Üzerine yapışan bir soygun ve cinayet suçlaması; beraat, derken birden müebbet... Almanya'da yaşayan yazar Doğan Akhanlı, son İstanbul gününde 'Neden o?' sorusunu cevapladı.

PINAR ÖĞÜNÇ / Radikal

Sabaha karşı 3 gibi bir mesaj geliyor, “Sorun yok” diyen. Çünkü bir sorun olabilirdi. Almanya’da yaşayan Türkiyeli bir yazar, Türkiye’den çıkamayabilirdi. Engel yokken çıkamayabilirdi. Kaldı ki Doğan Akhanlı’nın günlerden, aylardan beri içini kemiren bu vesvese yeterdi.

1989 sonbaharında silahlı üç kişi bir döviz bürosuna daldı; bu bir soygundu. Arada ne olduysa, açılan ateşte dükkânın sahibi Yaşar Tutum, oğulları Mustafa ve Ünay’ın gözlerinin önünde öldürüldü. Olay yerinde bırakılan bir çanta, içinden çıkan notlar, sonra işkence altında alınan bir ifade ve nasıl oluyorsa dört yıl sonra Akhanlı’nın dosyaya dahil edilişi… Peki neden?

Doğan Akhanlı, sol bir geçmişten geliyor. 1980 öncesinde Türkiye Devrimci Komünist Partisi üyesiydi. 1975’te sol bir gazeteyi satın alırken bayinin önünden alınıp karakolda hırpalandığı da oldu, cezaevine girmişliği de var. 1985’te açılan davada, kaldırılan 141. maddeden yargılanarak, sonradan eşi olacak Ayşe Akhanlı ile birlikte 6 yıl 8 ay ceza almıştı. Cezaevinde evlendiler. İki buçuk yıl sonra tahliye...

Bu soygun yaşandığında, cezaevinden çıkmış, yeni bir hayat kurma peşindeydiler. Ayşe Akhanlı bir gazetede, Doğan Akhanlı bir avukatlık bürosunda çalışıyordu. Küçükyalı’da yaşadıkları ev belliydi. İkinci çocukları doğmuş, oğulları mahalle ilkokuluna başlamıştı. Yani ‘kayıtlı’ bir hayat sürüyorlardı. Fakat yargılandıkları davadan bir biçimde Ayşe Akhanlı’nın eksik cezasının çıkması, askerlik problemleri ve de Türkiye’de hayatın onlar için zorlaşması nedeniyle Almanya’ya yerleşmeye karar verdiler. 1991’in sonunda iltica başvuruları kabul edildi. 1993’te Akhanlı’nın ismi malum soygun dosyasına girmişti. Ölen Yaşar Tutum’un oğullarından birinin, cinayeti işleyeni teşhis ettiğine dair ifadesi vardı ama hangi fotoğraftan teşhis ettiği muğlaktı. Daha doğrusu bu sonradan ortaya çıkacaktı. Akhanlı ‘Türkiye Halk Kurtuluş Partisi/Yeniden Kuruluş Birliği-Halk Kurtuluş Güçleri’ denilen, bilinen eylemi, manifestosu, kaydı olmayan bir örgütün üyesi olmakla suçlanıyordu. Her şeye rağmen nasıl oluyorsa hakkında tutuklama kararı da yoktu. 2008’e kadar.

‘ÖLDÜREN BU DEĞİL’

Buluştuğumuzda İstanbul’daki son günüydü. Bana anlatırken bir yandan içtiği kahveye, Beyoğlu’nun kalabalığına, içten içe İstanbul’a da veda eder gibi miydi? Gece o uçağa binmeyi başarırsa bir daha dönemeyebilirdi de.

