12 Eylül döneminde Devrimci Sol Ana Davası’ndan yargılananlar, 4 Nisan’da Ankara’da yapılacak 12 Eylül darbesinin baş aktörleri Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya’nın yargılanacağı davaya müdahil olarak katılma talebinde ve dönemin sorumluları hakkında suç duyurusunda bulundular. Devrimci Sol Ana Dava Sanıkları, ‘Siyasi davalar tıkanan demokratik sürecin açılmasına hizmet etmelidir’ uyarısında bulunan bir de açıklama yaptılar.

 

Başvuru tarihinin Mahir Çayan ve arkadaşlarının Tokat Niksar Kızıldere köyünde katledildiği 30 Mart'a denk gelmesi dikkat çekti.

 

İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi kanalıyla Ankara 12. Ağır Ceza mahkemesi başkanlığına iletilen başvuruda sanıklar Ahmet Kenan Evren ve Ali Tahsin Şahinkaya’nın suçları şöyle sıralandı:

 

TC Anayasasının tamamını veya bir kısmını değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya ve anayasa ile teşekkül etmiş olan TBMM’ni ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasına engel olmaya cebren teşebbüs etmek, insanlığa karşı suç işlemek, işkence ve işkencede ölümlere sebebiyet vermek, yargıya müdahale etmek sureti ile ölüm kararları verdirmek.

 

AÇIKLAMALAR

Devrimci Sol Ana Dava Sanıkları davaya müdahil olarak katılma ve suç duyurusu gerekçelerini şöyle açıkladılar:

 

Sanıkların öncülüğünde 45 milyon halka karşı gerçekleştirilen 12 Eylül 1980 faşist darbesini takiben Devrimci Sol Ana davası kapsamında tutuklanıp İstanbul 2 Nolu sıkıyönetim Askeri Mahkemesininve Üsküdar 1.Ağır Ceza Mahkemesinin dosyalarıyla yargılandık. Ülkemizin demokrasi mücadelesine omuz veren bir yurtsever devrimci olmam nedeniyle darbe sürecinde uzun süre tutuklu kaldık. Sanıkların gerçekleştirmiş olduğu suça konu eylemler nedeniyle zarar görmüş olmam gözetilerek ve aşağıda belirtilen gerekçeler doğrultusunda davaya müdahil olarak kabulümü talep ediyoruz.

 

SİYASİ DAVALAR TIKANAN DEMOKRATİK SÜRECİN AÇILMASINA HİZMET ETMELİDİR:

Büyük siyasi davalar, geçmişte topluma dayatılmış olan kötülüklerle hesaplaşabilmenin ve uygarlaşma yönündeki engellerden kurtulabilmenin olanaklarını yaratabilen platformlardır.

 

Böyle davalar günü kurtarma, uluslararası güç odaklarına şirin görünme kaygısıyla, siyasi rantlara kurban edilmediği takdirde, toplum hukuk dahil her alanda ileri götürülebilir. Böyle davalara tarihte onlarca örnek verilebilir.

 

Emile Zola, Dreyfus davası sürecinde “itham ediyorum” adlı makalesi ile, Fransız hukuk, siyaset ve toplum yapısını sert bir şekilde eleştirmiş, bu eleştiri zemininde gelişen süreç, Fransa’da ciddi toplumsal değişme ve dönüşmelere ortam oluşturmuştur.

 

İkinci dünya savaşı sonrasında Nürnberg mahkemesinin uluslararası yargıçları, yargılama sürecinde milyonlarca insanın ölümüne neden olan Nazilere karşı kararlı davranarak, faşizmin uluslararası planda sadece siyasi değil, hukuki olarak da mahkûmiyetini sağlamıştır.

 

Yunanistan 1967 yılında gerçekleştirilen askeri cunta liderlerini yargılamıştır.

 

Latin Amerika’da birçok ülkede gerçekleştirilen askeri darbenin, yargılamalar yolu ile hesabı sorulmuştur.

 

Türkiye’de 12 Eylül 1980 tarihinde, askeri darbe yapılmıştır.

