M. Serdar Korucu / CNN TÜRK

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığı seçim yarışında 5 muhalefet partisinin ortak adayı Ekmeleddin İhsanoğlu'na isim vermeden yaptığı en sert eleştiride kullandığı "monşer" nitelemesi gözleri eski tartışmalara çevirdi. Başbakan'ın ilk olarak 2009 yılında kullandığı "monşer" ifadesi, Türkiye'de kimi zaman "Batı özentisi" içinde bulunanları eleştirmek için kullanıldı kimi zamansa Mustafa Kemal karşıtlarını hedef almak için…

Başbakan Erdoğan'ın "monşer" çıkışını ilk kullanması 2009 yılında Davos'ta İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e yönelik "One Minute" çıkışını yapmasıyla başladı. Başbakan, İstanbul'a döner dönmez yaptığı çıkışı ile emekli diplomatları "monşer" sözü ile hedef aldı:

"Ben bazı emekli diplomatların anladığı dilden konuşmam. Ben diplomasiden gelmiş birisi değilim. Ben siyasetten gelmiş birisiyim. O diplomatların, hele hele monşerlerin adetini pek bilmem. Bilmek de istemem."

Son olaraksa aynı ifadeyi Pazar günü Cumhurbaşkanlığı seçim yarışında ikinci mitingini düzenlediği Erzurum'da isim vermeden "Cumhurbaşkanı yol yapmaz" diyen aday Ekmeleddin İhsanoğlu'nu eleştirirken kullandı:

"Bir cumhurbaşkanı adayına soruyorlar siz yollarla ilgilenecek misiniz? O aday da diyor ki 'ben cumhurbaşkanıyım benim yollarla ne işim var.' Allah Allah. Cumhurbaşkanının yolla, metroyla, tünellerle işi olmaz mı? Bunlar monşer. Monşerlerin bu tür şeylerle işi olmaz"

Fransızca'da "Azizim, dostum" anlamında kullanılan bir seslenme ifadesiyken Türk Dil Kurumu'nun da belirttiği gibi sıfat olarak kullanıldığında "davranışlarında Batı özentisi içinde bulunan"ları niteleyen "monşer" kelimesi Türkiye'de köklü bir geçmişe sahip. Özellikle de eleştiri kültüründe…

"Monşer" ifadesi 1930'ların gazetelerindeki bulmacalarda "başımızın üstündekiler, azizim" diye yanıt bulsa da arkasındaki anlamı herkes biliyordu. Toplumun küçük bir kesimini temsil ediyordu "monşer"ler. Batı'ya yakın olan, yakın durmayı tercih eden, böyle yetişmiş bir kesimi. Bu nedenle imreniliyorlardı aslında. Öyle ki bazı eğlence mekanları ilanlarını onlar üzerinden yapıyordu:

Ancak her özenilen kesim gibi eleştirilerin de hedefinde yer alıyorlardı. Toplumun büyük kesimi yokluk içindeyken varlık içinde yüzdükleri düşünülerek "mutlu azınlık" olarak niteleniyor, haklarında fıkralar yazılıyor, karikatürler çiziliyordu:





Haklarındaki en sert eleştiriler ise Osmanlı'daki aydınların geleneğini sürdürerek Türkçe yerine Fransızca'yı ağırlıklı olarak kullanmalarıydı.

"Dün gece Beyoğlu'nda "Ambasadör" dedikleri bu yere gittim. İsminden başka hiçbir tarafı bana alaka vermeyen bu yerde oturduğum kadar düşündüm: Sahibinin Türk olduğu söylenen bu müessesenin adı neden "Ambasadör"dür?

Türkçe'yi tamim etmek istediğimizi söyleyip duruyoruz; fakat Türkiye'de Türkler Türkçe konuşmazlarsa, Türk ticarethaneleri Türkçe isim koymazlarsa Tatavla'ya Kurtuluş demenin ne hikmeti kalır? Meşhur semt isimlerini Türkçeleştiren Cemiyeti umumiyei Belediye lisanımıza dil encümeninden daha fazla hizmet etmiş oluyor. Nespa monşer?" - 1930 - Cumhuriyet - Server Bedi

"Nadiren Beyoğlu'na geçtiğim vakitler oradaki kahvelerden birine girip beş on dakika geleni, geçeni seyrederek dinlemek adetimdir. Kaç defa arkamdaki masada sütbesüt Türk olduklarını bildiğim gençlerin gerek kendi aralarında ve gerek garsonla muhaverelerinde Frenkçe kullandıklarını duymuşumdur. Hem de bari konuştukları dil düzgünce ola!...

- Okumuyorum monşer! Bizim jurnallar… Sa növopa lapen!.. diyen yarım Türkler maalesef epey vardır." 1934 - Cumhuriyet - Ercüment Ekrem

Fakat yeni cumhuriyetin "monşer"lere yönelik tek eleştirisi Türkçe kullanımı ya da Batı'ya yakınlıkları üzerinden değildi. "Aydın"lara yönelik tepkiler de bu ifade üzerinden yapılıyordu. Özellikle de Mustafa Kemal'e yönelik eleştiride bulunanlar:

"Ölümünden otuz yıl geçtikten sonra, baş parmağınızı yeleğinizin koltuğuna sokup, diğer parmaklarınızı da havalandırarak "Monşer Atatürk… diye başlayıp, o da şunu bunu yapamadı" diye eleştirilerde bulunmak, belki fikir özgürlüğüne aykırı değildir ama ne insafa, ne Türk vatandaşı bakımından insanlığa ne de ahlaka sığar" 1970 - Cumhuriyet - Cihad Baban

Türkiye medyası için bürokratları ve diplomatları "monşer" olarak nitelemek, halkın oylarıyla seçilen milletvekilleri arasından Dışişleri Bakanlığı'na getirilenlerin toplumdan ayrı olmadıklarını nitelemek için de kullanılıyordu:

"Monşer"lere yönelik en sert eleştiriyi yazansa 1997 yılında Attila İlhan olacaktı.

"Emperyalizm Osmanlı'yı çökertmek için önce Hıristiyan tebaasını Osmanlı kültür sentezinden kaydırmıştı; önce onlar alafrangalaşır, bilahare XIX. Yy. Osmanlı intelligentsia'sı onların yaşamına özenecektir: Felatun Bey Efruz Bey ve diğerleri! Halkımızın "monşer" ya da monbey adını taktığı bu münevver muhitinin Osmanlı'ya bulabildiği çıkış yolu mütarekede meydana çıkmıştır: ya Amerikan mandası ya İngiliz himayesi!"