Artı Gerçek yazarları Armağan Kargılı, İnci Hekimoğlu, Koray Düzgören, Eser Karakaş ve Artı TV programcıları Ayşe Yıldırım ile Erk Acarer'in katıldığı "Artı Gerçek" programındaki gündemdeki gelişmeler Ragıp Duran'ın sunumuyla ele alındı. 

Programın ilk bölümünde, Almanya'da yaşayan muhaliflere yönelik baskı ve tehditler ile Merkel'in Türkiye politikası, Türkiye'de gündeme gelen fon alan medya kuruluşları ve Pegasus yazılımı konusunda yorumlar yapıldı.

Erk Acarer, kendisiyle ilgili son durum hakkında bilgi verdi ve "Soruşturma derinleştirildi. Güvenlikle ilgili bir problemim yok. Bana yapılan saldırıyı sadece kişisel değerlendirmek istemiyorum" diyerek "Almanya'nın göçmenler için fon ayırması ve Merkel'in kendisinden sonra gelecek yönetime 'Erdoğan'la iyi geçinin' mesajı vermesi, dünya siyasetinin yaratılan diktatörler açısından ne noktada olduğunu gösteriyor. Türkiye'de Kürt işçilere yönelik ırkçı saldırılar var, göçle ilgili kaygılarımız var. Bunların bir bütün olduğunu düşünüyorum. Hissettiğim ve üzüldüğüm ülke ve dünya siyaseti aslında" ifadelerini kullandı. 

'ERDOĞAN NE ZAMAN SIKIŞSA MERKEL HEP YANINDAYDI'

"Berlin-Ankara ilişkileri açısından seçimden sonra nasıl bir manzarayla karşılaşmamız mümkün?" sorusuna yanıt veren Armağan Kargılı ise "Merkel bugüne dek Türkiye'ye ilişkin politikasında hep Erdoğan'a destek verdi, hem de en zor zamanlarında. Erdoğan'ın ne zaman başı sıkışsa Merkel hep yanındaydı. Merkel bunu sadece Erdoğan için yapmadı, dünyadaki bütün sağ politikacılar için yaptı. AB'nin bugün göçmen politikaları konusunda giderek sağcılaşan, Polonya, Romanya, Macaristan gibi ülkeler için Kopenhag Kriterleri'nden söz etmeyen bir görüntüsü var. Buradan baktığımız zaman Merkel dünyada sağın temsilcisi, sağ siyasetlerin önemli bir destekçisi noktasında. O nedenle Almanya'daki bu saldırıları bağımsız olarak düşünmeyelim. Seçim öncesi verdiği 'Türkiye'nin AB'ye üye olacağını düşünmedim' mesajı aslında 'Erdoğan'ı kullandım; göçmen politikalarında iyi bir tıkaç oldu' mesajı veriyor" diye konuştu.

'TÜRKİYE'NİN BU KADAR AŞAĞILANDIĞINI HİÇ GÖRMEMİŞTİM'

Eser Karakaş da aynı noktadan devam ederek "68 yaşındayım. Bugüne kadar Türkiye Cumhuriyeti hükümetlerinin ve o hükümetler üzerinden Türkiye'nin bu kadar aşağılandığını hiç görmemiştim; hem ABD hem Almanya tarafından. 'Taliban'la aynı ilkeleri paylaşıyoruz' diyen bir yönetim var; ne Kopenhag Kriteri? Yani Merkel AB'ye ve dünyaya ciddi kötülükler de yaptı. Ama ben hep aynı yöntemi kullanırım: Başkalarından önce kendimizi değiştirmek lazım. Merkel ve AB Türkiye'ye bekçilik yaptırıyor ve buna da AKP içinden 'Bu nasıl bir şey Cumhurbaşkanım, buna bir tepki gösterin' diyen yok. Almanya'dan gelen şey; 'Biz sana para veriyoruz. Sen orada 5 milyon mülteciyi al, 2 milyon Afgan'ı al, orada bir kulübe inşa et bunlara, dolayısıyla sizle aramız çok iyi, bu böyle gidecek. AB'yi filan unutun' diyor. Aynı şekilde Biden da Türkiye'yi aşağılıyor. Afganistan'dan çekilirken Türkiye'ye 'gel buraya' diyor. Tabii bizimkiler milliyetçi olduğu için Biden'ın 1915'le ilgili aldığı kararla aşağıladığını söylüyorlar. Bu tarihsel bir oldu. Ama aynı şeyi Biden da söylüyor, 'Ben sana para veririm, sen Kabil Havalimanını müdafaa et' diyor. Bir ülkenin düşebileceği bundan daha korkunç bir durum olabilir mi?" diye konuştu. 