 

Askeri darbe, 45 milyon halka karşı işlenen suç niteliğinde olup, darbeciler bugüne kadar yargılanamamış, hesaplaşma yapılamamıştır.

 

12 Eylül 1980 darbesi, sadece 5 generalin emir komuta zinciri içinde yaptığı bir darbeden ibaret değildir.

 

12 Eylül’le hesaplaşma bu beş generalden yaşayan iki generale karşı dava açılarak bitirilebilecek bir süreç olamaz.

 

12 Eylülle hesaplaşmayı bu iki general ile sınırlamak, Türkiye’ye dayatılan büyük kötülükle hesaplaşma fırsatını heba etmek, uygar bir gelecek kurmaktan vazgeçmek, toplumu yanıltarak geri götürmek anlamına gelecektir.

 

12 Eylül 1980 askeri darbesini arka planı ile birlikte algılamadan, 12 Eylül 1980 tarihine giden süreci analiz etmeden, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşabilmek mümkün değildir.

 

12 Eylül 1980 darbesi, Türkiye’de gerçekleştirilen ilk darbe değildir. 12 Mart 1971 yılında gerçekleştirilen askeri darbenin eksik bıraktığı düzenlemeler, 12 Eylül cuntacıları eliyle tamamlanmış, Türkiye kalbinden hançerlenmiştir.

 

Emperyalizm, ülkemizde cuntacılar çatışması ve yarışması şeklinde gelişen 12 Mart 1971 darbesi ile istediği sonuçları alamamış, toplumu zapturapt altına alma bakımından ihtiyaç duydukları düzenlemeleri tam olarak gerçekleştirememiştir.

 

12 Mart 1971 darbesi, eşit, adil ve özgür toplum istemini bastırmayı hedeflemiş, idam sehpaları kurulmuş,3 devrimci idam edilmiş, onlarca katliam gerçekleştirilmiş, demokratik kitle örgütleri kapatılmıştır.

 

12 Mart 1971 darbesi ve ara rejim, onca zulmüne rağmen, Türkiye’de solun temsil ettiği eşit, adil ve özgür toplum istemini engelleyememiştir. 12 Mart 1971 sonrasında, demokrasi güçleri üzerindeki baskı, olanca yoğunluğu ile devam etmiştir.

 

12 Mart 1971 ile, 12 Eylül 1980 arasında, halka karşı uygulanan şiddet ve iftira politikası yoğunlaştırılarak sürdürülmüş, devlet tarafından korunan ve kollanan sivil faşist çeteler eli ile kanlı kırım ve katliamlar gerçekleştirilmiştir.

 

Öğrenci, öğretim üyesi, işçi, esnaf, binlerce insan katledilmiştir.

 

Sivas, Maraş, Çorum, 1 Mayıs 1977 ve 16 Mart 1980’de olduğu gibi, birçok kitlesel katliam gerçekleştirilmiş, devletin siyasi bürokratik kadrolarının büyük bir kısmı 12 Eylüle giden süreci ya bizzat oluşturmuş veya en amiyane deyimle seyirci kalmıştır.

 

1960 ve 1970’lerde Türkiye halkları, daha örgütlü bir toplum için, daha eşit ve özgür, daha adil ve barışçıl bir dünya için ayağa kalkmıştır. Bu süreci daha önce ve daha sonraki tarihlerde göremediğimiz örgütlü insan sayısı, sendikal mücadelenin yükselişi, dergi ve kitap sayısındaki artış ile de izlemek mümkündür.

 

Ancak bu toplumsal uyanış, dizginlenmemiş bir despotizm ve gerici milliyetçi söylem ile örgütlendirilmiş ölüm mangaları ile söndürülmeye çalışılmış, despotizmin yetmediği yerlerde devletin hoşgörü ve himayesi ile örgütlenen cinayet şebekeleri toplumu teslim almaya çalışmıştır.
Kasabalar, şehirler, okullar, mahalleler, fabrikalar, gerici milliyetçi güruh tarafından teslime zorlanırken, tarihinde ilk kez kendi gücüne güvenme becerisine ulaşmış olan halk, bu sürece var gücüyle direnmeye çalışmıştır.

