Dr. Şükrü Aslan. Mimar Sinan Üniversitesi'nde Düşünce Tarihi, Türkiye'de Nüfus ve İskan Politikaları, Kent Sosyolojisi dersleri veren Şükrü Aslan'ın 'Herkesin Bildiği Sır: Dersim' adlı kitabı bugünkü tartışmaların ışığında tekrar okunması gereken kitaplardan biri. Başbakan'ın açıklamalarını son derece olumlu karşılayan Aslan, Dersimlilerin beklentilerinin özrün ötesinde adımlar atılması olduğuna ve tarihle kişiler ve kurumlar üzerinden hesaplaşmanın mevcut sorunları çözmeyeceğine işaret ediyor.

 

Sosyolog Şükrü Aslan Dersim'de yaşananları 'Cumhuriyetin ilk yıllarında Alevilere karşı kültürel ırkçılık yapılması' ile açıklıyor. Aslan'a göre, 'tarihle kişiler veya kurumlar üzerinden hesaplaşmak doğru değil. Ama bugünkü CHP'nin parti ve Türkiye tarihiyle yüzleşmesi önemli'

 

Şenay YILDIZ / AKŞAM

 

Günlerdir devam eden Dersim tartışmalarını 'Herkesin Bildiği Sır: Dersim' kitabının yazarı Dr. Şükrü Aslan ile konuştuk. Aslan, AKŞAM'a şu değerlendirmeleri yaptı: 



- Sizin Dersim'i bir isyan değil, katliam olarak gördüğünüzü ve 'devletin Dersim'e giremediği ve askere gitmedikleri tezlerinin doğru olmadığı' yönündeki görüşlerinizi yazdıklarınızdan biliyoruz. Peki, sizin Dersim olayları ile ilgili bulgularınız ne yönde?
Osmanlı son dönemi ile erken Cumhuriyet yılları arasında bir politik süreklilik olduğunu raporlardan görüyoruz. Şakir ve Zühtü paşaların imzaladığı ve Abdülhamit'e sunulmuş olan 1896 tarihli Dersim raporuna 'Herkesin Bildiği Sır Dersim' kitabımda da yer verdim. O raporda aşağı yukarı diyor ki, 'Dersimlilerin inancı hakim Müslümanlık anlayışından farklıdır. Bunlar Kızılbaş Alevilerdir. Bu durum, bölgede devam eden merkezi devlete karşı hoşnutsuz eğilimlerin temelini oluşturuyor. Uzun vadede Dersim'i kazanmak için buradan başlamak gerekir. Bunun için Dersim'in çeşitli bölgelerine tarikat evleri açalım, oraya hocalar tayin edelim. Ve Dersim'deki Kızılbaşlık kültürünü zaman içerisinde ortadan kaldıralım. Bunu yaparken ordularımızı Dersim sınırına kadar götürelim. Böylece, bir güç gösterelim orada. O ara karakollar, yollar, kışlalar yapalım. Dersimlileri orada çalıştırıp para verelim. Bunların hepsini bir arada yaparsak, o zaman bu kültürden çok daha çabuk ve kolay ayırabiliriz'. Yani, sistemin bu bölgenin kültürüyle kültürel dinamiğiyle bir problemi var. Bu problemi kendine göre ürettiği araçlarla çözmek istiyor.

- Yani olayları Alevilik nedeniyle yaşanan gelişmeler olarak görüyorsunuz...
Dersim'de Kürtlük, Zazalık, Ermenilik gibi pek çok kimlik var ama Dersim'in baskın kimliği Alevilik'tir. Sistem bunu ortadan kaldırmaya çalışıyor. Ben erken Cumhuriyet dönemi yönetici kadrolarının bu konudaki politikalarının Osmanlı son dönemi politikalardan daha ırkçı olduğunu görüyorum. Bu bir kültürel ırkçılık örneği. 

