Necat Ayaz

DTK’nin özyönetime açıkça destek veren deklarasyonu hakkında medyada farklı açılardan değerlendirmeler yapıldı. Mevcut statükonun savunucuları ve Kürt milliyetçileri farklı açılardan da olsa ulus-devlet çözümü ekseninde ironik bir şekilde aynı ideolojik hatta bir araya gelirken, Kürt hareketiyle dayanışma içinde olmaya çalışan veya Kürtlerin tercihlerine saygı duymak adına hareket eden kesimler de özerklik önerisine desteğini dile getirdi.

Birkaç gün önce yayınlanan bir yazıda ise özyönetim önerisi İspanya özerklik modeliyle karşılaştırıldı ve bunun “İspanyol özerklik modelinin budanmış bir hali” olduğu söylendi.  T24’de yayınlanan makalesinde Çetin Çeko, DTK’nin özyönetim belgesinde “Kürdistan’a açık bir özerklik vurgusu yapılmadığı” ve “self-determinasyon” hakkının belgede yer almamasının “kendi geleceğini ipotek altına alma” anlamına geldiğini söyledi. Bu yazıda, Çeko’nun görüşlerini “İspanyol modeli” olarak tanımlanabilecek İspanya’daki özerklik çözümüne atıfta bulunarak tartışmaya çalışacağım.  

İspanya’da 1978 yılında hayata geçen özerklik, esas olarak Bask ve Katalonya’yı devletin sınırları içinde tutarak ülkenin parçalanmamasını sağlamayı amaçlayan ara bir çözümdü. Rejimin kontrol etmekte zorlandığı Bask Ülkesi ETA’nın silahlı direnişi çizgisinde bağımsızlık isterken, Katalonya’nın 1930’lardaki Halk Cumhuriyeti sırasında yaşadığı özerklik deneyiminin hatıraları hala canlıydı. İspanya’nın demokratikleşmesi sürecinde yapılan müzakerelerde Bask ve Katalan temsilcileri, içinde ayrılma hakkının da olduğu ileri düzeyde federal bir ülke talebiyle masaya otururken, Franko rejiminin mirasçısı hükümetin önünde İtalya tarzı zayıf bir bölgeselleşme planı vardı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra güçlenen özerklik taleplerine cevap vermek için İtalyan hükümeti 1948’de 25 bölgeden oluşan ve bölgelerin sadece idari yetkilere sahip olduğu bir modeli benimsemişti. Ancak İspanya’da taraflardan hiçbirinin istediği olmadı ve isteyen bölgenin geniş yetkilere sahip olma hakkına kavuştuğu bölgesel bir sistem kuruldu.

Çeko yazısında “Bask, Katalan ve Galiçya bölgelerinin özerk statülerine benzer statü, diğer 14 bölgeye de verilerek ülkenin bölünmediği, ulusal sorunların bir nebze de olsa idari sorun düzeyine çekilerek, yerel yönetimleri kuvvetlendirip, tüm ulusları İspanyol üst kimliği içinde tutmaya çalışmaktı” diyor. Bu görüşün benzeri özerklik modelinin kuruluşu sürecinde Bask ve Katalan milliyetçileri tarafından da dile getirilmesine rağmen gerçeği tam olarak açıklamaya yetmiyor. 1978 İspanya’sında Çeko’nun sözünü ettiği üç bölge dışında Valensiya ve Kanarya Adaları’nda da özerklik yanlıları merkeziyetçilik yanlılarından daha fazlaydı ve özerklik hakkını tanıyan İspanyol Anayasası’nın kabul edilmesiyle bölgelerin çoğunda hızla özerklik inisiyatifleri kuruldu. Andalucia’nın maksimum yetkilere sahip olmak için harekete geçmesi ve ardından Kanarya, Valensiya ve Navarra’nın bu yolu izlemeleri nedeniyle hükümetin bu planı uygulanamamıştır. İspanyol özerklik modelinin günümüzde tarihsel bölgeler olarak adlandırılan bu üç bölge dışında kalan diğer bölgelerin de benzer yetkilere sahip oldukları simetrik bir modele doğru evrildiğini söylemek gerekiyor.