 

Halkın ve devrimcilerin kendilerini olanca güçleriyle korumaya çalışması, 12 Eylül’e giden yolun taşlarını döşeyen güç odakları tarafından sağ-sol çatışması diye yutturulmaya çalışılmıştır.

 

Gerici, sözde milliyetçi, faşist ölüm mangaları kullanılarak darbe koşulları olgunlaştırılmıştır. “Darbe koşullarının olgunlaşması için bekledik” diyen Kenan Evren’in bu sözleri, sürecin özeti gibidir.

 

12 Eylül 1980 darbesinden hemen sonra, başta Anayasa Mahkemesi üyeleri olmak üzere, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organları üyeleri, temelden hukuksuz olan 12 Eylül darbesine karşı hiçbir tavır almamış, törenle darbeci generallerin önünden geçerek, onlara selam durmuş, darbecilere biat etmiştir.

 

Askeri darbeyi takiben, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin halk muhalefeti nedeni ile gerçekleştiremedikleri hukuki, ekonomik ve sosyal düzenlemeler, hızla gerçekleştirilmiştir.

 

Türkiye’nin bağımsızlığından ödün üstüne ödün verilmiş, dış borçlanma çığ gibi artmış, cari açık nedeni ile ülkenin kelepçelenmesinin önü iyice açılmış, Türkiye korumasız bir Pazar olarak emperyalist yağma ve sömürüye, hiçbir dönemde olmadık bir şekilde açık hale getirilmiştir. Bu süreç, emperyalizm için bulunmaz bir nimet, Türkiye için ise daha fazla bağımlılık, yoksulluk, kimliksizlik, cahilleşme anlamına gelmiştir.

 

Emeğin toplumsal üretimden aldığı pay, 12 Eylül sonrasında hızla düşmeye başlamıştır. 12 Eylülle hesaplaşma söylemlerinin sıkça kullanıldığı günümüzde, emeğin örgütlenmesinin önündeki engeller ile demokratik gelişim sürecini sabote eden girişimler, artarak devam etmektedir. Bu açıdan bakıldığında, 12 Eylülle hesaplaşmak her türlü demokratik örgütlülüğün önünü tıkayan engellerle hesaplaşmak anlamına da gelmektedir.

 

Türkiye, darbeyi takiben ekonomik, sosyal ve siyasi açıdan onulmaz yaraların açıldığı yeni bir sürece girmiştir.

 

Devrimciler, sosyalistler ve demokrasi güçleri, hayatın her alanında cuntaya karşı mücadele ederek, direnmiştir.

 

Askeri darbe döneminde;
650.000 kişi gözaltına alınmış, gözaltına alınanlar ağır işkenceye maruz bırakılmıştır.
230.000 insan yargılanmış, tutuklananlara cezaevlerinde ağır işkenceler yapılmıştır. İşkence neticesinde yüzlerce insan hayatını kaybetmiş, binlerce insan sakat kalmıştır.
7.000 kişi için ölüm cezası talep edilmiştir.
517 kişiye idam cezası verilmiştir.
50 yurtsever devrimci, hukuksuz yargılamalar neticesinde idam edilmiştir.
Askeri cunta, halka karşı olan nefretiyle 17 yaşındaki Erdal Eren adlı devrimci bir gencin, emir komuta silsilesi ile yaşının büyütülmesini gerçekleştirip, idam edilmesini sağlamıştır.
Binlerce öğretim üyesi üniversiteden atılmıştır.
Partiler, sendikalar, demokratik kitle örgütleri kapatılmış, ülke yarı açık cezaevine dönüştürülmüştür.
Basına sansür uygulanmış, özgür basın kalmamıştır.
Üniversiteler bilim yapılamaz hale getirilmiştir.
Ekonomik ve demokratik haklar gasp edilmiş, işçi hakları budanmış, sendikaların mal varlığına el konulmuştur.

 

12 Eylül cuntasının yarattığı tahribat, cunta tarafından kontrol edilen ordu, devlet bürokrasisi, emniyet güçleri ve emir komuta zincirli askeri mahkemeler kanalı ile gerçekleştirilmiştir.