- Cumhuriyet'in birinci döneminin Osmanlı'ya göre neden daha fazla kültürel ırkçılık yaptığını düşünüyorsunuz?
20. yy'daki ulus devletlerin neredeyse tamamı son derece ırkçı pratikler üretmişlerdir. Çünkü aslında 20. yy'ın milliyetçilik anlayışı ırkçılığa çok yakındır. Bunun örneklerini Fransa'da da Almanya'da da, SSCB'de de görebiliyoruz. Bu, ulus-devlet inşasının getirdiği bir anlayıştır. Yani, hakim etnik kimlikle kurulan ilişki ve onu tarif etme biçimi ırkçılığa son derece müsaittir ve giderek oraya kaymıştır. Türk milliyetçiliğinde de bu aslında böyledir. TBMM'nin açıldığı ilk dönemdeki millet kavramı Laz, Türk, Kürt, Çerkez gibi daha çoğul unsurlar içerirken; 30'lu yılların millet tanımı okurken ürpertir insanı. Hele 40'lı yılların dilini okuduğunuzda feci bir dil kullanılmakta olduğunu görürsünüz. Dolayısıyla o dille Dersim pratiğini karşılaştırdığınız zaman sıradan bir uygulamaya dönüşüyor.

MENDERES MÜFETTİŞTİ
- Dersim olaylarının sorumlusu kim diye sorgulamalı mıyız?
Bu belki Başbakan'ın seçtiği yöntem olduğu için böyle oldu. Ben bunu sağlıklı bir yöntem olarak görmüyorum. Bireyselleştirmeden tartışmak sanırım daha uygun olabilir. 

- Neden bireyselleştirmemek gerek?
Çünkü bu bir devlet politikası ve 1920'lerin ikinci yarısından beri raporlar hazırlanıyor. Raporları hazırlayanların, onlara bu görevi verenlerin kim olduğu belli. Mesele bu problemi çözmek ve tarihimizle yüzleşmekse bunun uygun bir yöntem olmadığı kanısındayım. Ama bir an için başbakanın yöntemini takip edelim. Dönemin Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakanı Celal Bayar, Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya'dır. Yani, illa kişilere bağlayacaksak; bunlardır. Adnan Menderes de 1936 yılında CHP'nin parti müfettişiydi. 4 Mayıs 1937'de alınan Bakanlar Kurulu kararında bütün bakanların, başbakanın, Cumhurbaşkanının isim ve imzaları var. Trabzon'daki Atatürk Köşkü'nün içindeki haritada 'Atatürk'ün bizzat üzerinde çalıştığı Dersim Hareketi'nin krokisidir' diyor. Bu kadar şeyi gördükten sonra 'Atatürk'ün bu işte rolü var mıdır?' tartışması çok abes bir tartışma oluyor tabi. Celal Bayar'ın 1937 yılı Eylül ayında İsmet İnönü'nün yerine Başbakan yapılmasının asıl sebebi de Dersim meselesidir.

İNÖNÜ YERİNE BAYAR
- Bunu biraz açar mısınız?
İnönü 1937 Dersim Hareketi sırasındaki başbakandır. 1935 Tunceli Kanunu İnönü'nün başbakanlığı döneminde çıkartılmıştır. Seyit Rıza ve arkadaşlarının yargılandığı günlerde gazetelere yansıyan açıklamalarında 'Devletin Dersim'de yaptığı yatırımlara mukavemet edecek kimse kalmamıştır' diyor. 18 Eylül 1937 tarihli gazetelerde 'Dersim'de bundan sora artık yapacağımız bir tane işimiz kalmıştır. O da imar hareketlerini daha çok geliştirmektir' diyor. Bu açıklamadan bir gün sonra görevinden alınıyor, daha doğrusu izne ayrılıyor. Fakat daha izin süresi dolmadan yerine Celal Bayar önce vekaleten, sonra da asaleten başbakanlığa atanıyor. Bu hadise pek çok araştırmacı tarafından İnönü ile Bayar arasındaki ekonomik politika farklılığına dayandırılmış ve Atatürk'ün de tercihini Bayar'dan yana yapmış olmasıyla açıklanmıştır. Ama aslında ekonomi politikalarında büyük bir değişim yok. İnönü kalsaydı, ordu 1938 baharında Dersim'de bir 'manevra' yapacaktı kendi ifadesiyle. Bayar'ın getirilişiyle bu engellendi.

