Cafer Solgun / Demokrat Haber

İkinci BDP heyetinin İmralı ziyareti nihayet gerçekleşti ve süreç, “tıkanmış gibi” göründüğü noktadan itibaren, yani kaldığı yerden işlemeye devam ediyor.

“İkinci heyette kimler olacak, olmayacak” tartışmasının gölgesinde kalan birinci ziyaretin en önemli anlamı, bir süredir kamuoyunun değişik biçimlerde hazırlandığı bir gelişmenin PKK’ye ve tabii kamuoyuna alenen duyurulmasıydı ve o da şuydu: Öcalan yeni bir barış süreci başlatıyor ve bu sefer daha önce olmadığınca umutlu, iyimser ve istekli… Sakine Cansız ve iki arkadaşının Paris’te halen aydınlatılmaya ihtiyaç duyan bir suikastla hayatlarını kaybetmeleri, sürecin üzerine kanlı bir gölge düşürdü; ama aynı zamanda tarafların istek ve ciddiyetlerinin sınandığı bir olay rolü de oynadı. Nitekim taraflar sürecin işlemesine yönelik bir irade ortaya koydular. PKK de, kendi iç tartışmalarının ardından, çekincelerini de belirterek Öcalan’ın arkasında durduğunu beyan etti. İkinci heyet görüşmesinin önünü açan gelişme bu oldu.

İkinci ziyaret, beklendiği üzere süreci bir adım daha ileri taşıdı. Hem Öcalan’ın PKK’nin elinde bulunan esirlerin serbest bırakılması yönündeki çağrısı bakımından ve hem de muhtemelen 2013 Newroz’unda PKK’ye güçlerini sınır dışına çekme çağrısı yapacağının anlaşılması bakımından. Nitekim Öcalan’ın adreslerine BDP’nin ulaştıracağı üç mektup yazdığı söyleniyor ve bu mektupların içeriğindeki en somut gelişme de bu. Gerisi, belli ki silahlı mücadelenin miadını neden doldurduğu ve barış içinde birarada yaşamanın mümkün olduğuna ilişkin analizler olacak.

Herkesin merak ettiği ve Öcalan’ın PKK üzerindeki hükmünün test edileceğine yorduğu ilk adım, esirlerin serbest bırakılması. Bu, önümüzdeki günler itibarıyla gerçekleşeceğine tanık olacağımız bir adım olacak. İkinci adım da atılacak; yani hem Öcalan çağrıda bulunacak ve hem de PKK bu çağrının gereklerini yerine getireceğini deklare edecek. Şimdiden bu hareketlilik için hazırlıklar yapıldığını öngörmek zor değil.

Herkesin merak ettiği husus, “PKK bünyesinde silahlı mücadelede ısrar edenler olur mu, olursa ne olur” sorusu.

Böyle bir “sorun” yaşanmaz. Öcalan’ın arkasında durduğunu bir kez daha deklare eden örgüt, bu yöndeki çağrıya uyar. Yegane şartı, bu çekilmenin “güvenli” bir şekilde sağlanması olur. Bunun da nedeni, 1999’daki çekilme sürecinde yaklaşık 500 gerillanın hız kesmeyen operasyonlarda hayatını yitirmesinin halen hafızalarda “canlı” olması. Yeniden aynı gelişmenin tekerrür etmeyeceğinin güvencesini talep etmeleri, bu anlamda son derece doğal. Aslında bu talebe ilişkin devletin tutumunu bizzat Başbakan Erdoğan birkaç kez açıkladı ve “sınır dışına çekilirlerse operasyon da olmaz” dedi, gayet açık ve net olarak…

Bu güvencenin sağlanmasıyla çekilme gerçekleşir. Buna rağmen sürece ayak direyen olur mu sorusu sorulabilir elbette. PKK bünyesinde yeni sürece güvenmeyenlerin sayısı azımsanmayacak düzeyde. Fakat “aykırı” bir tutum takınmaları halinde ne olacağının yanıtı, yine 1999’daki çekilme sürecinde bulunuyor. O zaman sürece güvensiz yaklaşanlar, hatta karşı çıkanlar hem marjinalleşmiş ve hem de “etkisiz” kılınmışlardı. Ülke içerisinde kalmaya devam eden gruplar da sonuçta çekilmeye razı olmuşlar ve örgüt içerisinde kararlara uymadıkları gerekçesiyle “uygulamaya” alınmışlardı. O günlerden bugünlere, örgüt içerisinde “merkez”in hükmü azalmadı, aksine daha da arttı. Ve o “merkez”, Öcalan’a rağmen bir tutum içerisine girecek durumda değildir.

Buradan hareketle her şeyin dümdüz bir yolda ilerlediğini düşündüğüm sanılmasın. Aksine mayınlarla döşeli bir yolda yürünüyor. Süreç son derece “hassas” ve dolayısıyla provake edilme ihtimali her an akılda tutularak hareket edilmesi gereği var. Bunu taraflar bilmiyor değiller; Sakine Cansız olayı orta yerde duruyorken… Özellikle PKK’nin sınır dışına çekilme süreci, sürecin herhalde en “kırılgan” boyutu olacak.

Yorumcular olaya genellikle “Öcalan’ın test edilmesi”, “Bakalım Kandil Öcalan’a ne kadar uyacak” noktasından bakıyorlar; ama bir de bunun “tersi” var. Yani devlet kendi güçlerine acaba ne kadar hakim? Sorunun bu boyutu da işin PKK cephesi kadar önemli. Ve bir de bölgesel aktörler açısından hesaba katmak gereken olasılıklar var ve bu olasılıklar da tarafların iradesini kendi çıkarları doğrultusunda kırmak gibi çok da “hayırlı” olmayan şeyler akla getiriyor. Bu, tarafların hassasiyetlerini aynı ölçüde önemli kılan bir faktör.

Son olarak belirtilmesi gereken bir husus daha var. Barış, kimsenin kaybetmeyeceği, herkesin kazanacağı bir barış olabildiği ölçüde anlamlı ve değerlidir. Bu da, herkesin sorumluluğu ve hassasiyetini gerekli kılıyor…