 

12 Eylül 1980 darbesi süreci, bu tarihten yıllarca önce başlayan ve günümüzde de bütün şiddetiyle devam eden Pentagon’a dayalı bir süreçtir.

 

12 Eylül darbesini alkışlayarak karşılayan büyük sermaye çevrelerinin, 12 Eylül darbesi ve rejiminin şekillenmesinde ki yeri ve rolü unutulmamalıdır. Askeri darbe öncesi büyük sermayenin beklentilerini gerçekleştirmek için uygulamaya konan ancak halk muhalefeti nedeni ile hayata geçirilmesi engellenen 24 Ocak kararları darbeyi takiben hemen uygulanmaya başlanmıştır. Dönemin büyük sermaye çevrelerinin sözcüsü Halit Narin ellerini ovuşturup pişkince sırıtarak artık bizim dönemimiz başladı diyerek sürecin karakterini özetlemiştir.

 

12 Eylül askeri darbesini takip eden yıllarda yapılan genel seçimler sonrası oluşturulan parlamentolar, 12 Eylül Anayasası ve rejimini değiştirmek gibi bir çabanın içerisine girmediği gibi, bu anayasa ve rejimin olanaklarından maksimum yararlanılmış, 12 Eylül rejimi bu güne kadar sürdürülmüştür. Demokrasi adına sadece seçim yapılması ile yetinilmiş, demokrasinin önündeki despotik yapılanma ve uygulamaların tasfiyesi için adım atılmamıştır. Yargılanan sanıkların darbe koşullarında yaptığı 12 Eylül Anayasası halen yürürlüktedir.

 

İnsanlık tarihinin en kanlı despotlarının dönem dönem seçim kazanmakla övündükleri bilinen bir gerçektir. Despotizm tarihinin en flaş isimlerinden biri olan Mussolini 4 kez, insanlık tarihinin en kara isimlerinden biri olan Hitler ise 2 seçim kazanmıştır.

 

Demokrasinin seçim kazanmaktan ibaret olduğunu düşünenlerin, 12 Eylül rejimi ile samimi olarak hesaplaşmaları mümkün olamaz. Unutulmamalıdır ki, darbe lideri Kenan Evren, Türkiye tarihinde hiçbir siyasetçiye nasip olmayan % 92 oy oranı ile devlet başkanı olmuştur.

 

Topluma dayatılan 12 Eylül despotizminin ürünü olan Anayasa oylamasında ulaşılan bu oran, Kenan Evren ve rejimine demokratik bir özellik katmamıştır.

 

Tarihteki hiçbir diktatör denetlenmekten hoşlanmamış, hatta dayattığı hukukun denetiminden dahi kurtulmaya çalışmıştır.

 

İnsanlık tarihi boyunca ekonomik, sosyal, siyasal mücadeleye paralel olarak geliştirilen hukuk normları, diktatörler tarafından sevilmemiş, diktatörler ve onların dayanmış olduğu güçler, bu hukuk normlarını işlevsiz hale getirmek için ellerinden geleni yapmışlardır.

 

12 Eylül darbesi, Türkiye’nin toplumsal gelişme ve değişme dinamiklerini dumura uğratmak maksadı ile gerçekleştirilmiş olup, darbe hukuku kurumlaştırılmış, despotik devlet yapısı yoğunlaştırılarak totaliter bir şekle büründürülmüştür.

 

Bugün; bu sürecin şekillendiricilerinden olan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya adlı darbeciler aleyhine, mahkemenizde görülmekte olan dava açılmıştır.

 

Ancak bu dava, dilekçemizin başında belirtildiği üzere, topluma dayatılan kötülüklerle hesaplaşmanın ve uygarlaşma yönündeki engellerden kurtulabilmenin ve demokratikleşmenin zeminini oluşturabilecek midir?

 

Türkiye siyasi literatürüne korkak bir tavırla “karanlık güçler, derin devlet vs.” şeklinde giren kavramların somut karşılığı, mahkemenizde görülen dava sürecinde ortaya çıkarılabilecek midir?

