Gazeteci Celal Başlangıç, AP’nin müzakereleri dondurma kararını, Şanghay açıklamalarını ve ekonomideki gidişatını değerlendirdi.

Başlangıç, “Büyük bir akıl tutulması çemberinden geçiyor Türkiye. Şangay Beşlisi'ne yöneliyor, Rusya ve İran destekli Suriye, El Bab yakınlarında TSK mevzilerini bombalıyor. Aynı gün AP müzakereleri dondurma kararı alıyor ezici bir çoğunlukla. Uluslararası ilişkilerde hüsran yaşanırken ülke içinde gerilim her geçen gün tırmanıyor. Kürt sorunu çıkmazda, gazeteciler mahkeme kapılarında kuyrukta. OHAL sadece iç barışı değil, ekonomiyi de tehdit ediyor. Dolar her gün kendi rekorunu kırıyor” dedi.

Başlangıç'ın Gazete Duvar’da yayınlanan, “Değil Şangay Beşlisi, artık Şinanay 25'lisi de kesmez!” başlıklı yazısı şöyle:

 
İki Başbakan tokalaşıyor. Biri Türkiye Başbakanı Binali Yıldırım, diğeri de Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başbakanı Neçirvan Barzani.
 
Fotoğrafta üç de bayrak var. Yıldırım’ın arkasındaki Türk bayrağı. Barzani’nin arkasında ise hem Irak hem de Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi bayrakları görünüyor.
 
Türkiye, Federe Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile resmi görüşme yaparken Irak bayrağı dışında bölgesel yönetimin ortasında sarı bir güneş figürü yeşil, kırmızı, beyaz renkli Kürdistan bayrağının bulunması çok yeni. İlk kez 2015’in Aralık ayında Mesut Barzani’nin ziyareti sırasında kullanılmış. Yani kendi Kürtleriyle çatışmalı bir sürece girdikten beş ay sonra.
 
Ama Federal Kürt Yönetimi’ne ait bu bayrağı Türkiye’de “örgüt propagandası” sayıp ceza veriyor mahkemeler.
 
Haber de çok yeni üstelik. Geçen ay Mazlum Kabala adlı üniversite öğrencisi hakkında sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımlar nedeniyle “örgüt propagandası yapmak” suçundan 10 ay hapis cezası veriyor Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi. Geçen gün açıklanan gerekçeli karara göre Kalaba’nın giydiği, üzerinde Federe Kürdistan Yönetimi’ne ait bayrağın bulunduğu “Kürdistan” yazılı tişört ile çektiği fotoğrafı Facebook’ta paylaşması “örgüt propagandası” suçuna delil olarak gösterilmiş. (DİHABER)
 
AKP iktidarının uyguladığı politikalar iç gerilimi giderek yükseltiyor, bir arada yaşama koşullarını giderek zorlaştırıyor.
 
Az kaldı zaten, Kürt kentlerinde kayyum atanmamış belediye, tutuklanmayan belediye başkanı kalmayacak neredeyse. En son dün Mardin Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Ahmet Türk de tutuklandı. HDP’nin Eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ile birlikte 10 milletvekili tutuklu.
 
Kürt sorunu giderek yükselen bir çatışma alanına dönüşüyor, toplumun her kesimini dalga dalga sarıyor.
 
KHK’LAR GİYOTİN GİBİ ÇALIŞIYOR
 
Geçtiğimiz günlerde Mersin’de yaşanan bir olay Türkiye’nin nasıl vahim bir noktaya doğru sürüklendiğinin çok net göstergesi.
 
Mersin Kadın Platformu çocuk istismarına dikkat çekmek için geçtiğimiz ay başlattığı Kırmızı Balon Kampanyasını Dünya Çocuk Hakları Günü’nde yapılacak bir çocuk şenliğiyle bitirmek istemişti.
 
Şenlik, MHP’li Mersin Büyükşehir Belediyesi’ne ait Kongre ve Sergi Sarayı’nda gerçekleştiriliyor.
 
Önce Çocuk Hakları Bildirisi okunuyor. Ailelere, çocuk istismarı hakkında bilgi veriliyor. Sonra da çocuklardan oluşan çeşitli gruplar sahne alıp şarkılar, türküler söylüyor.
 
Sahneye Akdeniz Belediyesi’nin Gündoğdu Mahalle Evi’nde bağlama kursu alan çocuklar çıkıyor son olarak. Önce Türkçe bir türkü seslendiriyorlar. Çocukların söyledikleri ikinci türkü de Kürtçe.
 
Daha türkü başlar başlamaz salon yetkilileri belediyeye ait tesislerde Türkçeden başka dilde müzik yapılamayacağı yönünde emir aldıklarını, Kürtçenin de yasaklı dil olduğunu, bu nedenle sesi kestiklerini söylüyor.
 