İspanya’da Özerklik sürecinin etnik kimlik temelli olduğu üç bölge dışındaki diğer 14 bölge tarafından sahiplenilmesi aslında Ortaçağ’dan beri devam eden güçlü bölge bilincine dayanmaktaydı. 18. yüzyılda başlayan ve Franco ile doruğuna varan Kastilyanlaştırma süreci özellikle İspanyol ulus-devletinin dayandığı zayıf ekonomik temellerden dolayı çevre bölgelerdeki bölge kimliğini ortadan kaldırabilmiş değildi. Özerklikten sonra kurulan bölgesel partilerin bölgelerdeki siyasetin temel bileşenlerinden biri olmaları, koalisyonlarda yer almaları ve bazı bölgeler de merkez partilerini geride bırakıp bölge hükümetlerini kurmaları buna delil olarak gösterilebilir.

Diğer yandan, Çeko Kürt hareketinin önerdiği demokratik özerklik modelinin “İspanya özerklik modelinin budanmış ve kısırlaştırılmış halidir diyebiliriz” diyerek oldukça tartışmalı bir tespitte bulunuyor. Yazar bu tespitinin sebebini demokratik özerklik modeli ile “devlete ve Türk halkına ülkenin batısı ile doğusundaki iller arasında ayrı bir idari statü ve farklılık olmayacağı mesajı verilmektedir” diyerek açıklıyor. Ben bunun sadece bunun için değil ancak Türkiye’nin merkeziyetçi yapısına alternatif olarak devlet-altı birimlerin yaratılması gerektiği fikrinden hareketle önerildiğini düşünmenin daha doğru olduğu kanaatindeyim.

Çeko’nun, İspanya ile benzer olduğunu düşünerek Türkiye’nin batısında sadece demokratikleşme sorunu olduğunu fakat doğusunda “Kürt ulusunun ulusal demokratik hakları ekseninde yetki devri ve güç paylaşımı yanında kendi geleceğini belirleme meselesi vardır” diye ulaştığı sonucun meseleyi tam olarak açıklamadığı söylenebilir. Çünkü İspanya’nın tüm bölgelerine kendi istekleri oranında yetki devri yapılmış ve merkezle kendi aralarında güç paylaşılmıştır. O halde yetki devri ve yasa yapma hakkı üzerinde yükselen politik özerklik sadece etnik sorunların çözümü için uygulanmak zorunda değildir ve bundan dolayı DTK’nin bunu Türkiye’nin diğer bölgeleri için de istemesinde herhangi bir problem yoktur.

Son olarak Çeko demokratik özerklik önerisinin “nihai ve mükemmel bir çözüm olarak” ifade edilmesini buradaki esas mesele olarak görüyor ve bunun “kalıcı” olamayacağını iddia ediyor. Elbette ister federal ister özerklik modeli olsun hiçbir modelin “nihai” ve “mükemmel” olmadığını ve süreç içinde evrim geçirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. İspanya’daki bölgeler bugün sahip oldukları yetkilerin birçoğuna yirmi yıl içinde adım adım ulaştı. Aynı süreç İtalya’daki özerk bölgeler için daha da uzun sürdü. Yine, Belçika’nın her iki bölgesinin federalleşme kapsamında çok geniş yetkilere sahip olmaları 1970’li yıllardan başlayarak günümüze kadar devam eden bir süreçle mümkün oldu. Bu örnekler bağımsızlık isteyen bölgeler için elbette mükemmel olarak değerlendirilemez ancak demokrasinin bölgeselleşmesi, bölge kimliğinin korunması ve ekonomik gelişme açısından da kayda değer bir ilerlemeye olanak sağladıklarını da kabul etmek gerekiyor.

Demokratik özerklik önerisi dünyadaki çeşitli özyönetim örnekleri ışığında ne mükemmel ne de nihai bir çözüm olarak değerlendirilebilir ve dolayısıyla kalıcı da olmayabilir. Ancak şu an Kürt meselesinin çözümü ve Türkiye’deki merkeziyetçi ulus-devlet modeline karşı önerilen tek alternatif olduğu gerçeği teslim edilmelidir. Dış self-determinasyon hakkının DTK’nin özyönetim belgesinde yer almamasının otomatik olarak “kendi geleceğini ipotek altına alma” anlamına geldiği iddiasına da itiraz edilebilir. Bir halk pekala kendi geleceğini başka halklarla beraber yaşadığı bir model çerçevesinde de tayin edebilir ve bunun örneklerini dünyada bulmak hiç de zor değil.