 

12 Eylülle hesaplaşma adına yapılacak yargılamanın, sadece iki cunta şefi ile sınırlandırılmasının, Türkiye demokrasisine katabileceği hiçbir şey yoktur. Hasbelkader 12 Eylül darbesinin hayatta kalan son iki şefi ölse idi, Türkiye’de 12 Eylül ile hesaplaşma bitmiş mi sayılacaktı? Böyle bir anlayış kabul edilemez.

 

Yaşayan darbe şefleri, Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya hakkında açılan bu davaya paralel olarak sürdürülen “seçilmişler-atanmışlar” tartışması, gündem belirleyici bir hale gelmiş olup, bu tartışma siyaset ve hukuk felsefesi ışığında, Türkiye’nin sorunlarına çözüm öneremediği gibi, yeni despotik yapılanmalara zemin oluşturan yaklaşımlarla ve yeni despotik oluşumların kurumlaşmasına neden olabilecek arka planı ile oldukça tehlikelidir.

 

Sekülerizmi tasfiye ederek, emperyalizme bağımlılığı pekiştiren politikalar üreten ve her türlü gerici yapılanmanın önünü açan yaklaşımlardan demokratik açılım beklemek eşyanın tabiatına aykırıdır.

 

Kuvvetler ayrılığı ilkesini bütünüyle hayata geçirmek yerine, kuvvetler üzerindeki kontrolü pekiştirmenin adım adım koşullarını oluşturan siyasi yapılanmaların atanmışlar-seçilmişler denklemi üzerinden kullandığı ileri demokrasi söylemi, inandırıcı olmaktan uzaktır.

 

ABD egemenliğinde gelişen yenidünya düzeninde, büyük Ortadoğu projesi kapsamında, Türkiye için biçilen rolde 12 Eylül sadece bir ara halkadır ve günümüzde kesintisiz bir şekilde devam etmektedir.

 

Kürt halkı üzerinde uygulanan baskı ve sindirme operasyonlarının yansıra, devrimci ve demokrat güçler üzerinde uygulanan her türlü baskı ve katliamların şiddeti 12 Eylül fiili yönetimiyle kıyaslanamayacak kadar yüksektir.

 

Sözde demokrasi adına 12 Eylül anayasası defalarca değiştirilirken, anayasanın temel hak ve özgürlükleri kısıtlayan bütün hükümleri ısrarla korunmuştur. Sendikal haklar ve örgütlenme haklarını yok eden maddeler, örgütleri tek kişinin diktatörlüğüne mahkûm eden siyasi partiler yasası, Hitler döneminde bile rastlanmayan, yüzde on barajına dayalı dünyanın en antidemokratik seçim yasası, bilimi bilim olmaktan çıkarıp hurafelerin ve büyücülerin denetimine sokan YÖK yasası ile yargıç bağımsızlığını tamamen yok eden HSYK yasaları, ihtimamla korunmaya devam edilmiştir.

 

Demokrat olmanın şartı, sadece seçimle iktidara gelmek değildir. Hitler, Mussolini başta olmak üzere, dünyadaki birçok diktatör seçimle iktidara gelmiş veya yönetimleri altında birçok seçim yapmışlardır.

 

Sosyalizmin etkin bir güç olmadığı günümüzde, emperyalizmin büyük oranda askeri darbelere gereksinimi kalmamıştır. Kitle pasifikasyon yöntemlerini daha iyi kullanabilen, kuvvetler ayrılığını kaldırarak tekil otoriteler yaratabilen gerici sivil iktidarlar emperyalizmin tercih ettiği yeni modeldir. Bu modelde İktidarın askeri vesayeti geriletme çabaları güncel söylemin aksine ileri demokrasinin gerçekleştirildiği anlamına gelmemektedir.

 

Emperyalizmin artık ihtiyaç duymadığı kullanım süreci dolmuş olan darbeciler yerini göstermelik seçimle iktidara gelmiş yeni despotlara bırakmaktadırlar.

 

Siyasi iktidar, ileri demokrasi ve 12 Eylül rejimi ile hesaplaşma konusunda samimi ise, öncelikle yargıyı siyasi güdümden çıkarmalıdır.