CHP DEVLET DEMEKTİ
- Sonuç olarak siz Dersim olayları nedeniyle bugünkü CHP'yi sorumlu görmüyorsunuz, değil mi?
Başbakan'ın tartıştığı sınırı problemli buluyorum. O dönemde CHP eşittir devlet. Devletin bu işten sorumlu olduğunu söylediğimiz de aynı zamanda CHP'nin de sorumlu olduğunu söylemiş oluyoruz. Bu da bugünkü CHP yönetimine özel bir sorumluluk yüklüyor. O nedenle CHP'nin bu meselede sahiden doğru düzgün bir şey söylemesi gerekir. Şimdi CHP'nin bir şey söylemediğini görüyorum ben. Yarım bir şey söylüyor ya da bir şey söylüyormuş gibi yapıyor. CHP'nin Türkiye'de siyasi hayatta meşru ve doğru bir yerde durabilmesinin yegane koşulu geriye dönerek, hem kendi parti tarihi hem de kendi ülke ve toplum tarihi hakkında samimi bir yüzleşme süreci yaşamasıdır. Bunu muhakkak yapmak zorundadır. Kemal Bey'in Başbakan'ın söylediklerinden daha fazla bir şey söylemesi gerekir. Kanaatim budur.

Tunceli'nin iki gündemi var: HES'ler ve Gülen Cemaati
Şu anda Tunceli'de iki temel gündem maddesi var: Fethullah Gülen Cemaati'nin Tunceli'de kurumsallaşması ve HES'ler. Gülen Cemaati Tunceli'de Özel Munzur Koleji adıyla bir kolej açtı önce. Şimdi yurtlar yapıyorlar, anaokulu açtıklarını biliyorum. Kurumsallaşıyorlar günden güne. Herkes görüyor ki Dersim'in kendine has bir kültürel kimliği var ve cemaatin kendileri için öngördüğü kültür arasında bir fark, hatta bir gerilim var. O sebeple cemaatleşmenin Dersim'de yapılması başlı başına bir tepki sebebi. O yüzden Dersimlilerin iktidar politikalarına mesafeli durmalarını anlamak gerekiyor. Diğer mesele ise barajlar. Tunceli'de 2009 yılında bir baraj karşıtı miting yapıldı ve şehrin tamamı katıldı. Ama hiçbir sonuç alınamadı. Bu nedenle de insanlar iktidarla aralarında ortak dil olmadığını düşünüyor. Yani CHP çok daha iyi bir şey sunduğu için değil, AKP'nin politikalarından duyulan endişedir asıl mesele.

GENELKURMAY ARŞİVLERİ AÇILMALI
- Başbakan'ın geçen haftaki özrünü nasıl algıladınız?
Çok mutlu oldum. Çünkü ben bir akademisyen olarak uzun zamandır yaklaşık on yıldır Dersim'de bir isyan olmadığı, adım adım uygulanan bir katliam olduğunu savunuyordum. Ve bunun kabul edilmesi çok önemliydi benim için. İkincisi, çok insani bir refleksle söyledi o sözleri. Bunun bu ülkede bir başbakan tarafından söylenmiş olmasını önemsiyorum. Ama bir-iki beklentiyle ilave etmem gerekir. Birincisi Genelkurmay arşivlerinin açılması. Böylece, kayıpların mezar yerleri, sürgünlerin tam listesi Genelkurmay arşivlerinde bulunabilir. Toplu katliamların fotoğrafları da yine bu arşivlerde bulunabilir. 

- Bu başlangıç Dersimlileri ve Alevi kitleyi AKP'ye yaklaştırır mı?
Eğer devamı gelirse, muhtemeldir. Mesela Genelkurmay arşivleri açıklanırsa ve özellikle Dersim'in kayıp kızları, idam edilenlerin mezarları gibi bilgiler açığa çıkartılır kamuoyuna ve ilgilileriyle muhataplarıyla paylaşılırsa Aleviler bu süreci olumlu olarak değerlendireceklerdir.