Çocukların ve ailelerin önünde bir Kürtçe tartışması yaşanıyor. Şenliğe katılanların büyük bölümü terk ediyor salonu.
 
Akdeniz Belediye İştar Kadın Danışmanlık Merkezi psikoloğu Fahriye Cengiz ortaya çıkan tablonun vahametini anlatmaya çalışıyor:
 
“Dünya Çocuk Hakları Günü’nde çocuğa şiddetin bir başka türüne, psikolojik şiddete tanık olduk. Bu çocuklar dilleri, kültürleri üzerinden şiddete uğradılar. ‘Bu dil yasaktır, bu dilde söyleyemezsiniz’ tartışmaları bu çocukların gözleri önünde yaşandı. Yarın bu çocuklar belki sahneye çıkmaktan korkacaklar, belki dillerini konuşmaktan korkacaklar.” (HABERDAR/Mersin Yaşam)
 
Kürt sorununu çözmek için atılan adımların tersine döndüğü bir süreç yaşatılıyor Türkiye’ye. Neredeyse “Kürt yoktur, onlar Dağ Türküdür. Dağda sertleşen kar, kart kırt sesler çıkardığı için dağda yaşayan Türklere Kürt denmiştir” gibi yıllarca yaşadığımız ilkelliğe geri dönülecek. OHAL’e geri dönülmüş zaten, bir de “kart kırt” safsatasına geri dönülürse hiç şaşırmamak gerek.
 
Zaten Olağanüstü Hal’in KHK’ları da eskisinden daha beter bir giyotin gibi çalışıyor. Yüzlerce dernek, gazete, dergi kapatılıyor. Her kararnamede binlerce insan işinden oluyor. Artık KHK’lar vicdanlarda kapanmaz yaralar açıyor.
 
21 Kasım 2004’te babası Ahmet’le birlikte Mardin Kızıltepe’de “terörist” diye 13 kurşunla öldürülen 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın annesi Makbule, eşinin ve oğlunun ölüm yıldönümünde yani 21 Kasım’da çıkartılan bir kararname ile işinden atılıyor. Kızıltepe Belediyesi’nde temizlik işçisi olarak çalışarak geride kalan üç çocuğuna bakan Makbule Kaymaz, aradan geçen 12 yıla karşın devletten aradığı adaleti bulamazken, şimdi bir de işsiz kalıyor.
 
Bir başka “vicdan yarası” da Veli Saçılık’a yapılanlarla açılıyor. Cezaevlerine yapılan “Yaşama Dönüş” operasyonu sırasında kepçeyle kolu koparılan Saçılık da bu son kararnameyle işinden atılıyor. Bankaya yatırdığı birkaç bin liralık küçük birikimine el konuluyor. Tepki üzerine parasındaki blokaj kaldırılıyor ama son gördüğüm fotoğrafta Saçılık, işini geri almak için yaptığı eylemde karga tulumba, darp edilerek götürülüyordu.
AKP, TÜRKİYE’Yİ ‘OLAĞANÜSTÜ’ YÖNETİYOR!
 
Sadece vicdanları kanatmıyor OHAL uygulaması, çıkartılan KHK’lar; belli ki aynı zamanda “cüzdanları da kanatıyor”.
 
Dolar her gün kendi rekorunu kırıyor, Türkiye gittikçe daha fakir bir ülke oluyor.
 
CHP Genel Başkan Yardımcısı Selin Sayek Böke, önceki gün yaptığı açıklamada ekonomik krizle OHAL ilişkisini çok net biçimde ortaya koydu:
 
“Bu kriz, küresel bir krizin Türkiye’ye yansımasının sonucu değil, bu kriz Türkiye’nin kendi krizi. OHAL’i uzatan, KHK’larla hukuku yerle bir eden, demokrasiyi tamamen ortadan kaldıran siyasetin bir sonucu bu. Vatandaşı işsiz bırakan, doğrudan fakirleştiren bir kriz bu. Türk lirası son 10 ay içersinde Dolar’a karşı yüzde 15 değer kaybetti. Ve bu değer kaybının neredeyse hepsini son iki ayda yaşadı. Türk lirasının dolara karşı değer kaybına baktığımızda keskin artış 3 Ekim’de başlıyor. 3 Ekim’de Türkiye’de ne olduğuna baktığımızda bu krizin Türkiye’nin krizi olduğu apaçık ortaya çıkıyor. 3 Ekim hükümet sözcüsünün OHAL’in uzatılacağını Türkiye’ye haber verdiği gün. OHAL’i uzatma kararıyla başlayan Türk lirasındaki değer kaybı devamında gelen hukuksuzlukla devamında gelen dış dünyadan kopartan gerginlikle devamında gelen demokrasiden uzaklaştıran her adımda değer kaybetti.”
 
