarını yakından takip edenler, ABD’nin hem sahadaki güçleri dengelemek, hem de müttefiklerini korumak stratejisinden yola çıkarak böyle bir tercihte bulunabileceğini görebilir. Daha da ötesi, Batı’nın mülteci korukusu nedeniyle bu bölgenin askeri kontrolünün Türkiye’ye yakın gruplara verilmesi de tercih edilir bir yöntem olarak öne çıkabilir.

Yazının başında sözünü ettiğimiz ince hesaplar içinde elbet Rusya’nın yeri de var. Suriye rejimiyle birlikte hareket eden Rusya, kimsenin elinin tersiyle itebileceği bir güç değil. Türkiye’nin Rus uçağını düşürdükten sonra başına gelenleri görüyoruz.

Ayrıca sahada Rusya ile ABD arasında bir uzlaşının varlığından da haberdarız. Bu iki güç henüz çakırları çatışmadığından olsa gerek karşı karşıya gelmiş değil. Rejim ordusu Rusya uçaklarının desteğiyle Rakka’nın güneyinden operasyon başlattığında ABD buna itiraz etmedi, hatta destekledi.

Daha ilginci, ABD kanlı bıçaklı olduğu rejim ordusunun ilerlediği alanlardaki IŞİD mevzilerinin bazılarını Rusya ile birlikte bombalayarak Suriye askerlerine alan açılmasını sağladı.

Aynı ABD, Mare’de IŞİD karşısında sıkışan Türkiye destekli muhaliflere havadan silah desteği de verdi. ABD, Türkiye’nin verdiği silah yardımını İncirlik’ten uçaklara yükleyerek Mare’de paraşütlerle muhaliflere ulaştırdı.

Bu dengeci politikalar, günübirlik değişen hesaplar karmaşık gelebilir. Ancak görünen o IŞİD’in biteceği bir Suriye’de – ki bu son o kadar uzak değil – muhalifler açısından iki ana cephe ortaya çıkacak.

Bunlardan biri Demokratik Suriye Meclisi (DSM) ve onun askeri gücü Demokratik Suriye Güçleri (DSG) olacak; diğeri ise Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) ile onun askeri gücü Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) veya ÖSO yerine yeni bir adla kurulacak farklı bir askeri güç olacak. Daha dikkat çekici olanı; Kürtler bu iki cephede de yer alacak.

Rojava’nın özgürlüğü için yoğun emek veren, ağır bedeller ödeyen PYD, TEV-DEM gibi siyasi kuruluşlar ile YPG ve YPJ askeri güçleri DSM ve DSG içinde olacak. Tüm gücünü diplomasideki ilişkilerinden, bölgedeki etkin devletlerin manevralarından alan ENKS ve PDK-S gibi oluşumlar ile bunların askeri gücü olarak öne çıkan Rojava peşmergeleri ise SMDK ile ÖSO içinde yer alacak.

Tabi başka bir dikkat çekici yön daha var. ENKS, şimdiye kadar bir etkisi olamasa da halen Cenevre’deki masada; PYD ve TEV-DEM ise sahada ciddi bir savaşın içinde olmasına rağmen henüz masaya oturabilmiş değil.

Elbet, bu dengelerden sonra masa yeniden düzenlenebilir. Ancak masa yeniden düzenlense bile çözüm o kadar kolay olmayacak gibi duruyor. Çünkü “asıl belirleyiciler” hala çelik çomak oynamaya devam ediyorlar.