Almanya’da her şeye sıfırdan başladılar. Akhanlı yazmaya başlamakla kalmadı, Almanya’da tanınan da bir yazardı artık. 20 yıl sonra onu Türkiye’ye döndürense babasının hastalığı oldu; durumu ağırdı. 10 Ağustos 2010’da havalimanına iner inmez tutuklandı. Bir soygun ve cinayetle suçlanıyordu. “Alakam yok” dedi, savunma yapmayı reddetti. ‘O gün neredeydin?’ diye bile sorulmadı kendisine. Cezaevinde geçirdiği dört ay sırasında babasının ölüm haberini aldı. Yetişememişti.

Çıkarıldığı ilk duruşmada, olayın da şahidi olan ölen şahsın oğulları netti; “Babamızı öldüren bu insan değil” dediler. Savcı beraat istedi, oybirliğiyle beraat etti. Uzun lafın kısası gelsin, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı da Akhanlı’nın suçsuzluğunu savunurken karar şubat sonunda 9. Ceza Dairesi tarafından bozuldu. Ölen kişinin oğulları “Bu değil” derken, inanılmaz gerekçeler sunuldu: “Aradan geçen 21 yıllık süre, sanığın fiziki görünümünün tümüyle değişmiş olması, mağdurların halen aynı bölgede aynı işle iştigal etmeleri, terör örgütünün muhtemel eylemlerinden çekinmeleri..” Sözü edilen örgüt, emniyet kayıtlarına dahi en son 1993’te girmişti, Akhanlı’nın ismini verenin işkence altında konuştuğu kayıtlıydı. Fakat kaset başa döndü, Akhanlı için ağırlaştırılmış müebbet... Cezası kesinleşmeden İstanbul’dan sorunsuz çıkabilirdi, peki sonrası? Niye çokça Pınar Selek’i hatırlatıyorlardı ona?

NEDEN BEN?

‘Neden ben?’ diye isyan ediyor mu diye sordum: “Babam ölünceye kadar isyan duygusu oluşmamıştı. Hatta tutuklanmamı da meşru görmüştüm. Çünkü ortada bir soygun iddiası, ölen biri vardı. Öldürülmüş bir insanın failini bulma yükümlülüğü devlettedir. Ama görgü tanığı olan mağdurun oğulları kesin bir şekilde beni teşhis etmemesine rağmen serbest bırakılmayınca, üzerine göremeden babam da ölünce, beni yurtsuzluk hissine iten o isyan duygusu belirdi.”

Bir daha sordum: “Peki neden siz?” Uzunca bir cevabı vardı: “Bence hakkımdaki araştırmalarda tehlikeli konularda yazdığım ve insan hakları savunucusu olarak aktif faaliyette olduğum ortaya çıktı. Birden gazete kupürleri toplanmıştı. Benim için ‘1915 soykırımı üzerine ilk romanı yazdı’ diyen haberler vardı. Almanya’da yüzleşme üzerine yaptıklarım hakkında haberler çıkmış. Şöyle oldu: Örgüt üyesiydi, yurtdışına gitti, sesini kesebilirdi, onun yerine olur olmaz konularda konuşuyor. Bunu affetmek istemediler. Örgüt üyesi olsaydım, daha kolay kurtulacaktım bu işten gibi geliyor. Gerek istihbarat örgütleri, gerek soruşturmaları yürüten savcılıklar eminim hiçbir organizasyonla ilişkim olmadığını biliyorlar. Şu önemli. 1993’te polis beni zanlı durumuna düşürdüğü halde, 2008’e kadar hakkımda tutuklama kararı verilmiyor. Bu da tuhaf. Sonra fikirleri değişiyor niyeyse. Sen Ermeni soykırımı hakkında yazdın diye seni böyle süründürüyoruz diyen yok. Kendimi savunma çabası bile beni küçülten bir duygu veriyor.”