 

Yargının bağımsızlığı tartışması Cumhuriyet tarihi boyunca sürdürülmüş ancak yargı bağımsızlığı hayata geçirilemediği gibi; yargı, hiçbir dönemde günümüzdeki kadar siyasal yapıya bağımlı hale getirilememiştir.

 

12 Eylül hukuku, emir-komuta zinciri içinde oluşturulmuş bir hukuktur. Başka bir emir-komuta zincirli hukuk uygulanarak, 12 Eylül darbesi ile hesaplaşmak bu nedenle mümkün görünmemektedir.
Pentagon odaklı 12 Eylül darbesinin, darbe şefi olan 5 general ile sınırlı olmadığı, halka karşı işlenen darbe suçuna bir kısım sivil ve asker bürokrasi ile, yargı ve sermaye çevrelerinin dahil olduğu bilinen bir gerçektir.

 

Siyasi iktidar, ileri demokrasi ve 12 Eylül rejimi ile hesaplaşma konusunda samimi ise, darbe suçuna dahil olan bir kısım sivil ve asker bürokrat ile, yargı ve sermaye çevrelerinin bu hesaplaşma bağlamında yargılanmasının da önünü açmalıdır.

 

Türkiye halklarının eşit, özgür ve adil bir dünya istemiyle verdiği mücadeleye, kendi aklı, bilgisi ve ideolojisi ile katılan devrimci, yurtsever ve demokratlar egemenlerin eşit, özgür ve adil bir dünya istemine karşı ne kadar gaddar ve zulümkâr olduğunu bilmektedir.

 

Halkın yükselen demokrasi mücadelesini baskı ve hukuk dışı yöntemlerle bastıran, devrimcileri ve demokrasi güçlerini sindirmek ve yok etmek, emperyalizm adına ülkeyi teslim almak ve tam bağımlı hale getirmek için projelendirilmiş olan 12 Eylül rejimi toplum nezdinde meşruiyet kazanmamıştır. Bu nedenle toplumsal akıl 12 Eylül rejimi ve darbecileri ile geri dönülmez biçimde hesaplaşmayı talep eder hale gelmiştir.

 

Halkın artık göz ardı edilemez hale gelen bu talebinin yanı sıra geçmişin fikren kendilerinden uzak kirli askeri kadroları ile hesaplaşmak adına bu dava sürecine girilmiştir.

 

12 Eylül rejimine karşı onurlu ve başı dik şekilde mücadele eden devrimci ve demokratların bu davaya müdahil olması bu nedenle kaçınılmazdır.

 

Dışa bağımlılıkta sınır tanımayan ve topluma deli gömleği giydiren 12 Eylül darbesi, dilekçemizin önceki kısımlarında belirtildiği üzere, yüzlerce yüksek rütbelinin yansıra, binlerce sivil siyasetçinin ve bir o kadar kamu görevlisinin katlımı ile organize edilmiştir. 12 Eylülün suç dosyasına her aşamada ortak olan asker sivil herkesin bu davaya dahil edilip yargılanması sağlanmadan, demokratik süreci işletmek ve geliştirmek, darbe hukukundan kurtulmak mümkün değildir.

 

SONUÇ VE TALEP:

1-12 Eylül 1980 darbesinden sonra gözaltına alınıp tutuklanan, siyasi şube ve askeri cezaevlerinde işkence gören yurtsever bir devrimci olarak; “asmayıp da besleyelim mi?” kültürünü topluma egemen kılmaya çalışan sanıkların yargılandığı bu davaya, müdahil olarak katılma talebinde bulunuyor ve müdahillik talebimin kabulüne karar verilmesini talep ediyorum.

 

2-Ayrıca; 12 Eylül sürecinde görev almış ve aşağıda ismi bildirilen kişiler ile adı verilen kurum yetkililerinin davaya konu suça iştirak etmiş olmaları gözetilerek, listede ismi bildirilenler ile ismi mahkemenizce tespit edilecekler haklarında suç duyurusunda bulunulmasını talep ediyorum.

 

30.03.2012

 

Kaynak: alperturgut.net