'BU 'SİZİ SUSTURACAĞIZ' DEMEKTİR'

Türkiye'deki muhalif medya organlarına "fon aldıkları" gerekçesiyle yeni bir baskı uygulanacağının sinyali konusunda görüşlerini paylaşan Ayşe Yıldırım ise "Erk'e yönelik saldırı, yurt dışında yaşayan muhaliflere yönelik tehditlerin bir devamı diye bakmak lazım. Yani korkutup sindirmek, susturmak amaçlı bir şey. Şimdi burada Oda TV ilk bunun işaret fişeğini attı ve onların tavrı da sorgulanmalı. Biraz danışıklı dövüş diye görüyorum. Peşinden fon aldığı için bu kuruluşları eleştiren bağımsız gazeteci 'arkadaşlarımız' oldu. Onlar da iktidarın ekmeğine yağ sürdüler. Peşinden de Fahrettin Altun'un açıklaması geldi. Ardından RTÜK bunu 'milli güvenlik sorunu' olarak addetti. Yetmedi, A Haber liste yayınladı ve Saray medyası içinde yer almayan herkesi koydu buraya. Yetmedi, Akit gazetesi yayınladı. Bu şu demektir: Sizi susturacağız" diye konuştu.

'TÜRKİYE'DEN EN FAZLA ABD FONU ALAN KURULUŞ TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ'

"Burada 3 nokta daha var" diyen Ragıp Duran ise "Fon alan kuruluşların neredeyse hepsi muhalif yayın yapanlar. Zaten fon talep etmek için barış, demokrasi, basın özgürlüğü gibi bir takım temel kriterler var. Biz o kriterlerde hemfikir olduğumuz için başvurduk oraya. İkincisi, bugün Türkiye'de, ABD'nin resmi makamlarından veya STK'larından bütün bakanlıklar ve alt kuruluşları acayip fonlar alıyorlar, milyonlarla ölçülen bir şey. Türkiye'de en fazla ABD fonu alan kuruluş, biliyorsunuz,  Türk Silahlı Kuvvetleri. Milyar dolarla ölçülüyor onların aldıkları. Burada temel kriter şu: Gazetecilik. Normali şudur diğer ülkelerde, kamu fonları medyaya yardımcı olur. Ama Türkiye'de kamu fonları sadece yandaşlara gidiyor" şeklinde konuştu.

Programın devamında Pegasus casus yazılımı tüm detaylarıyla ele alındı. 

Programın ikinci bölümünde Kıbrıs ve Afganistan üzerinden yapılmak istenen siyaset değerlendirildi.

'BİR BASKIN SEÇİM ARAYIŞININ İŞARETLERİ'

Ayşe Yıldırım, bu konulardan önce, gelişmelerin bir baskın seçimin işareti verdiğini söyleyerek, bunları şöyle sıraladı: "Diyarbakır'da bir şey söylemedi ama oraya gitti. Geçtiğimiz günlerde OHAL düzenlemeleri uzatıldı. Erdoğan, daha birkaç gün önce Meclis açıldığında sosyal medyaya yönelik bir düzenlemeden bahsetti. Hatta orada bir terör propagandası yapıldığından ve muhalefetin de bunun üzerinden muhalefet yaptığını söyledi. Dolayısıyla bir susturma girişimi. Fonlar meselesi üzerinden yeni bir 'düzenleme' söz konusu. Yurt dışında yaşayan muhaliflere yönelik tehditler, saldırılar ve Kıbrıs ziyareti. Oraya kiminle gittiği çok önemliydi; Bahçeli ve Asiltürk. Ve orada Maraş'ın yeniden açılması üzerine söylediği sözler çok tepki aldı. Ama yapmak istediği şu: Tüm dünyaya meydan okuyan lider görüntüsü vermek. Bütün bunları üst üste koyduğumuz zaman, bir baskın seçim arayışı olabilir diye düşünüyorum."

'ERDOĞAN'IN YENİ PAZARLIK ALANLARI AÇMAYA YÖNELİK HAMLELERİ'

Erdoğan'ın Kıbrıs ziyaretini iç politika açısından değerlendiren İnci Hekimoğlu ise "Hem iç, hem dış politika açısından boyutları var. Aslında oraya gitmeden önce havuz medyasına düşen bazı haberler vardı: Dargeçit Havalimanı'nın kalıcı olarak açılması ve F-16'lar için kullanılacağı iddiası. Hatta bir deniz üssü kurabileceğinden de bahsediliyordu. Tabii ki bunları yerine getiremedi. Ama bunların iç politikaya dönük olmaktan çok Erdoğan'ın dış politikaya yönelik her zaman varolan bir 'oldu-bitti'ye getirip yeni pazarlık alanları açmasının devamı gibi görüyorum. Zaten ABD'ye ve BM'ye karşı Maraş'ta iddia ettiklerini yapabileceğini sanmıyorum" diyerek şöyle devam etti:

"Bunların tabii ki bir de iç politikaya yönelik stratejisi var. Kıbrıs'ın, Türkiye Cumhuriyeti tarafından hep karanlık alanlarda kullanıldığını biliyoruz. Kıbrıs konusu, iktidarın Kıbrıs'a, moda deyimle, bir 'çökme' ve uydu vilayet haline getirme çabası. Aynı zamanda bu şu anlama da geliyor: Türkiye Cumhuriyeti, çeşitli kriminal işlerle kazanılan kaynakların Kıbrıs üzerinden aklamaya çalışıyor. Ayrıca, AKP'ye bağlı olarak Kıbrıs'ta da bir anayasa ve rejim değişikliği hedefleniyor. Kıbrıs'ta çok güçlü bir muhalefet var. Ancak orada da toplumu 'milli' ve 'Rum ajanı' olarak ikiye bölmeye çalışıyorlar."

'DOĞU AKDENİZ'DE 'PAŞA PAŞA' GEMİLERİ GERİ ÇEKTİĞİ GİBİ KIBRIS'TA DA GERİ ADIM ATACAK'

Koray Düzgören ise "Kıbrıs, dünyanın en uzun süreli çözülmemiş meselesi olarak ortada. Bunun temel nedeni Türk devletinin yaklaşımı. Erdoğan'ın yaptığı hamle çok orijinal değil. Geçmişte de iktidarlar sıkıştıkları zaman, içeride hamaset ve seçim malzemesi yapmak istedikleri zaman Kıbrıs meselesini gündeme getirmişlerdir. Türk devleti, 'Adaya çıkıldı, buradan asla geri adım atılmayacak' anlayışını benimsemiş durumda. Dolayısıyla bunun dışında yapılan politikaların hepsi garnitür şeklinde. Erdoğan, neden bunu tekrar ediyor? Tatar gibi hiçbir kapasitesi olmayan bir adamı önce başbakan, sonra cumhurbaşkanı yaptılar. Bu, Erdoğan'ın iktidarını kurtarmak için sarıldığı dallardan bir tanesi. Kıbrıs'ta yapamayacağı şeyler üzerinden vites yükselterek geri adım atacağı bir alan açtı. Bu 'efelenmesiyle' içeriye de mesaj verdi. BM ve bütün dünyanın karşı çıkmasıyla da mazlum ve mağdur rolüne de bürünecek. Ama Doğu Akdeniz'de 'paşa paşa' gemileri geri çektiği gibi burada da (Kıbrıs) geri adım atacak" yorumunu yaptı.

'İÇ ÇATIŞMALARIN OLDUĞU BİR BÖLGEDE SADECE HAVALİMANINI KORUMAK PEK MÜMKÜN GÖRÜNMÜYOR'

Hekimoğlu, "Taliban rejimiyle benzerliği Türkiye'deki muhafazakar kesimlerin kabul edeceğini hiç zannetmiyorum. Boşa oynanmış bir koz gibi geliyor bana. Erdoğan'ın yeni seçmen kazanmak gibi bir derdinin olduğunu sanmıyorum" dedikten sonra Ragıp Duran ise "Anlaşılan Erdoğan Taliban'ın değerlerini paylaşıyor ama Taliban Erdoğan'ın değerlerini paylaşmıyor" yorumunu yaptı. Duran, "Ben yıllar önce Kabil'e gittim. Havalimanı merkeze yaklaşık 12 kilometre uzaklıkta. İç çatışmaların olduğu bir yerde sadece havalimanını korumak yetmez, oraya gelen yolcuların güvenliğini sağlamak adına o bölgenin tamamını kontrol etmek gerekir, ki bu pek mümkün görünmüyor" yorumunu yaptı.

'ERDOĞAN KENDİ İKTİDARININ BEKASI İÇİN AFGANİSTAN BATAKLIĞINA DOĞRU HAREKET ETMEK İSTİYOR'

Düzgören ise "Erdoğan şuna güveniyor: 'Ben IŞİD'le, El-Nusra'yla anlaşmış adamım; Taliban'la haydi haydi anlaşırım.' Nitekim, Taliban ve Erdoğan'ın son açıklamalarına bakınca 'al gülüm, ver gülüm' olduğunu görüyorsunuz. Taliban iktidara gelecek ve Türkiye'de ortak çalışacak. Ha, Batılılarla ilişkiler ne olur o zaman, o ayrı mesele. Ama şunu görmek gerekir: Afganistan bir bataklık. ABD orada 20 sene savaştıktan sonra çekiliyor. Erdoğan kendi iktidarının bekası için Afganistan bataklığına doğru hareket etmek istiyor. Bütün mesele bu" diye konuştu.

Kaynak: Artı Gerçek