Herhalde ekonomik krizle OHAL arasındaki bu “sağlam” bağlantıdan olsa gerek, Ekonomi Bakanı Nihat Zeybekçi dün Hürriyet’e yaptığı açıklamada “Olağanüstü Hal’i ben istemiyorum kardeşim” diyordu “Açıkça söylüyorum. Bu ikinci uzatmadan sonra uzatılmasını istemiyorum.”
 
Türkiye’nin “kriz güzergahı” belliydi. Olağanüstü Hal’in uzatılması arkasından büyük bir hukuksuzluğu getirmişti, o da dış dünyadan kopma noktasına gelen gerginliklere yol açmış, ülke demokrasiden uzaklaştıkça da Türk parası her adımda değer kaybetmişti.
 
Aslında gelinen nokta AKP iktidarının Türkiye’yi yönetemediğinin somut bir göstergesiydi.
 
Bundan 14 yıl önce, 2002’de AKP iktidara geldiğinde bu ülkenin sadece iki kentinde, Şırnak ve Diyarbakır’da Olağanüstü Hal vardı ve bir önceki hükümet tarafından son kez uzatılmıştı. AKP iktidarının ilk ayında da Olağanüstü Hal bitmişti. Yani neredeyse AKP, Olağanüstü Hal’siz bir Türkiye devralmıştı. Bugün ise ülkenin 81 kentinin tümünde OHAL var.
 
İşte AKP iktidarının Türkiye’yi 14 yılda getirdiği “olağanüstü hal” budur.
 
ŞANGAY’IN SONU ‘ŞİNANAY
 
Ülke içersinde çatışma, gerilim ve ekonomik kriz yaşanırken dış dünyayla ilişkiler de kopma noktasına doğru gidiyor.
 
Türkiye AB’den uzaklaştıkça Şangay Beşlisi’yle flörtünü arttırıyordu. Önceki gün yaptığı açıklamada Böke, bu konuda da uyarmıştı AKP iktidarını:
 
“Bir Şangay Beşlisi’dir gidiyor. Bu asla AB’nin yerini tutamaz. Üyeliğin sürecinde olabiliriz. Ama ekonomik olarak zaten biriz. AB, Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 48,5’ini oluşturuyor. Sattığımız ürünlerin yarısını AB’ye satıyoruz. Paramızı oradan kazanıyoruz. Şangay Beşlisi ihracatımızın içerisinde sadece yüzde üçlük bir paya sahip. Biz gelirimizi elde etmek için yüzde 50’lik ürüne arkamızı döneceğiz, sadece yüzde üç ihracat yaptığımız pazara döneceğiz. Olacak iş değil.”
 
“Şangay Beşlisi” macerasının olmayacağı sadece ekonomik göstergelerle değil, dün sabah bir kez daha siyasi göstergelerle de ortaya çıktı. Suriye’ye giren Türk Ordusu’nun El Bab yakınlarındaki mevzileri Suriye uçakları tarafından vuruluyordu. Türkiye, Suriye’de şu ana kadar bir mevzide en büyük can kaybını yaşadı.
 
Kimse, Suriye rejiminin bu bombardımanı Rusya’dan bağımsız yaptığına inanmıyor. Hem de Türkiye’nin geçen yıl bir Rus uçağını düşürdüğü günün yıldönümünde.
 
Elbette bu 12 yaşındaki oğlunun ve eşinin öldürüldüğü günün yıldönümünde Makbule Kaymaz’ı işten atan vicdansızlığa benzemiyor. Suriye’de “devler sofrası” var. Bu yüzden benzer bir yöntemle, uçakla gidip bombalamakla yanıt veremiyor Türkiye kendisine dönük Rusya destekli bu Suriye hamlesine.
 
Aslında bombalayan Suriye değil, Rusya. Bombalanan da gerçekte Türk askerlerine ait mevziler değil, Türkiye’nin “Şangay Beşlisi yolu”.
 
Böyle bir bombardımanla başladığımız günün ikinci bombası da Avrupa Parlamentosu’ndan geliyor. AP, Türkiye ile müzakere görüşmelerini askıya alma tasarısını ezici bir oy çokluğuyla kabul ediyor.
 
Ülke içindeki baskı, hukuksuzluk, zulüm; geç de olsa uygar dünyanın duvarına çarpıyor.
 
Türkiye’nin ekonomik ve siyasi krizi daha da büyüyor.
 
AKP iktidarı Türkiye’yi içinden çıkılmaz bir açmaza doğru sürüklüyor. Bu şartlarda değil Şangay Beşlisi, “Şinanay 25’lisi” de “Şinanay 50’lisi” de kesmez!