Diğer yandan özellikle soykırım ve yüzleşme meselelerine dair tüm makalelerinin önemini yitirdiği kanısında. Türkiye’nin artık 1915’te neler yaşandığını konuşabildiğini düşünüyor. Başka bir hukuk pratiğinden söz ediyor: “Kullanılan hukuk dili ama olaya yaklaşım hukuki değil. Tek örnek değilim. Ergenekon davasında bile yığınla hukuksuzluk var. Kim devlet adına cinayet işledi, kim darbeciliği savundu, kim bu kargaşanın kurbanı; bence kamuoyu bunları karıştırmış durumda. Çok cinayet işleyenlerle hiç katılmadığım şeyler savunanlar bir arada. Demokrat olmamak suç değildir, darbeciliği savunanı sadece eleştirebilirsin ama tutuklayamazsın.”

ALMANCA AĞLAMAK

Ruh halinin neye benzediğini en iyi ‘dil’i anlatıyor. Şöyle ki... Cezaevinden çıktığında Alman Süddeutsche Zeitung gazetesinin muhabirine söyleşi veriyor. Ve ilginçtir, babasının hasta olduğunu öğrenerek gelmiş, tutuklanmış, cezaevine girmiş, babasını göremeden kaybetmiş, beraat etmiş ve ilk kez o gün her şeyi Almanca anlatırken ağlamaya başlıyor. O söyleşi ‘Türkçe ağlayamayan adam’ başlığıyla çıkmış zaten.

Aynı hastalığın bir emaresi daha var. Akhanlı edebiyat dili Türkçe olan, Türkçe yazan bir yazar. Almancayı 35’inden sonra öğrenmiş. Fakat cezaevinden sonra ilk kez Almanca iki tiyatro oyunu yazmış. Biri sahnelenmiş, diğeri yolda. “Demek Almancaya sığınmışım. Sürgüne karşı mücadele olarak, Almanya’ya döndüğümde büyük hırsla Türkçeye yöneleceğimi, yazabileceğim en iyi Türkçe romanı yazacağımı düşünüyorum” diyor.

Cezaevi sonrası Türkiye’yi tamamen terk etmek, bir daha da dönmemek istemiş. Şavşat’taki köyüne gidene kadar... “Dönmeden babamın, annemin, ağabeyimin mezarlarını görmem gerekiyordu. O yolculuk Türkiye’yle bağımı tekrar kurdu. Köydekiler, komşular… O zaman tek bir Türkiye olmadığını, politik bir klik yüzünden ülkenin tamamıyla bağını koparmanın insanın kendi kendini sürgüne yollaması demek olduğunu düşündüm. Bir kez sürgüne gitmiştim, ikincisini istemiyordum.”

Önceden planlanmış, tam gideceği akşama denk gelmiş. O cuma akşamı, 1999’da basılan ve hayatını değiştireceğini bildiği, Ermeni soykırımına dair romanı ‘Kıyamet Günü Yargıçları’ndan parçaların okunduğu bir performans yapıldı. Ayça Damgacı, Berfin Zenderlioğlu, Esmeray, Sevag’ın annesi Ani Balıkçı ve Doğan Akhanlı...

Sabah da “En sistematik ve sınırsız şiddetiyle yüzleşmeyen Türkiye’nin yeni mağduriyetlere yol açacağını, bizi de sonsuza kadar utanç içinde bırakacağını düşünüyordum” diyerek yazdığını anlatmıştı o romanı.

Beraat ettiği davadan ‘ağırlaştırılmış müebbet’ istenen Akhanlı’nın davası tekrar görülebilir.

AĞIRLAŞTIRILMIŞ MÜEBBET İSTENİYOR

Doğan Akhanlı, 1989’da işlenmiş cinayetten ötürü yargılandığı davadan beraat etmiş, Yargıtay Cumhuriyet Savcılığı da “Suçsuzdur” demesine rağmen, beraat kararı 9. Ceza Dairesi tarafından 27 Şubat 2013’te bozulmuştu. Karar uyarınca Akhanlı’ya eski TCK’nın 146. maddesinden ‘ağırlaştırılmış müebbet’ verilmesi isteniyor. Ceza kesinleşirse, şu anda Almanya’da olan Akhanlı Türkiye’ye dönerse tutuklanacak.