Fehim Işık Ortadoğu’daki gelişmeleri değerlendirerek savaş konusundaki kaygılarını yazdı.

Ortadoğu’da en güvenli bölgenin Kürt bölgeleri olduğunu ifade eden Işık, “27 Şubat’ta ilan edilen ve tarafların tümünü olmasa bile Rejim ile Riyad Bileşenlerini Cenevre’de yeniden masaya taşıyan ateşkes, ABD ve Rusya’nın nüfuzlarını kullanmalarına rağmen işlemez durumda. Özellikle Halep’te ağır bir savaş yaşanıyor.

“Tarafların bir kısmı, özellikle de BM Özel Temsilcisi Stefan de Mistura ateşkes halen devam ediyor gibi davransa da sonuçta Suriye’de önemli oranda susan silahlar yeniden ağır biçimde konuşmaya başladı” ifadelerini kullandı.

Fehim Işık’ın Evrensel’de yayınlanan, Bölge kimyasal silah tehdidinde” başlıklı yazısı şöyle:

Ortadoğu’nun yakın zamanda karışıklıktan kurtulacağını düşünmek ham hayal. Bağdat’ın en güvenli bölgesi olarak bilinen Yeşil Hat’ın ve bu hat içindeki parlamentonun 30 Nisan günü Iraklı Şii Lider Mukteda Sadır yanlıları tarafından işgal edilmesi de gösterdi ki sorunun siyasal çözümü konusunda umutlar Irak’ta da giderek tükeniyor.

Siyasal çözüm için umutların tükendiği bir diğer yerin ise Suriye olduğunu biliyoruz. 27 Şubat’ta ilan edilen ve tarafların tümünü olmasa bile Rejim ile Riyad Bileşenlerini Cenevre’de yeniden masaya taşıyan ateşkes, ABD ve Rusya’nın nüfuzlarını kullanmalarına rağmen işlemez durumda. Özellikle Halep’te ağır bir savaş yaşanıyor.

Tarafların bir kısmı, özellikle de BM Özel Temsilcisi Stefan de Mistura ateşkes halen devam ediyor gibi davransa da sonuçta Suriye’de önemli oranda susan silahlar yeniden ağır biçimde konuşmaya başladı.

Hem Irak’ta, hem Suriye’de genele oranla en güvenli bölgelerin Kürt halkının yaşadığı coğrafya, yani Rojava ile Irak Kürdistanı olduğu kuşku götürmez. Kürdistan coğrafyasına saldırılar var. Özellikle DAİŞ, Kürt mevzilerine, kent, kasaba ve köylerine fırsat buldukça saldırıyor.

Buna rağmen her iki bölgede ciddi bir askeri organizasyonun olması, halkın kendi yaşam alanlarını koruma konusunda kararlılık göstermesi, en önemlisi de Kobanê ve Şengal gibi iki merkezin DAİŞ işgalinden kurtarılmasının verdiği ciddi öz güven, bu coğrafyaların nispeten güvenli alanlar olmasını sağlıyor.

Kürdistan’da en ciddi sorun, hem Irak ve Suriye’nin geneline nüfuz etmede yaşanan sıkıntılar, hem de Rojava ve Irak Kürdistanı’ndaki iç siyasal sorunların henüz çözülememiş, iki bölge arasında güçlü bir iş birliğinin sağlanamamış olmasıdır.

Kürtlerin kendi aralarındaki sorunları çözmekte gösterdikleri eksiklik de dahil tüm bu sorunları birlikte ele aldığımızda bölge halklarının bazı devletleri sorumsuz davranmakla, ağırlıkla üç devleti de düşmanca tutum geliştirmekle suçladığını, görüyoruz

Bölge halkları ABD ve Batı Avrupa devletlerini sorumsuzlukla suçluyor. Düşmanca tutumları nedeniyle öne çıkan devletler ise Suudi Arabistan, Türkiye ve İran. Arada bu devletlere Katar ve Ürdün’ü de katıyorlar.

Irak’taki karmaşadan birici derecede sorumlu olduğu ilan edilen devlet İran. Irak Şiilerinin İran’la geçmişe nazaran daha mesafeli bir ilişkiyi tercih etmeleri, İran’ın askeri olarak da ciddi bir gücünün olduğu Irak’a müdahalesini arttırdığı iddialarını beraberinde getirdi. Irak’la ilgili bir diğer önemli iddia ise Suudi Arabistan ve Türkiye’nin İran’la nüfuz yarışına girdiği ve kendilerine yakın güçler oluşturup bölgeye müdahale ettiklerine yönelik.

Tüm bu yaşananlar, başta da belirttiğimiz gibi sorunun siyasal çözümünü giderek zorlaştıran önemli bir etken. Bu, bölge devletlerinin vekaleti ile savaşan, çoğu çete olmaktan bir adım öteye gitmeyen silahlı güçlerin daha pervasız davranmasını beraberinde getiriyor.

Sorumlu peşine düşünce bulmakta zorlanmayız ama hepimiz biliyoruz ki tüm bu sorunların anası, 1916’nın mayıs ayında eline cetveli alıp sınırları çizen Sykes ve Picot’tur... Şimdi yaşanan ise Sykes ve Picot’un Batı adına çizdiği suni sınırları koruma güdüsü ile hareket edilmesidir. Bu realite, sorunun masada çözümünü de zorlaştırıyor.

Tarafların sorunu uzlaşarak çözmeleri zorlaştıkça öne çıkan savaşın büyümesidir. Sahadaki yenişemezlik durumu, daha doğru bir anlatımla bölgedeki askeri güçlerin destek aldıkları bölge devletlerinin müdahalesiyle ha bire mevzi kaybedip mevzi kazanmaları, giderek kitle imha silahlarının, özellikle kimyasal silahların daha etkin kullanımını da beraberinde getirebilir.

Durum bu iken insanın aklına şöyle bir soru gelmiyor değil; Yoksa bölge halkının sitem ettiği devletler, özellikle de bu devletlerin kontrolünde olan BM, bölgeye müdahale için kitle imha silahlarının kullanılmasını mı bekliyor?